Türkçe'yi katlediyoruz, 'Okey mi!'
Abone olDil Derneği Başkanı Sevgi Özel, Avrupa Yakası dizisinde kullanılan Türkçe’yi eleştirdi, başlattıkları dil savaşını anlattı. Nesrin Yanık Çorakbaş'ın röportajı..
İNTERNETHABER ÖZEL- Yazar Sevgi Özel, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil
Derneği’nin yerinde yeller estiğini belirtirken, Türk Dil
Kurumu’nun resmi kurum olmasının sakıncalarını anlattı. Sevgi
Özel’in iddiasına göre, Türk Dil Kurumu şu an Türk dili üzerine
çalışmıyor!.. Toplum olarak son günlerde en çok tartıştığımız
konuların başında, Avrupa Yakası adlı televizyon dizisinde
Nişantaşı güzellerinin kullandığı “Kal geldi, oldu gözlerim doldu,
oha falan oldum…” söylemleri geliyor. Türk dil uzmanları ve
edebiyatçılar arasında ‘sokak dili’nin anadilimiz Türkçe’ye zarar
verip vermediği konusunda bir görüş birliği yok! Bazıları bu dilin
yaşayan dil olduğunu ve kullanılmasının doğal olduğunu savunurken,
sokak dilinin Türkçe’ye ciddi zararlar verdiğini iddia edenler de
çok. Ancak, kim ne derse desin artık sokakta konuşan iki kişiden
birinin yarı şaka yarı ciddi de olsa bu söylemi diline taşıdığı da
bir gerçek… 1987’den beri, Türk dili çalışmalarını Dil Derneği
çatısı altında sürdüren ve kendisini ‘dil savaşçısı’ olarak
tanımlayan yazar Sevgi Özel ile, “Türkçe’yi nasıl konuşuyoruz,
nasıl konuşmalıyız, Türkçe’ye kimler zarar veriyor” sorularına
yanıt aradık… Türk Dil Kurumu’dan neden ayrıldınız, Dil Derneği’ni
kurmaya neden gerek duydunuz? Ben, 1971- 83 yılları arasında
kurumda çalıştım. Biz çok şanslıydık, çünkü Atatürk’ü tanımış,
onunla yaşamış insanların tecrübelerinden faydalanabildik. Bu
insanlar, Atatürk’ün masasında oturabilmiş, dil işlerini onunla
konuşup tartışmış insanlardı. Kurum, 51 yıl içinde çok iyi çalıştı.
Türkçe’nin arılaşması, yazım kurallarının belirlenmesi, genel
sözlüğün yapılması açısından iyi işler yapıldı. Ama bir yandan da,
Atatürk’ün ölümünden sonra dil devrimi ve harf devrimi, karşı
devrim tarafından hep tepki aldı. Neden, çünkü eskiye dönüş
özlemleri baskın çıktı. Eski yazı ve dil; din ile bağlandırılmıştı.
Okur-yazarlık düzeyi çok düşük olan halk, eski yazıyla yazılmış bir
gazete kağıdını bile dinsel içerikli sayıyordu. İmparatorluğun
alimleri bundan çok faydalanıyordu; vatandaş dilekçesini de,
muskasını da onlara yazdırıyor, onlar da Allah ne verirse alıyordu.
Gördüğünüz gibi çıkar ilişkileri hiç değişmiyor. Karşı devrimin
harf devrimine, Türk devrimine karşı duruşunun nedeni bunlardır.
Geçmişe özlemin kökeninde bunlar var. Atatürk’ün milliyetçiliğinde;
din ve ırkın yeri yoktur. Onun ulusçuluk kavramında; evrensel ve
çağdaş değerleri sanatla harmanlamak var. Eskiye özleme dayanan
milliyetçilikte, din ve ırk önemlidir. Bunu körüklemek için de, her
türlü fırsatı kullanırlar. Bugünkü Türk Dil Kurumu’na neden
karşısınız, kurumun misyonunda ne değişti? 1987 yılında Dil
Derneği’ni kuran üç kişiden biriyim. Ali Püsküllüoğlu, Haldun Özel
ve Sevgi Özel. Biz üçümüz yola çıktık. Dil konusunda çalışıyoruz.
Atatürk’ün kurumu hukuksal olarak kapatılmıştır. 1932- 83 arasında
kurulan kurum Atatürk’ün kurduğu kurumdur, 1983’ten beri yaşayan
kurum ise Kenan Evren’in kurduğu kurumdur. Kurum deyince
alınıyorlar, ama gerçek bu. Türk Dil Kurumu, 1983’ten beri resmi
bir kurumdur. Resmi kurum olması, bu kurumun amacından sapmasına
yol açtı. Kenan Evren ve arkadaşları bu kurumun içine; yıllar yılı
Atatürk’ten, dil devriminden sapmış, “Dilde devrim olmaz, dilde
devrim demek solculuktur, komünistliktir, bölücülüktür” diyen
insanları atadı. O dönemin yayınlarına bakarsanız; “Atatürk dil
devriminden vazgeçmiştir, Osmanlıca sözcükler atılamaz, onlar
dilimizin parçasıdır, yaşayan dilin unsurlarıdır” diyen insanlar
kuruma getirilmiştir. Örneğin; güncel ya da görsel sözcükleri
solcuların uydurmasıdır diyen bir profesör, bu kurumda başkan oldu.
Sonra kendisi çıkıp televizyonlara görsel sözcüğünü ballandıra
ballandıra kullandı. Şimdi burada bir iki yüzlülük var. Toplumdan
tepki alınca, ‘devrim’ sözcüğünü ‘inkılap’ sözcüğüyle
değiştirdiler. Okullara genelge yayınladılar, inkılap kullanılacak
dediler. Bugün dikkat edin, bu sözcüğü doğru söyleyen kaç kişi var.
Ayrıca ‘inkilap’ derlerse ‘köpekleşmek’ oluyor, anlamı değişiyor.
Devrim sözcüğünü kaç kişi yanlış söyler? Yabancı kelimelere Türkçe
karşılıklar diye bir kitap yayınladılar. O kitapçıkta 100 sözcük
varsa en fazla 5 tanesi yeni üretildi. Yeni diye öne sürdükleri
sözcüklerin çoğu, eski dönemdeki bilim adamlarının ürettiği
sözcüklerdi. Başkalarının çalışmalarını “biz yaptık” diye ortaya
çıkardılar. Devrim sözcüğünü, geçen yıla kadar ‘katlanma, bükülme,
çevrilme’ diye tanımladılar kendi sözlüklerinde. Toplumdan gelen
tepkiler ve Dil Derneği’nin sürekli savaşıyla bu yıl düzelttiler.
Beş profesör, 51 yıl çalışan insanların emeğini aldılar. Sözlükten
kocaman kocaman telif ücretleri aldılar. Saymakla bitmez yapılan
yanlışlar. Atatürk’ün Dil Kurumu’nda bunların hiçbiri yaşanmadı.
İnsanların çoğu, gönüllü çalıştı. Biz kesinlikle, onlarla aynı
alanı paylaşmıyoruz. Onlar ‘lisan inkılabı’ alanını paylaşıyorlar,
biz ‘dil devrimi’ alanını paylaşıyoruz. Dil Derneği ve Türk Dil
Kurumu’nun aynı anda faaliyette olması, insanların kafasını
karıştırmıyor mu? Tabi ki karıştırıyor. Atatürk, bu kurumun siyasi
otoritenin etkisi altında kalmasını istemiyordu. Bu yüzden
kuruluşunu ‘dernek’ olarak yaptı. Resmi kurum yapmadı. Şimdi
karşımızda resmi bir kurum var. Bu kurum, 1985’ten bu yana
‘ilkokul’u bir ayrı yazdı, bir bitişik yazdı. Kitapevini hala ayrı
yazıyor, ‘ayşekadın’ fasulye demek, kurum bunu ‘Ayşe kadın’ diye
ayrı yazdı, ayşe’nin a’ sını büyük yazdı. Arapsaçı diye bir sözcük
var; bir bitkidir, onu ayırdı. Eski gördükçe birleştiriyor. Olmadık
sözcüklerin üstüne şapka koydu. Memur, Ferhat gibi. Türk Dil
Kurumu’nun, şu an Türk dili üstüne çalışmadığını iddia ediyorum.
Devletin olanaklarını kullanarak gösteri yapıyor. Devletin
olanakları kötüye kullanılıyor. Birkaç yıldır Türkiye’de
operasyonlar yapılıyor. Bunlardan birisi olan Akrep Operasyonu da
Türk Dil Kurumu’na yapıldı. Trilyonlar yok oldu, barda pavyonda
yendi bu paralar. Oysa Kenan Evren, Atatürk’ün kurumunu geriye
dönük bir biçimde 10 yıllık süreyle inceletti ve hiç bir şey
bulunamadı. Bir kuruş bile kötüye kullanılmamıştı. Kurumu kapatmak
için her yolu denedi ve sonunda hukuk tanımazlığa kılıf buldu.
Anadilimizin korunması ve kullanılmasıyla ilgili Dil Derneği neler
yapıyor? Bir kere Türk Dil Kurumu ile bizim olanaklarımız aynı
değil. Türk Dil Kurumu; Milli Eğitim Bakanlığı kanalını kullanıyor.
Saçma sapan sözlükler, bakanlık kanalıyla okullara dağıtılıyor. Bir
anlamda yel değirmenleriyle boğuşuyoruz. Bunun yanında, basın
organlarının çoğu ve kültür yayıncıları Dil Derneği’nin hazırladığı
ürünleri kullanıyorlar. Aydınlar, yazarlar, çağdaş insanların çoğu
Dil Derneği’ni destekliyorlar. Özellikle 80’li yıllarda doğan
gençlerin ilgisini çekmeye başladı Dil Derneği, genç üye sayımız
çok arttı. 12 Eylül’ün asıl mağdurları, o çocuklardır. Her şeyleri
elinden alındı. Pek çok etkinlik yapıyoruz, bilim kurultayları
düzenliyoruz, yayınlar çıkarıyoruz. Ekonomik açıdan biraz daha
düzlüğe çıktık. Bağışlar arttı, ilgi çoğaldı, ilgi çoğalınca biz de
işimize daha bir sıkı sarılmaya başladık. Her aydınlanmacı kurum
gibi ekonomik sıkıntılar çekiyoruz, ama şimdilerde daha umutlu ve
coşkuluyuz. Bu ilgi sözde kalmıyor, gençler etkinliklerimize
katılıyor. Bize yardımcı olmaya çalışıyorlar. 2005 yılından
itibaren yayın ağımız daha da genişleyecek. Örneğin okullar için
bir sözlük bastık, eylül başından bu yana satışımız 10 bin
civarında. Bu çok heyecan verici. Yürekli öğretmenler ve aydınlar
bize destek oluyor. Bu rakamlar başarımızın sonucudur. 80’in kuşağı
sorgulama yeteneklerini kazanmaya başladı. Yeni projelerimiz var.
Rekabet ortamı olduğu için fazla açıklamak istemiyorum, ama 2005
yılında ilk örneğini Dil Derneği’nin yapacağı çalışmalarımız var.
Geçenlerde bir televizyon programında, genç bir dinleyici Milli
Eğitim Bakanı’nı kullandığı yabancı sözcüklerden dolayı eleştirdi.
Bakanın ona yanıtı, “Türkçe’yi bu kadar ırklaştırmayın, dilimize
gelip yerleşmiş sözcüklerin kimseye zararı yoktur” oldu. Bu
yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yaklaşım beni hiç
şaşırtmaz. Milli Eğitim Bakanı, yaşayan Türkçe’nin
savunucularından. Yaşayan Türkçe nedir biliyor musunuz, dil
devrimine karşı uydurulmuş bir masaldır. Milli Eğitim Bakanı genç
bir insan, ama 40’ların 60’ların yaşayan Türkçe kalıbını savunuyor.
Yaş olarak genç, ama düşünce olarak yaşlı. Yabancılar şöyle
soruyor, “Sizin dilciler Türkçe’yi neden sevmiyor?” Biz bunu bir
türlü anlatamadık. Hollandalı bir Türkolog bana bunu sorduğunda,
nereye kaçacağımı bilemedim. Ama Milli Eğitim Bakanı’nın kafası çok
karışık. Bir gün televizyonda son derece arı bir dille Türkçe
konuşurken, başka gün bir bakıyorsunuz söylediklerinden pişman
olmuşçasına Osmanlıca sözcüklerle konuşuyor. Milli Eğitim
Bakanı’nın önce kendisinin netleşmesi lazım. Hangi ocaklardan
yetiştiğini biliyorum, içten olmadığına inanıyorum. Bu anlamda
söylediklerine şaşırmadım. Türkçe’den uzaklaşmamızda, eğitim
kurumlarının ve eğitimcilerin çok önemli bir rolü olduğu
yadsınamaz. Sizce, anadilimizi yitirmeye nerede ve nasıl
başlıyoruz? Bu kadar karamsar olmayalım. Her şeye rağmen, dil
devrimi gümbür gümbür gidiyor. Türkçe’nin özelliklerini ve
niteliklerini anlatan pek çok eser yayınlanıyor. Ama biz, özellikle
medya kanallarında hep kötü örnekler olduğu için, “dil elden
gidiyor” diye yırtınıyoruz. Şu bir gerçek, Türkçe’nin eğitim ve
öğretimi çok kötü yapılıyor. Müfredata bakıyorsunuz, eskiye yama
yapılmış. Avrupa’daki Türk çocuklarının 200-300 kelimeyle
konuştuğunu öğrenen bakan duruma el atıyor. Değişen ne, hiç bir
şey! Avrupa’ya gitmesine gerek de yok, biz bunca yıldır anlatıyoruz
dinleyen yok. Test yönteminin baskınlığı, bilgiyi sınayan değil,
anlık becerileri sınayan bir sınav anlayışının olması, yabancı dil
öğrenimin sağlıksız biçimde yapılması, Türkçe eğitimini
zorlaştırıyor. Bakın biz yabancı dil öğrenilmesine karşı değiliz.
Biz yabancı dille öğretime karşıyız. Biz sömürge miyiz? Bunun
herkes farkında, ama kaldırmak için hiç bir şey yapmıyorlar.
Çocuklarımız, önce Türkçe düşünmeyi öğrenmeli. Boynuna az
gelişmişlik etiketi, yazgı gibi takılan bu ulusun çocukları;
şartları ve ölçüleri dahilinde bir veya birkaç dili öğrenmeye
mecburdurlar. Ne olup ne bittiğini bu şekilde öğrenebilirler. “Kal
geldi, bay geldi, oha falan oldum, dumur oldum vs.” gibi
kullanımlar, medyadan kulaklarımıza ve dilimize yerleşiyor. Ve bazı
edebiyatçılar, bunların yaşayan dil olduğunu söyleyerek,
eleştirilmesine karşı çıkıyor. Dil Derneği’nin bu kullanımlara
tavrı nedir? Biz tavrımızı sık sık dile getiriyoruz. Her dilde argo
var, bunlar o dilin zenginlikleri, güzellikleri. Ama bütün bir
yaşam boyunca insanlar argo konuşurlarsa, ya da bir dizinin bütün
konuşmaları bunlara dayanırsa, bu yanlış olur. Öykü ya da
romanların kahramanları da böyle konuşabilir. Yazar olarak bizler
bu kişileri böyle konuşturmak zorundayız. Ama kahramanımız bütün
roman boyunca küfür ediyorsa, ben buna karşı çıkarım. En büyük
gazetelerimizden birinin genel yayın yönetmeni “Ben o sokak dilini
seviyorum” diyor. Ne demek sokak dili canım, böyle şey olmaz!
TBMM’deki milletvekillerini de Türkçe’yi doğru konuşmadıkları için
eleştirmiş, hatta aralarında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, İçişleri
Bakanı Abdulkadir Aksu, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım`ın da
bulunduğu bakan ve milletvekillerine ücretsiz dil dersi vermeyi
önermiştiniz. Bu çağrınıza yanıt veren oldu mu? Hiç yanıt veren
olmadı, yalnızca AKP’de değil, diğer parti üyelerine de teklifimiz
geçerli. Dil dersi almak isterlerse, kapımız herkese açık.
Günümüzün siyasi liderleri Türkçe’yi nasıl kullanıyor? Deniz Baykal
önceleri iyiydi, ama son zamanlarda heyecanından olsa gerek biraz
kötüleşti. Türkçe’yi iyi konuşan milletvekilleri de var tabi, ama
şu an aklıma gelmiyor. Başbakan büyük çoğunlukla arı bir Türkçe
konuşuyor. Ama sorsanız, dil devrimine karşı olduğu ortaya çıkar.
Aslına bakarsanız, hemen hemen bütün siyasetçilerimiz öz Türkçe
kelimeleri kullanmaya çalışıyorlar, ama dil devrimi karşı
çıkıyorlar. Dil bilimciler, insanların konuştukları sözlere ya da
yazılarına bakarak, o kişinin yaşını, cinsiyetini, pek çok
özelliğini belirleyebilirler. Ben bu işe yıllarını veren bir insan
olarak; Tansu Çiller’in ekonomi bilmediğini söylemiştim. Dönemin
gazetelerine bakarsanız, bunu okuyabilirsiniz. Bir ev hanımına en
iyi bildiği şeyi sorsanız, mesela turşu yapmak deseniz; size
eksiksiz ve hızlı bir şekilde bunu anlatır. Ama siyaseti
sorarsanız, doğru dürüst konuşamaz. Tansu hanım inanmadığı şeyleri
söyledi ve inandırıcı olmadı. Şimdiki konuşmalarına bakıyorum, daha
inandırıcı geliyor. Çünkü artık iktidar değil. Süleyman Demirel,
Bülent Ecevit ‘in Erbakan’ı kastederek söylediği “Eşgüdüm içinde
hareket edeceğiz” lafını, “Neyi güdeceklermiş” diyerek eleştirdi.
Daha sonra kendisi Cumhurbaşkanı olunca, bu eleştirdiği “eşgüdüm”
lafını sıkça ağzına aldı. Bülent Ecevit, sağlık problemleri
başlayıncaya kadar Türkçe’yi çok güzel kullanıyordu. Ancak
sonraları, o da ‘inşallah’ ve ‘maşallah’ları sıkça kullanmaya
başladı. Tayip bey, başbakan olduktan sonra biraz daha iyi
konuşmaya başladı. Ama o da sıkça inşallah kullananlardan. Türkçe,
bugün inşallah ile okey arasına sıkışıp kaldı. İşte biz, bunun
savaşını veriyoruz. Derneğiniz her yıl ‘dil ödülleri’ dağıtıyor.
Hangi dallarda ödül veriyorsunuz? Üç ödülümüz var. Bunlardan ilki;
Dil Derneği Ömer Asım Aksoy ödülü. Her yıl değişik bir türe
veriyoruz. 2005 yılında bir şiir kitabına vereceğiz. Geçen yıl,
Feridun Andaç öykü kitabıyla kazandı. Dil Derneği Beşir Göğüş
Ödülü, Türkçe’nin eğitimi, öğretimi ya da bu konuyla ilgili olarak
yapılan bilimsel çalışmalara veriliyor. Bu ödülün katılım süreci
yeni bitti, şimdi değerlendirme yapılıyor. Sonuçlar da 12 Şubat’ta
açıklanacak. Bir de yeni bir ödülümüz var; Dil Derneği Kerim Avşar
ödülü. 2005’ te bir oyun yazarına vereceğiz. Dönüşümlü olarak
oyuncu ,yönetmen ve yazara verilecek. Sevgi Özel her şeyden önce
bir edebiyatçı, bir yazar. 2005 yılı içinde yeni kitabınızı
okuyacak mıyız? Şimdi dil yazılarımı güncelleştirdiğim bir kitabım
var; ‘Dilimde Tüy Bitti’. Gündemimde o var. Dil yazılarından oluşan
bir kitap. Bir belgesel romanım çıkmak üzere, şu an yayınevinde.
1999 depremini yazdım. Bir daha belgesel çalışmayı düşünmüyorum.
İnsanı çok sınırlıyor. Aslında ben öykücüyüm, öyküyü daha çok
seviyorum. Sanırım bundan sonra da roman ve öykü üzerine
yoğunlaşacağım. Atatürk’ün 12 Temmuz 1932’de kurduğu Türk Dil
Kurumu’nun öyküsü: Halk devrimini gerçekleştiren Dil Encümeni adlı
birim, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir devlet dairesi biçiminde
dil işlerini yürütecekti. Böylece dil işleri, Milli Eğitim
Bakanlığı içersinde esnek bir yapıda devam edecekti. Ancak
Atatürk’ün beklediği olmadı. Dil işlerine Milli Eğitim Bakanı da
karıştı, milletvekilleri de karıştı ve tartışmalar büyüdü, o
encümen çalışamaz oldu. Bu arada Atatürk, 1931’de Tarih Kurumu’nu
kurmuştu. Tarih Kurumu’nun ilk kurultayında Atatürk, dil
uzmanlarını Çankaya’ya çağırdı. Onlara dedi ki; “Arkadaşlar, Tarih
Kurumu’na kardeş bir kurum kurmanın zamanı geldi. Dil Kurumu’nu
kurmamız gerek, çünkü bakanlığına bağlı dil encümeni görevini
yapamıyor.” Dil işleri, o dönemde son derece sancılı bir
durumdaydı. Atatürk’ün sözlerinden sonra hazırlıklara başlanması
kararlaştırılıyor. Ancak zaten her türlü hazırlığı kendisi yapmış,
İçişleri Bakanlığı’na verilecek dilekçenin örneğini bile
hazırlamıştı. Dil kurumun nasıl çalışacağını belirten şemayı
elleriyle çizmişti. Bunların hepsi Ruşen Eşref’in anılarında yer
alıyor, belgelenmiş gerçekler. Kurucular Kurulu’nu; Yakup Kadri,
Ruşen Eşref, Sami Rıfat gibi isimlere kadar belirlemiş Atatürk,
düşünebiliyor musunuz! “Yarın bakanlığa başvurun, bu cemiyeti
kurun” demiş. Ertesi gün başvuru yapılmış ve Türk Dil Kurumu
kurulmuş. Türk Dil Kurumu’nun nasıl çalışacağı, neyle uğraşacağı
konusunu tartışmak üzere 26 Eylül 1932’de bir kurultay toplanmasına
karar veriliyor. Zamanın gazetelerine, kurultayın Eylül ayında
Dolmabahçe’de yapılacağını belirten ilanlar veriliyor. Bu
kurultaya, dileyen herkesin katılabileceği belirtiliyor. Bana göre;
Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları Atatürk’ün ölümünden sonra
devletten bu kadar içten, bu kadar sıcak, onları yurttaş yerine
koyan bir davet daha almadılar. Anadolu’dan yörükler, varoşlardan
insanlar getiriliyor. Kurultay için gelen kalabalığın,
Dolmabahçe’nin önünde şalvarlı, poturlu fotoğrafları var. Böylece
Türk Dil Kurumu kuruluyor. Türk Dil Kurumu, 1932’den 1983
Ağustos’una kadar tüzel kişiliği olan bir dernek olarak çalıştı.