Türkeş'in gizlice görüştüğü cemaat
Abone olBir zamanlar Türkeş'in en yakınındaki isim olan Yaşar Okuyan Alparslan Türkeş'in bilinmeyenlerini ve sırlarını anlattı;
Eski MHP"li Yaşar Okuyan 12 Eylül ve Mamak"ı anlattığı
"O Yıllar" isimli kitapta ilginç iddialar ortaya attı
Vatan Gazetesi'nden Deniz Güçer'in yayına hazırladığı kitaptan
ilginç bölümler:
DENİZ GEZMİŞ'LE BÜYÜK KOVALAMACA
Alparslan Bey çok bunaldığında korumalarını da atlatmayı başarırdı.
Kendi başına aracıyla Ankara’yı gezmeyi çok severdi. Bunlar elbette
çok uzun geziler olmuyordu ama en azından bir dinlenme imkanı
buluyordu. 1967’de de yine böyle bir kaçamak yapmaya karar veriyor.
Ford marka bir aracı vardı. Almanya teşkilatı Türkeş için oradan
almıştı ve gümrüğünü de biz İstanbul’dan organize edip ödemeyi
yapmıştık... Korumasız Or-An’da oturduğu eve çok yakın olan
Eymir Gölü’nün çevresinde bir tura çıkıyor. Araba
kullanırken gölün çevresinde toplanmış gruplar halinde gençler
dikkatini çekiyor. Onlara dikkatlice bakarken Deniz Gezmiş’le göz
göze geliyorlar. Ancak aynı anda arkadaşları da Türkeş’i
fark ediyor. Bunun üzerine büyük bir kovalamaca başlıyor. Deniz
Gezmiş ve arkadaşları da hemen arabalarına atlıyor ve Türkeş’in
peşine düşüyorlar. Takip Konya Yolu’na, Balgat’a kadar
sürüyor. Ancak Türkeş, hepsini atlatmayı başarıyor. Bunu Türkeş Bey
bize gülerek anlatmıştı. Hatta, “Ektim onları. Arkadan çok
bastırdılar ama ben daha hızlıydım” demişti.
SEVİM TUNA AYAĞINI TÜRKEŞ YÜZÜNDEN KIRDI
Türkeş’in insani yanlarının
bolluğu ve Yahudilerle “iyi”
geçindiğini öğrenmek bazı fanatik MHP’lilerin mutlaka itirazı ile
karşılaşacaktır...
Müzik dinlemeyi seven... |
Türkeş İstanbul’a oldukça sık geliyordu. 1973 yılında MHP İstanbul
İl Başkanı Salih Zeki Erol, “Efendim lütfen Sevim Tuna’yı
dinlemeye gidelim” dedi. Türkeş, “Uygun olmaz Zeki
Bey” dedi, kabul etmedi. O sıralar Sevim Tuna son derece
meşhurdu. Erol, Türkeş Bey’e her türlü önlemi alacağını söyledi ve
ikna etti... Ertesi akşam Türkeş Bey, ben ve Salih Zeki Erol tam
anlamıyla suçlular gibi Bebek’teki Maksim Gazinosu’na gittik.
Fahrettin Aslan geleceğimizi haber aldığı için bize en önden masa
ayırtmıştı. Muhabirlerin içeri girilmesine izin verilmedi... Sevim
Tuna sahneye çıktı, şarkılarını söylemeye başladı. Tuna
gelenleri selamlarken birden bire Alparslan Türkeş’i fark etti. Çok
heyecanlandı ve masaya selam vermek için bize doğru yürümeye
başladı. Ama tam bize yaklaştığı sırada ayağı kaydı ve
sahneye kapaklandı... Ayak bileğindeki kemiğin kırıldığını da
sonrasında öğrendik. Tabii tadımız kaçtı ve Maksim’den
ayrıldık. Asıl bomba birkaç gün sonra patladı. Gazinonun
fotoğrafçısı tüm yaşananları tek tek görüntülemiş. Olay duyulunca
da epeyce bir yüklü paraya Türkeş’in masasından Tuna’nın düşüşüne
kadar çektiği tüm fotoğrafları Günaydın Gazetesi’ne sattığı ortaya
çıktı... Haber manşetten yayınlandı.
TÜRKEŞ MUSEVİ CEMAATİYLE GİZLİCE
GÖRÜŞÜYORDU
1977 seçimlerinde İstanbul’da iş dünyasıyla buluşmamızı da Berker
İnanoğlu ve Mete Has sağladı... Hatta 12 Eylül’de o dönem partiye
yapılan bağışlar iddianamede yer aldı. Birçok iş adamının ismi
bağış yapanlar arasında geçti. AKSA’nın sahibi Ali Dinçkök o dönem
85 bin Lira yardım yapmış görünüyordu. Sadık Özgür 150 bin Lira,
Üzeyir Garih 50 bin Lira, Tevfik Ercan 200 bin Lira, Hayrettin
Karaca 50 bin Lira, İbrahim Bodur 200 bin Lira.
Burada Muharrem Eskiyapan 100 bin Lira, Feyyaz Berker ve Refik
Baydur’un da bağış yaptığı görünüyordu ama rakamları yoktu...
Türkeş o yıl oldukça ilginç buluşmalar gerçekleştirdi. O
dönem MHP’nin oyu yüzde 3’lerde olsa da Türkeş’in kendi ismi ve
karizması vardı. İsmi partiye bağış yapanlar arasında
bulunan Üzeyir Garih ve Türkeş’in görüşmesini iki defa ben
organize ettim. İlk seferinde Taksim’de bir iş hanında,
Berker İnanoğlu’nun tanıdığı bir iş adamının ofisinde bir araya
gelip öğle yemeği yediler. Diğerinde ise Türkeş,
Beyoğlu’nda Musevi Cemaati’nin liderleriyle buluştu... İlk
görüşmede Türkeş’i dışarıda bekledim. İkinci görüşmedeki yemeğe ben
de katıldım.
O sohbette, Türkeş Türkiye’nin bölgedeki gelişmeler karşısında
hassas olması gerektiğini söyledi. Özellikle ülkeyi tehdit eden
Sovyet yayılmasıyla ilgili uyarılarda bulundu. Ermeni ve Yahudi
düşmanlığının doğru olmadığını, birtakım güçlerin özellikle tahrik
etmek için uğraştıklarını da Musevi Cemaati’ne iletti. 500 yıl önce
bu ülkenin Yahudilere kucak açtığını söyleyerek, hiçbir düşmanlığın
söz konusu olamayacağını, Türk milletinin dokusunda böyle bir
düşmanlığın bulunmadığını da söyledi. Cemaat liderlerinden de
tahriklere karşı dikkatli olmalarını istedi. Türkeş Bey’e çok büyük
hürmet gösterdiler.
ORTADOKS KİLİSESİ'NİN ÖNDE GELENLERİYLE
GÖRÜŞME
Üzeyir Garih’in bu görüşmeden sonra 50 bin Lira bağışladığı
iddianameye girmiş olsa da benim bildiğim MHP’ye yaptığı bağış
bundan daha fazla bir rakamdır. Gerek o dönem gerekse sonrası için
şöyle bir tespit yapmakta fayda görüyorum: Türkeş’in hiçbir
konuşmasında Ermeni ve Yahudi aleyhtarlığına rastlamanız mümkün
değildir. Türk Ortodoks Kilisesi’nin önde gelen
isimleriyle de görüşmeleri olduğunu biliyorum. Türkeş gerek Ermeni,
gerek Musevi ve gerekse Ortodoks Kilisesi’nin önemli isimleriyle
yaptığı tüm görüşmelerde, “Sizin menfaatlerinizle Türkiye
Cumhuriyeti’nin menfaatleri örtüşüyor. Dışarıdaki tahriklere kulak
asmayın” demiştir.
DARBE OLACAĞINI 30 AĞUSTOS'TA ANLADIK
“Darbe olacak” haberlerini o kadar çok duyuyorduk ki kanıksamıştık.
Ancak ihtilalden 10 gün önce bu sözlerin çok da yanlış
olmadığını gösteren bir olay yaşadık. 30 Ağustos 1980...
Zafer Bayramı kutlamaları yapılacaktı. MHP yönetimi olarak
Genelkurmay Başkanlığı’na gittik. Sabah törenlerine katılıp oradan
da hipodromdaki geçit resmine dahil olacaktık. Bir yıl önceki
kutlamalarda komuta kademesinden hepimize büyük bir ilgi ve
yakınlık gösterilmişti. Ancak bu defa içeri girdiğimizde buz gibi
bir havayla karşılaştık. Kenan Evren törenin başlamasına çok az bir
süre kala geldi. Liderlerin ellerini sıkıyor ama hiçbirinin yüzüne
bakmıyordu. Hepimiz tedirginlik duyduk... Tören sonunda
merdivenlerden inerken Türkeş’e, “Bir anormallik var. Hipodromdaki
törenlere katılmayalım” önerisi getirdim. Türkeş haklı
olduğumu söyledi. Partideki toplantıda “Benim bu fotoğraftan
anladığım darbenin yolda olduğudur” dedim ve Türkeş de beni
onayladı.
TÜRKEŞ'İN EVREN'E YAZDIĞI MEKTUBUN SIRRI
ERBAKAN NASIL PİJAMASIZ KALDI?
TÜRKEŞ'İN EVRENE YAZDIĞI MEKTUBUN SIRRI
İhtilal sonrasında Türkeş’le Dil Okulu’ndaydık... Türkeş, Kenan
Evren’e bir mektup göndermeye karar verdi... Ekim ayının son
günleriydi. Türkeş, Evren’e mektup taslağını daktilo ettirmek için
beni odasına çağırdı... Türkeş söylüyor ben yazıyordum. Ancak
mektup ilerledikçe canım sıkılmaya başladı. Çünkü öyle ifadeler var
ki Türkeş’in onları kullanması mümkün değildi. Sonunda dayanamadım,
”Zatı alinize bu öneriyi kim getirdi?“ diye
sordum. GİK üyemiz Sait Bilgiç’in verdiğini söyledi. Bunun
üzerine, ”Olmaz efendim. Benim rızam yok böyle bir mektup
göndermenize“ dedim... Ancak çok canım sıkıldı. Çünkü o
mektup giderse, aşağıdan alan, adeta Evren’e ricada
bulunuyormuş izlenimi veren bir durum ortaya çıkacaktı. Türkeş
mektuptan söz etme dedi, ama mümkün mü?” “Durumu Sadi
Somuncuoğlu, Nevzat Köseoğlu, Cengiz Gökçek’e anlattım.
”Evren’in elini öpeceğiz“ deyince paniğe kapıldılar.
Topluca Türkeş’in odasına gittik... Türkeş yeni bir taslak
yazmamızı istedi... O ekip olarak ikinci bir taslak hazırladık. O
mektup 1 Kasım 1980’de Evren’e gitti.”
TAHA AKYOL'LA HÜCRE ARKADAŞLIĞI
Türkeş’in kaçışını organize ettik ve ben bir süre sonra Ankara’da
gazetecileri çağırıp teslim oldum... Dil Okulu’nda rahat durmayınca
bizi Mamak’ta A Blok, Tecrit 2, Ön 38 numaralı hücreye aldılar.
İdam mahkumlarını da Ön 35 ve 36 numaralı hücrelerde tutuyorlardı.
Oda arkadaşım Taha Akyol’du. O hücrelerde bugün bile tartışılan,
hesap sorulması gereken birçok iddiaya şahit olduk. Mesela
bizden önce yanımızdaki hücrede kalan ülkücü bir genç için “Kendini
astı” diye tutanak tutmuşlar. Ne kadar doğru belli değil.
Çünkü orada bir insanın intihar etmesi mümkün değildi. O imkan olsa
zaten ben kendimi asardım. Böyle soru işaretleri taşıyan olaylar da
oluyordu. Mesela nöbetçi bir er geliyor, “Yandaki kendini asmış”
deyip gülmeye başlıyordu.
MAMAK CEHENNEMİ
Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetik’ti. Tetik, gaddar, insanlıktan
nasibini almamış bir adamdı. O dönem cezaevinde 3 sol
görüşlü, 2’si sağ görüşlü 5 kişiyi döverek öldürttüğü iddiaları
vardı. Ölümlerin ardından cezaevi doktoruna “İntihar etti”
raporları düzenlettirildiği söyleniyordu. Bunların
hiçbirini ispatlayacak durumda değilim ama bu dedikodu çok
yaygındı. Hücreler korkunç yerlerdi. Bir delikten ışık sızıyor.
Aşağıdan size bir yoğurt kasesinin içinde günde bir sefer çaya
benzeyen şeyler veriyorlardı. Bunu almak için elimi uzattığımda
çavuşun elimi ezmesini hâlâ unutmuyorum. Çavuş elime basınca sıcak
su elime döküldü... Hücrelerde gece mi gündüz mü anlamınız mümkün
değildi. Öyle bir psikoloji ki, artık hayat bizim için bitmiş gibi
hissediyorduk.
ERBAKAN NASIL PİJAMASIZ KALDI
MSP’liler 11 ay yattıktan sonra Dil Okulu’ndan topluca tahliye
oldu... Aradan sadece üç gün geçti. Biz odadayken kapı açıldı ve
Erbakan Hoca lacivertleri çekmiş bir halde kapıdan içeri girdi.
Bayramlaşmak için yanımıza geldiğini düşündük. Ama çavuşun elinde
pikeleri görünce durumu anladık. Erbakan Hoca durumu
”Kırıkkale’de bir bakkal dükkanında kaset bulmuşlar. Onunla ilgili
ifade vermeye gittim, tutukladılar“ sözleriyle anlattı.
Önümüzde 9 günlük bayram tatili vardı. Erbakan Hoca’nın ise bir tek
kıyafeti bile yanında değildi. Hoca’yla ölçülerimiz tutunca temiz
olan bir takım pijamamı, el havlusu, banyo havlusunu kendisine
verdim.