Türk'e saldırı, yazarları birbirine düşürdü
Abone olÇok güzel açılım... Yap sen de yap...” yazdırsınlar. Daha da akıllanmıyorsa, Habur sınır kapısına bırakıp gelsinler... “
Bugünkü makalesinin başlarında Enis Berberoğlu – Ertuğrul
Özkök kıyaslaması yapan ve Enis Berberoğlu’nun hem “iyi bir
gazeteci” ve hem de “iyi bir insan” olduğunu belirten Kekeç,
Ertuğrul Özkök’ün ise özünde “Kötü bir İnsan” olduğunu
savunuyor.
KANTARIN TOPUZU KAÇTI!
"Ahmet Türk'e saldırı" olayında da medyamız ikiye bölündü. Bazı
yazarlar (örneğin Yılmaz Özdil)
Ahmet
Türk’ün yumruklanması
olayına “destek” verirken
kimi yazarlar ise bu desteği veren yazarları kıyasıya
eleştiriyorlar. Destekçileri eleştirenlerden biri,
“kantarın topuzunu
kaçırdığı” konusunda çok
sayıda meslektaşımızın mutabık olduğu
Ahmet
Kekeç.
Bugünkü makalesinin başlarında Enis Berberoğlu – Ertuğrul Özkök
kıyaslaması yapan ve
Enis
Berberoğlu’nun
hem “iyi bir
gazeteci” ve hem
de “iyi bir
insan” olduğunu
belirten Kekeç, Ertuğrul
Özkök’ün ise
özünde “Kötü bir
İnsan” olduğunu
savunuyor.
Bir gazetecinin, refikleriyle ilgili
“tecessüs”
geliştirmemesi, rakip
gazetenin “mutfak
içi” işleriyle
ilgilenmemesi, mutfak içi işleri sorgulamayı görev edinmemesi;
kendini hep bir “tenezzül
çizgisi”nde tutması
gerektiğine de işaret eden Kekeç,
“Ben de öyle
yapacağım” diyerek şöyle
devam ediyor:
Hz.
İsa çarmıha gerildiğinde
yüzü gözü kan içindeydi, bedeni acıların çokluğundan onları duymaz
olmuştu. Ve fakat buna rağmen şöyle yalvarıyordu
Allah’a: “Baba sen onları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar”… Ahmet Kekeç gibi hoşgörülü bir arkadaşımızın da Yılmaz Özdil’e böyle bir nezaketle yaklaşmak yerine “Göze göz, dişe diş” hesaplaşmasıyla girişmesi hoş kaçmamış… Adnan Berk Okan |
“Ertuğrul Özkök gitti... Fehmi Koru’nun
yazdıkları mı etkili oldu, Aydın Doğan güç merkezlerinden talimat
mı aldı, hükümet mi baskı yaptı, bilmiyorum... Ben bu durumu ‘idari
bir tasarruf’ olarak görüyorum... Dolayısıyla, giden ‘kötü’nün
durumuna bakarak, gelen ‘iyi’ye ekstra bir paye
biçmiyorum.”
ÜLKÜCÜ – ULUSALCI KIRMASI ÖZDİL
Kekeç’e
göre Ertuğrul
Öztürk, çevresinden dolayı
değil, kendisi kötü olduğu için kötüydü…
Enis Berberoğlu
ise, çevresi iyi olduğu için değil,
kendisi iyi olduğu için iyidir...
Ahmet Kekeç
bu nüansı hatırlattıktan sonra; giden
kötünün kötücüllüğünün, Enis Berberoğlu’na
bakarak daha iyi anlaşıldığını iddia ediyor.
Daha sonra sözü Yılmaz
Özdil’e
getiren Kekeç
Özdil’in;
“ülkücü-ulusalcı kırması bir
şey” olduğunu
belirtip “İzmirli” olduğunu
hatırlatıyor...
Bu hatırlatmaya rağmen, Yılmaz Özdil’in “İzmirliliği” hakkında şüpheleri olduğunu ima eden
Kekeç,
konunun ancak
Yalçın Küçük
veya Soner Yalçın tarafından netleştirilebileceğinin altını çiziyor…
BU
KAFAYA BERBEROĞLU NE YAPSIN?
Bu girişten
sonra Yılmaz
Özdil’in,
Ahmet
Türk’ün yumruklanmasına
destek niteliği taşıyan ve HÜRRİYET’te “Yumruk” başlığı
altında yayımlanan makalesinden söz deden
Kekeç yazısına şöyle devam ediyor:
“İnsanlığınızdan utanmayacaksanız, ‘Bu da
neyin nesi?’ demeyecekseniz, ‘Hâlâ bu görüşler nasıl bir gazete
sütununda kendisine yer bulabiliyor’ diye hayretlere gark
olmayacaksanız, bazı alıntılar yapmak
istiyorum.”
Ahmet
Kekeç bunları yazdıktan
sonra Özdil’in adı geçen
makalesinden bazı bölümler sunuyor ve
“Bu kafaya Enis Berberoğlu ne yapsın,
Aydın Doğan ne yapsın, mahkemeler ne yapsın?”
diye soruyor…
ÖZDİL’İ HABUR SINIR KAPISINA BIRAKSINLAR!
Makalesinin
Sonuna doğru sinirlerine hakim olamadığı gözlenen
Ahmet Kekeç;
bu ülkede bir Basın Konseyi, bir
Gazeteciler Cemiyeti, bir Gazeteciler Sendikası, adaleti tesisle
yükümlü yığınla “tecziye
organı” olduğunu ama,
titreyip kendine dönmesi için kendisinin bir ceza öngördüğünü
hatırlattıktan sonra makalesini şu “yıkıcı” tespitleri ve
temennileriyle sonlandırıyor:
“Bunu alsınlar, kafasına bidon
geçirsinler, eline harita verip mayınlı arazide altı ay
yürütsünler... Akıllanmıyorsa, dağa kaldırıp Peşmergelere
yalatsınlar.
Daha da akıllanmıyorsa, Ergenekon İddianamesi ve ek klasörlerinden
sözlüye kaldırsınlar.
Daha da akıllanmıyorsa, eline “Enter” tuşu iptal edilmiş bir
bilgisayar verip beş milyon kez “Baba bana bal al... Al sen de
al... Deniz açılım yap... Çok güzel açılım... Yap sen de yap...”
yazdırsınlar.
Daha da akıllanmıyorsa, Habur sınır kapısına bırakıp gelsinler...
“