Türkeş'in solcuları sindirme emri
Abone olEmin Pazarcı'nın 'Sırlarıyla Ülkücü Hareket' yazı dizisinin üçüncü bölümü de çok ilginç konularla dolu. Bu bölümde, Türkeş'in solcular için verdiği emirlere dikkat çekili
Dünden Bugüne Tercuman gazetesi yazarı Emin Pazarcı'nın
'Sırlarıyla Ülkücü Hareket' adlı yazı dizisinin üçüncü bölümünde
ilginç tarihi gerçekler gözler önüne seriliyor: İşte dizinin
bugünkü bölümünün tam metni. 1975 yılıydı... Öğrenci olayları,
özellikle büyük şehirlerde yavaş yavaş artmaya başlamıştı. Okullar
işgal ediliyor, boykotlar yapılıyordu. Genellikle de bu tür
eylemlere solcu öğrenciler imza atıyorlardı. O dönemde Muharrem
Şemsek Ülkü Ocakları Genel Başkanıydı. Ülkü Ocakları Genel
Merkezi'ne bir haber ulaştı: - Solcu öğrenciler karar aldılar.
Yarın, Hacettepe Üniversitesi'ni ve ODTÜ'yü işgal edecekler. Bir
anda dört bir yanı heyecan sardı. Ne yapılacaktı? Solcuların
işgaline seyirci mi kalınacaktı? Yoksa, karşı bir hareket mi
geliştirilecekti? Tartışmalar yapıldı, karar verilemedi. O dönemde,
öğrenci olayları daha çığırından çıkmamıştı. MHP Genel Başkanı
Alparslan Türkeş, üniversitelerdeki gelişmeleri yakından takip
edebiliyordu. Zaman zaman da bu olaylara bizzat müdahale ediyordu.
Ocaklı gençler, Türkeş'le görüşme kararı aldılar. Muharrem Şemsek,
Muhsin Yazıcıoğlu ve Sefa Ergin, Bahçelievler'e doğru yola
çıktılar. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'le, kızının evinde
görüşüp, kendilerine gelen bilgileri bütün ayrıntıları ile
aktardılar. Ardından sordular: - Ne yapmalıyız? Gelişmeleri
dikkatle dinleyen Türkeş, iki kelimelik bir cevap verdi: - Müdahale
edin. Çok az vakit kalmıştı. Bu yüzden, hemen harekete geçildi. İşe
yarar isimler tek tek belirlenip, arandı. Yıldırım Beyazıt
Yurdu'nun kantininde 40 kişilik bir ekip toplandı. 40 sayısı, son
derece önemliydi. Çünkü, Hun Türkleri esaret altında yaşarken,
Kürşat da 40 kişiyle Çin Sarayı'nı basmıştı. Bu olay, Türk
tarihinde bir dönüm noktası olmuştu. 1970'li yıllarda, pek çok
Ülkücü, Nihal Atsız'ın bu olayı anlatan "Bozkurtlar" isimli
kitabını başucundan ayırmıyordu. "Bozkurtların Ölümü" ve
"Bozkurtların Dirilişi" Ülküçülerin temel kitapları arasındaydı.
Baskın için ODTÜ'nün krokileri çizildi. Bu krokiler üzerinde uzun
süre çalışıldı. Baskın planları yapıldı. Hazırlıklar tamamlandı...
Sabah gün ağarmadan abdestler alındı... 40 kişi birbirine sarılarak
helalleşti. ODTÜ'ye doğru yola çıkıldı. İlk engel, kampüsün
girişindeki bekçilerdi. Onların enterne edilmesi çok kolay oldu.
Bekçiler tesirsiz hale getirilip, kendi kemerleri ile bağlandılar.
Ardından, telefon santralına girildi. Santralın nasıl kullanıldığı
öğrenildi, memur bağlandı ve başına bir nöbetçi dikildi. Her ele
geçirilen yere bir-iki nöbetçi bırakılıp, yola devam ediliyordu.
Nihayet, önceden planlandığı gibi hedefe ulaşıldı. Ana grup,
Rektörlük Binası'nın çevresinde konuşlandı. GÖĞÜSE İSABET EDEN
KURŞUN Gün ağarırken 3 kişilik bir grup, çevrede keşfe çıktı. Bu
sırada solcu gençler de ODTÜ'yü işgal için harekete geçmişlerdi.
Ülkücülerin 3 kişilik keşif kolu, 10-15 kişilik solcu bir grupla
karşı karşıya geldi. Önce, sol gruptan öğrenciler bağırdılar: -
Durun, siz de kimsiniz? Ardından Ülkücüler harekete geçti: - Yere
yatın ulan! Bu bağırma işe yararamıştı. Solcu öğrenciler, hiç
etkilenmediler. İlk anki şaşkınlığı atar atmaz taşlarla saldırmaya
başladılar. Sayıları da oldukça yüksekti. Dört bir yandan yağmur
gibi taş yağıyordu. Ülkücülerin "keşif kolu" kötü sıkışmıştı. Bunun
üzerine daha sonraki yıllarda vefat eden Sefa Ergin tabancasına
davrandı: - Kaldırın ellerinizi! Bu da etkili olmamıştı. Solcu
gençler, kıllarını bile kıpırdatmadılar. Tabancaya rağmen geri
çekilmediler. Ormanlık alandan taşlar yağmaya devam ediyordu. Sefa
Ergin, çareyi tabancasının tetiğine basmakta buldu. Kurşun, en
öndeki solcu öğrencinin göğsüne isabet etmişti. Silah sesi etkili
olmuş, solcu grup ormanın içine doğru kaçmaya başlamıştı.
İlginçtir, kaçanlar arasında göğsüne kurşun isabet eden öğrenci de
vardı. Üstelik vurulduğundan bile habersizdi. Ceylan gibi
sekiyordu. Çünkü, kendisine sıkılan tabanca "laz yapısıydı" ve
göğsüne çarpan mermi, yere düşmüştü. İşin en ilginç yanı da, Sefa
Ergin ve arkadaşları durumun farkındaydılar. Göğüse isabet eden
kurşunun yere düştüğünü görmüşlerdi. "Laz Yapısı" silah, taş kadar
dahi etkili değildi. Sadece ses çıkarıyordu, ama çıkardığı ses son
derece işe yaradı. Solcular dağılmışlardı. Kaçanlar takip edildi.
Bazıları yakalandı ve kendi kemerleriyle bağlanarak esir alındı.
KUCAK KUCAĞA ÇATIŞMA Ormanın içine kaçanlar, yurtların olduğu
binalara yöneldiler. Orada hazırlıklarını tamamladılar, takviye
kuvvetler alıp, geri döndüler. Sayıları çok kalabalıktı... Solcu
öğrenciler, Rektörlük Binası'na doğru bulut gibi yağmaya
başladılar. 20 kişilik Ülkücü grup ise, Rektörlük Binası'nın
önündeki hakim tepede pusuya yatmıştı. Solcu öğrenciler yaklaşınca,
taşlarla üzerlerine atladılar: - Allah, Allah, Allah... - Vurun
komünistlere... Yine bir anlık dağılma oldu. Ancak, Ülkücülerin
sayısının çok az olduğunu gören solcu öğrenciler, toparlanarak
yeniden saldırdılar. Bu defa da karşılıklı silahlar patlamaya
başladı. Bir yandan da daha önceden hazırlanan dinamit lokumundan
yapılan el bombaları yağıyordu. Aradan saatler geçmişti. Sabah
olmuş, mesai vakti gelmişti. Servis otobüsleri, memurları ve
üniversitenin öğretim üyelerini getiriyorlardı. Ülkücüler, bunu da
hesap etmişlerdi. Çatışmanın dışında kalan grup, gelenleri
otobüslerden indirip, sıraya dizmeye başladı. Neler olduğunu
anlayamayan üniversite çalışanları, çaresizlik içinde kendilerine
söylenenleri yerine getiriyorlardı. Öyle bir an geldi ki, sıraya
dizilenlerle baş edilemez oldu. Yaklaşık 500 civarında insan sıraya
dizilmişti ve bütün bu işlemi yapanlar 5-6 kişiydiler.
Homurdanmalar giderek arttı ve isyanla noktalandı. Ortalık karıştı.
Bu sırada, Rektörlük yakınlarında çatışmaya giren Ülkücüler de
iyiden iyiye sıkışmışlardı. Artık, dayanacak güçleri kalmamıştı.
Hem savunma kanatları çökmüş, hem de bazı arkadaşları yaralanmıştı.
Geri çekilmeye karar verdiler. Yaralıları sırtlarına alıp, savunma
halinde giriş kapısına kadar çekildiler. O sırada, olayları öğrenen
jandarma daha yeni içeri giriyordu. Neler olup bittiğini de tam
olarak bilmiyordu. Jandarmayı karşılarında gören Ülkücüler,
bağırmaya başladılar: - Yetişin, can güvenliğimiz yok, ölüyoruz.
Bir anlık tereddüt yaşayan jandarma da doğal olarak kaçanlara
değil, kovalayanlara doğru yöneldi. Solcu öğrencilerin üzerine
doğru harekete geçti. Jandarma içeri girer girmez, baskını yapan
Ülkücüler dışarı fırladılar. Eskişehir Yolu'ndan otobüslere binerek
kaçtılar. ODTÜ Baskını noktalanmıştı. UNUTULAN YARALI ODTÜ'deki
çatışma, gerçekten çetindi... Baskını gerçekleştirenler, geri
çekilirken içeride yaralı bir arkadaşlarını unutmuşlardı. Jandarma
da onu solcu sanıp, hastaneye götürmüştü. Ülkücü yaralı, kendine
gelir gelmez etrafına baktı, manzarayı görür görmez durumu anladı.
Hemen bir yolunu bulup, hastaneden kaçtı. Sivas Yurdu'na kadar
koştu ve içeri girer girmez, kapıda bayıldı. Öylesine dayak
yemişti... Öylesine perişandı ki... Yüzü, vurulan tekmelerden
dolayı tanınmayacak hale gelmişti. Kolları da davul gibi şişmişti.
Arkadaşları üzerindeki parkayı bir türlü çıkaramadılar. Çareyi,
makasla keserek almakta buldular. Yaralı öğrenci hastaneye
götürülemedi. Sivas Yurdu'nda tedavi edildi. UNUTULAN DELİLLER
Baskının ardından bir değerlendirme yapıldı. Yüzler gülüyordu,
verilen görev, başarıyla yerine getirilmişti. Herkes, baskının
"tereyağından kıl çeker gibi" gerçekleştirildiğini düşünüyordu.
Oysa, yanılıyorlardı. Baskını gerçekleştiren 40 kişilik ilk ekip
arasında Ülkü Ocakları Başkanı Muharrem Şemsek yoktu. Olmaması da
çok doğaldı. Çünkü, Alparslan Türkeş, sürekli olarak bir uyarı
yapıyordu: - Komutan cephede savaşmaz! Ancak Muharrem Şemsek, daha
sonra Üniversite'ye gelmiş olsa gerek ki, kimliği santral odasında
bulundu. Üstelik, ODTÜ'nün santralından Ülkü Ocakları Genel Merkezi
ile bir görüşme yapıldığı da ayan beyan ortadaydı. Çünkü, aramadan
sonra ahize yerine konulmadığı için ODTÜ santralı ile Ülkü
Ocakları'nın telefonu birbirine bağlı kalmıştı. Ahizeyi kaldıranın
karşısına Ülkü Ocakları Genel Merkezi çıkıyordu. Ülkücüler, ne
kadar "Bu baskını biz yapmadık" deseler de bütün izler onları
gösteriyordu. Ortada yeterli kanıt vardı. Nitekim Muharrem Şemsek,
daha sonra bu olayla ilgili olarak yargılandı. "OKULUMUZU NİYE
BASTINIZ?" ODTÜ Baskını'nın üzerinden 6 yıl geçti. 12 Eylül 1980
Harekatı oldu. Sağdan da soldan da öğrenciler toplanarak Mamak
Askeri Cezaevi'ne dolduruldu. İhtilal Yönetimi, pek başarılı olmasa
da "Karıştır, barıştır" metodunu uyguluyordu. Solcu ve sağcı
gençler, aynı koğuşlar ve hücrelerde birlikte kalıyorlardı. İhtilal
öncesinin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Dev-Genç
Genel Başkanı Mehmet Ali Yılmaz'la birlikte aynı hücreye
konulmuştu. İkibuçuk metrekarelik hücrede, ayrıca 2 solcu genç daha
vardı. Aradan geçen zaman içinde taraflar arasında diyalog da
kurulmaya başlamıştı. Bir gün Mehmet Ali Yılmaz sordu: - Siz,
ODTÜ'yü neden bastınız? Yazıcıoğlu, "suç sizin" dedi: -
Üniversitede hakimiyet kurmaya kalktınız. Biz de o hakimiyeti
kırmaya çalıştık. Olayları siz başlattınız. Yılmaz, "İşte o öyle
değil" cevabını verdi: - Biz, ABD Dişişleri Bakanı Henry
Kissinger'in, Türkiye'ye gelişini protesto etmek için boykot
yaptık. O, Vietnam katiliydi. Siz, bunu engellediniz. Biz de bunun
üzerine, bütün sol fraksiyonlara bir bildiri gönderip, "Ülkücüler
Amerikancıdır" dedik. Yazıcıoğlu, kabul etmedi: - Siz, eğer
Kissinger'i protesto edecekseniz, bunu ilan etmeliydiniz. Bize
söyleseydiniz, Tandoğan Meydanı'nda birlikte buluşur, Kissinger'i
birlikte protesto ederdik. Siz, bu olayı üniversiteleri ele
geçirmek için bahane olarak kullandınız. Bu diyaloğun üzerinden tam
13 yıl geçti... BM Genel Sekreteri Butros Gali, Türkiye'ye
geliyordu. Nizam-ı Alem Ocakları'na mensup gençler, Muhsin
Yazıcıoğlu'nu ziyaret ettiler. Bosna'daki soykırıma seyirci kalan
BM ve Genel Sekreteri Butros Gali'yi protesto etmek istediklerini
söylediler. Genel Başkanlarına, "İstanbul Üniversitesi'nde bir form
düzenlemek istiyoruz" dediler. Yazıcıoğlu'nun aklına 1975'teki ODTÜ
Baskını geldi. Gençlere, "Sakın ha" dedi: - Bunu üniversitede
yapmayın. Siz, bu işe soyunduğunuzda, karşıt gruplar, sizin bunu
üniversiteyi ele geçirmek için yaptığınızı söyleyecekler. Onlar
size karşı çıkacaklar. Siz de onlara "Sırp çocukları" diyeceksiniz.
Çatışmalar çıkacak. Protesto, üniversite dışına kaydırıldı. 1975
yılındaki ODTÜ Baskını'nda yaşanan tecrübe ve Mamak Cezaevi'ndeki
konuşmadan çıkarılan ders, İstanbul Üniversitesi'nde çatışma
çıkmasını önledi. DEVİ YIKAN SÖZLER 1980 öncesi, bütün Ülkücü
kuruluşlarda "eğitim seferberliği" başlatılmıştı. Ülkücü İşçiler
Derneği'nin Genel Merkez yöneticileri ve şube başkanları da sıkı
bir eğitimden geçmişlerdi. Türkiye'nin temel meseleleri, Sovyetler
Birliği'nin Türkiye üzerindeki emelleri, teşkilatçılık, beşeri
münasebetler, sendikal faaliyetler gibi konularda bir dizi seminere
katılmışlardı. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in yapacağı
konuşma ile bu çalışmaya son nokta konulacaktı. Türkeş,
Bahçelievler'deki MHP Genel Merkezi'nde konuşmasına başladı...
Herkes pür dikkat, Türkeş'i dinliyordu. Ancak, Ülkücü İşçiler
Derneği Kayseri Şube Başkanı Mehmet Kabaktepe'nin gözleri kapandı,
başı önüne doğru düştü. Türkeş, durumu anında farketti.
Kabaktepe'ye doğru dönüp sesini yükseltti: - Sen, uyuyan, ayağa
kalk. Kabaktepe, irkilip ayağa fırladı. Türkeş, devam etti: -
Uyuyorsun, ama senin, benim, Milletim'in, Dünya Türklüğü'nün
ekmeğine kan doğrayanlar uyumuyor. Düşmalarımız uyumuyor.
Komünistler uyumuyor. Türkeş sözlerine devam ediyordu ki, Mehmet
Kabaktepe önce öne, sonra arkaya doğru sallandı. O dev gövdesiyle
salonun ortasına yıkıldı. "Başbuğ"unun karşısında küçük düşmüş,
onuru kırılmıştı. Kahroldu, ayakta duramadı, pelte gibi yere
yığıldı. Kabaktepe Olayı, Ülkücülerin "Başbuğ"larına
bağlılıklarının en büyük örneklerinden biriydi. Türkeş'in söylediği
söz bile bir Ülkücüyü yere yıkabiliyordu! Karşılaştığı tablo,
Alparslan Türkeş'i de çok üzmüştü. Sesi yumuşadı, Genel Merkez
yöneticilerine döndü, "Çocukla ilgilenin" dedi ve konuşmasını
sürdürdü. Ancak, O'nun da tadı kaçmıştı. Türkeş, sözlerini bitirip
ayrılırken, yanındakilere sessizce sordu: - Çocuk nasıl, iyi mi?
FAKİRLİĞİN GÖZÜ KÖR OLSUN Kabaktepe'nin, Türkeş'in karşısında neden
uyukladığı daha sonra anlaşıldı. Günlerdir uykusuzdu ve Kayseri'den
Ankara'ya da gece geç saatlerde gelmişti. Cebinde para olmadığı
için, Otogar'dan Mithatpaşa'daki Ülkücü İşçiler Derneği Genel
Merkezi'ne yürüyerek gitmişti. Üstelik, buna rağmen içeri giremedi.
Geceleri Genel Merkez'de yatan Tevfik Tükenmez, kapıyı açar açmaz
bağırmaya başladı: - Senin saatten haberin var mı? Şimdi git, sabah
gel. Bunları söyleyen bir Genel Merkez elemanıydı. Kabaktepe,
saygısından sesini çıkarmadı. Kendisine söyleneni yaptı. Yine aynı
yolu yürüyerek katetti. Sabaha karşı ulaştığı Otogar'da birkaç saat
geçirip, önce Derneğe, sonra da MHP Genel Merkezi'ne gitti. Tevfik
Tükenmez'in tavrı, Kabaktepe'yi iyiden iyiye tüketmişti. Durum bu
olunca, sandalyeye oturur oturmaz içi geçti, başı öne doğru düştü.
Kabaktepe, parasızlık ve iyi niyetinin kurbanı olmuştu! Ülkücüler,
fakir gençlerdi... Çoğu maddi sıkıntı çekiyordu. Solcuların
öldürdüğü Yusuf İmamoğlu'nun cebinden de sadece 25 kuruş çıkmıştı.
Otopsi sırasında midesi açıldığında ise, doktorlar birkaç saat önce
yediği simit parçaları ile karşılaşmışlardı.