Türker, Bayülgen'i bombaladı
Abone olKeskin kalem Yıldırım Türker neşterini bu kez Okan Bayülgen'e vurdu. Türker'e göre 'özgüven' ve 'casaret' kavramları Bayülgen'de müthiş bir senteze ulaşıyor.
Radikal 2'nin 'keskin kalemi' Yıldırım Türker, neşterini bu kez
ünlü sunucu Okan Bayülgen'e vurdu. Bayülgen'in popüler kültürünü
eleştirip, alay ediyor görüntüsü verse de popüler kültüre tastamam
eklendiğini dile getiren Türker, ayrıca, 'özgüven' ve 'cesaret'
olgularının ünlü sunucuda muhteşem bir senteze ulaştığını söyledi.
Türker'in başlıklı yazısı, Okan Bayülgen okumaları açısından ilgi
çekici bir metin olma iddiasında:
Yazı: Yıldırım Türker
Kaynak:
Popüler kültürün aynasında özgüven ile yan yana durup kendimize
baksak neler görürüz. Bu toplumun çocuklarının önemli sorunlarından
birinin özgüven olduğunu biliyoruz, değil mi? Öyleyse bu derdimizin
popüler gösteri dünyasındaki yansımalarını tartmak bir şeyler
gösterebilir.
İçtenlik, açık sözlülük gibi özgüven de performans alanının canı
olan yanılsama makinesinin önemli dişlilerinden. Ama özgüven,
içtenlik-açık sözlülükten farklı olarak her şeyin başlangıcı olan,
artık dile bile getirilmeyendir. Bu alanda varoluş mücadelesi
verenlerin samimiyet puanı ikide bir dile getirilirken, sadece
kendilerini ortaya atmış olmaları bile artık özgüvenlerini tartmayı
gereksiz kılıyor.
Özgüven, bir star adayında elbette olmazsa olmaz bir özellik.
Kendinde olanı kimileyin binle çarparak taşımak gerek. Kendinin
güzel, zeki, yetenekli olduğuna inanmazsan, kitleleri inandırmanın
imkanı yoktur. Starlık doğası icabı sıkı bir özgüven gerektirirse
de bizim kültürümüzde bir star adayının denetimsiz özgüveni
tüketici kitlesinde çok daha hipnotik bir alan yaratır. Nedense,
zengini de yoksulu da; okumuşu da okumamışı da, kadını da erkeği
de; özgüven konusunda yaralı bir millet olduğumuzu söylesek başımız
ağrımaz. Sivrilmek, ortaya çıkmak, görünür olmak, farklı olmak, bu
topraklarda köklü birer küfürdür. Bu küfrün altında ezilenler,
çoğunluktur. Dolayısıyla, sivrilmek için mücadele etmeyi,
farklılığı uğruna savaşmayı, kendi olmakta ayak diremeyi için için
yakışıksız bulup aşağılayan bir halklar bütünü olarak özgüvenin
nasıl hipnotik bir gücü olduğunu tartabiliriz. Köyünde Memedali
beye benzeyenleri 'yavşak', 'zevzek', 'zenne gılıklı' diye
kovalarken televizyonda onun programlarına kilitlenenleri anlamak,
kendimizi anlama yolunda bir adım elbet. Bütün yakınlarını farklı
olmasınlar, ortalara dökülmesinler diye baskı altında yaşatan,
kendisi de onların aynı yollu baskılarıyla yoğrulmuş insanlar,
temaşa yoluna düşmüşleri ancak iktidarlarıyla bağışlar.
Bağışlamakla da kalmaz, bağrına basar. En önemlisi, orada sivrilen
farklılık da tehditkâr, cemaati sarsacak bir öneri değil, farklılık
simülasyonudur. Bütün pazarlıklara ve uzlaşmalara açık bir
çıkıntılık hali.
Orada, o cilalı zirvede, kendi olamadıklarının bir başkası
tarafından başarılmışlığını izlerken tüketicinin ruhunda aşk -
nefret fırtınaları esmesinden söz etmeyeceğim. Daha ötesine bakalım
isterim. Tüketicisi, starının karşısında ezilmediği takdirde onun
pırıltısını algılayamaz. Bir dizide en ufak role çıkmanın
insanların hayatındaki bütün dengeleri rahatlıkla altüst
edebildiğini unutmayalım.
Tüketicinin en büyük hayranlığı, o 'içinden geldiği gibi'
konuşabilen insanadır. Söz konusu yırtmışın ne gibi bir sanatla
iştigal ettiğini bile umursamaz çoğunluk. Seren Serengil, hayır
şarkıcı olarak değil, saatlerce izlenmekle kalmaz; verdiği dersler
ve sergilediği 'tavır'dan da yararlanılır. Ciddiye alınır. Rahat
konuşmaktadır. Dobra bir kıza benzemektedir.
Mark Twain'in veciz sözü, gerçekten de abartılı değildir: "Bu
hayatta cehalet ve özgüvene sahipseniz yeter; başarı kesindir."
Cehaletle şişirilmiş özgüven, münasebetsiz bir yırtıklığı da
kaçınılmaz kılar elbet. Ama ne gam. Özgüveninizle tecavüz
ettiğiniz, hipnotize ettiğiniz, en derin, en ince yerinden
vurduğunuz tüketiciniz, sergilediğiniz kendinden emin, sarsılmaz
tavır karşısında her şeyinizi yalayıp yutacaktır.
...................................
Geçen gün, İstanbul Film Festivali'nin kapanış gecesindeki ödül
törenini canlı yayından izliyordum. Geçen yılki, en nazik tabiriyle
münasebetsizlikleriyle festival düzenleyicilerini hiç incitmemiş
olsa gerek, bu yıl da sunuculuk görevi Okan Bayülgen'e verilmişti.
Bayülgen, bu memleketin zeki ve hazırcevap bir vatandaşı. Kelimenin
tam anlamıyla bir 'celebrity'. İlk çıktığı dönemde farklılığı,
popüler dünyaya eğreti duruşuyla nice gönüller fethetmiş olan bu
delikanlı zamanla kolay avlarını önümüzde aşağılamak; bu gün
manken, yarın fotomodel bir saftoronu orta yerde şamar oğlanına
çevirmekle kendisine sarsılmaz bir kariyer yaptı. Had bilmez, hudut
tanımaz özgüveniyle karşısına çıkan akıllı uslu insanları bile
serseme çevirebilen, gürültüsüyle yıldıran bir showman. En
tahammülsüz, en burnundan kıl aldırmaz, en kimseye borcu yok
taklidini onun kadar ustalıkla yapabilenini tanımadık.
Magazincilerle kapışıyormuş gibi yapıp en büyük magazin payını
koparan, o. Anarşist ruhlu, pire için yorgan yakacak tıynette
görünüp hep önümüzde tekmeleyerek bize şikayet ettiklerinin
yanından ayrılmıyor. Kütüklere tokgözlülük, zeka, entelekti temsil
edermiş gibi yazılıp, kendisine iyi kötü bir 'fikir' programı
yönettirilmesinin yanı sıra ne dedikodu programlarında karmaşık
gibi görünen sıkıcı aşk yumaklarını önümüzde açmaktan vazgeçiyor,
ne çeşit çeşit reklamın ardından sırıtmaktan.
Mahcup zevki magazin olan; ama izlemeye bayıldığı insanlardan
farklı olduğunu hissetme ihtiyacındaki şehirli beyaz kesimin
popüler alandaki casusu sanki. Sanki o alanın dışında kalmış.
Televoleleri kaçırmayan mazbut, okumuş şehirliler kadar.
Bayülgen'in hayranları kimliklerini, ayakta tuttukları, şehvetle
tükettikleri magazin ile belirlemek istemedikleri için onlara bu
hayat içinde gülünesi noktaları işaret eden, sanki dışarıdaymış
gibi yapıp iktidarını en merkeze kuranıyla, Bayülgen'le
özdeşleşiyor kaçınılmaz olarak. Onu, kendilerinden buluyorlar. O da
engin cehaletiyle her şeyi bilen, her konuda yırtıcı bir doğru
sözün altına imza atabilecek batılı göz olarak sivrildikçe
sivriliyor. İstanbul Film Festivali de bu müstesna saygısızdan
vazgeçemiyor işte. Sahneye çağırdığı onur konuklarından ünlü
yönetmenin adını bile doğru söyleyememesi, özür dileyip altta
kalacak değil ya, bir de dönüp kadını hırpalaması ne hoş. Yahu bu
çocuk ne müthiş idare ediyor, değil mi? Tam bizim gibi. cehaletle.
Ve özgüvenle.