Türkçenin katilleri gazeteciler
Abone olHakkı Devrim, gerçek dil katliamının gazeteciler tarafından yapıldığını öne sürdü. Neşe Düzel'in sorularını cevaplayan Devrim, çuvaldızı basına batırmaktan çekinmedi...
Hakkı Devrim, günümüzde dil katliamının gazete ve gazeteciler tarafından yapıldığını öne sürdü. Neşe Düzel'in sorularını yanıtlayan Devrim, öncelikle çuvaldızı basına batırmaktan çekinmedi. Düzel'in Hakkı Devrim'le yaptığı söyleşinin tam metnini yayınlıyoruz:
NEDEN? Hakkı Devrim
Türkiye'nin yeni bir döneme başladığı, geçmişte gündeme girmekte zorlanan ciddi sorunların teker teker önümüze gelmesinden de anlaşılıyor. Uzun yıllar, dünyanın terk ettiği konularda kalın hatlı tartışmalar, ideolojik kavgalar yapmaktan, hayatımızı gerçekten etkileyen ciddi problemlerimize çözüm aramaya vakit bulamadık. Hatta o sorunlarımızın adını bile koyma imkânına sahip olamadık. AB sayesinde bir anlamda rejim sorununu artık hallettiğimiz için, şimdi daha sahici konular ön plana geçiyor. Geçenlerde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, çocuklarımıza okullarda Türkçe öğretemediğimizi söyledi. Bir toplumu toplum yapan en önemli özelliklerden biri olan 'dilin' böylesine ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olması, daha önce birçok yazar tarafından belirtilse de, politik gündemde kendine hiç yer bulamamıştı. Halbuki hepimiz Türkçenin gözümüzün önünde erimekte olduğunu, insanların kendi edebiyat klasiklerini okuyabilecek dil bilgisine bile sahip olamadıklarını görüyorduk. Türkçenin doğru ve zengin kullanılması için en büyük çabayı gösterenlerden biri olan Hakkı Devrim ile dilimizin niye bu hale geldiğini ve neler yapılması gerektiğini konuştuk.
Geçenlerde Milli Eğitim Bakanı, çocuklarımızın okullarda doğru dürüst Türkçe öğrenemediklerini açıkladı. Neredeyse kimse ilgilenmedi bu açıklamayla. Anadilimizin ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğu gerçeği ne politikacıları ne de eğitim dünyasını telaşlandırdı. Türkçeye karşı bu aldırmazlığı nasıl açıklıyorsunuz?
Biz Türkçeye iyi muamele etmiyoruz. Siyasetçiler, öğretmenler, ilim adamları, yazar çizer takımı, bu çok kullandığımız ana malzemeye iyi muamele etmiyor. Ben gazetecileri ve yazarları ayıplıyorum. Vasıflı bir usta alet edevatına itina eder. Bizim malzememiz de Türkçe. Biz işimizi bu malzemeyle yapıyoruz ama dile itina etmiyoruz. Dil hep aynı felaketi yaşamakta devam ediyor. Bana bu, tehlikeli bir şekilde kaybedilmiş bir dava gibi geliyor.
Türkçeyi kaybettik mi biz?
Düzeltme şansımız bu mekanizmayla işlemiyor. Haberlerde diyor ki, 'Otomobile bindirdikleri kızı gasp ederek bir yere götürdüler.' Ertesi gün, 'Çocuklar' diyorsun, 'Eşya gasp edilir, insan gasp edilmez.' Hiç işitmiyorlar. Tebessümle bakıyorlar. Bir tek değil ki, çok örnek var. Adama 'Fevkalade bir hata yaptın' diyorum, 'Ay ne güzel konuştunuz' demişim gibi bana bakmaya devam ediyor. Hatayı düzeltme mekanizması işlemiyor. Halbuki hata, yapıldığı zaman süratle düzeltilebilen ve düzeltilen şeydir. Buna rağmen hata devam ediyorsa, o artık kötü bir alışkanlık, yanlış bir âdettir. Bizim alışkanlığımız da yanlışta ısrar etmek.
Politikacılarımızın vurdumduymazlığına ne diyorsunuz? Kıbrıs konusuna gösterdikleri ilginin yüzde birini anadilimizi kaybetme tehlikesine karşı göstermediler. Kıbrıs, Türkçeden daha mı önemli?
Eğer insanların beslenmesi Kıbrıs meselesinden daha az ehemmiyetliyse, Türkçe de daha az ehemmiyetli o zaman. Türkçe çok hayati bir mesele ama bizim duyarlılığımız bunun vahametini idrak etmeye yetmiyor. Tehlikeyi görmüyoruz. Bu iş şimdi bir vahamet daha kazandı. İnsanlık, televizyonlar, radyolar sayesinde şifahi kültüre döndü. Bu yüzdendir ki sözlü dil hataları, yazılı dil hatalarından daha çok dikkatimizi çeker oldu. Çünkü okumaktan çok işitiyoruz. İnsanların okumaya vakti yok. Dil de aile ve okul çevresinde bir yere kadar öğrenilir. Sizin biraz ince noktalara gitmeniz için Sait Faik'i, Halit Ziya'yı, Kemal Tahir'i de okumanız gerekir. Çok iddialı bir köşe yazarı, televizyon konuşması yapıyor.
Ne diyor?
Bizim gruba mensup bu hazret konuştuğu zaman odada oturamazsınız. Çünkü mangallarda kül kalmıyor, ortalık toz, toprak oluyor. Ama bu iddialı zat, henüz (a harfi kısa söylenen ve bile anlamına gelen) 'dahi' kelimesiyle (a harfi uzun söylenen ve olağanüstü yeteneği, yaratıcılığı olan kimse anlamına gelen) 'dâhi' kelimesi arasındaki farkı bilmiyor. Da ve de edatı yerine ha bire 'dâhi' diyor. 'Ahmet de geldi' diyeceğine, 'Ahmet 'dâhi' geldi' diyor. Televizyonda onu dinlerken nasıl sinirlendim bilemezsiniz. Gazeteden çıkıyordum. Hürriyet binasından aşağı indim, ışıklar dikkatimi çekti. Meğer bu televizyon mülakatı orada yapılıyormuş. Bir an küçük bir çılgınlık geçti aklımdan. Kapıyı açıp, içeri girip adama bir kafa vurayım, tarihe geçer ve bir daha 'dahi' ile 'dâhi' yi karıştırmaz. Sonra 'Hadi Hakkı yürü' dedim, 'Yapma.' Yapamadım ama hiç olmazsa aklımdan geçti. Türkçenin yanlışa doğru sürüklenmesinde en büyük etken...
Nedir?
Gazetelerdeki ve televizyonlardaki bu dil ihmalidir. Gazeteler ve televizyonlar Türkçe kusurunu büyüterek, hataları normale çevirerek, mikropları, hastalıkları makbule döndürerek devam ediyorlar. Yanlışları nezaketle söylüyorsunuz anlamıyorlar. Gittikçe kabalaşıyorsunuz gene anlamıyorlar ya...
Milliyetçiliğe, vatanseverliğe bu kadar önem veren ya da önem verirmiş gibi gözüken bir toplumun, bir ulus için çok önemli olan dilini önemsememesi aslında milliyetçiliğimizin de içi boş bir gösteriş olduğunu göstermiyor mu?
Bizim milliyetçimizin kültür seviyesi bu ince malzemenin farkına varmaya yetmiyor. Ben Türkçenin sahipsiz olduğunu düşünüyorum. Türkçenin sahibi yok. Almanlar sahip çıkar mı Türkçeye? Çıkıyor. Ben Andreas Tietze'nin etimoloji sözlüğü tamamlansın diye bekliyorum. Bilir misiniz, Türkçe etimoloji lügati yok. Bir süre önce, bir ilçe, kasaba belediye başkanı Mustafa Sarıgül 'Ya herro ya merro' dedi.
Söylediği yanlış mı?
Ben de, 'Ben bunu, ya herru ya merru diye biliyorum' dedim. Çünkü deyimleri sakınmaya çalışıyorum. Deyimler, Nasreddin Hoca fıkraları gibi söylene söylene, hatta Yunus şiiri gibi bilmediğimiz kişiler, ağızlar tarafından asırlarca düzeltile düzeltile gelirler. Deyimler, kendiliğinden oluşmuş benzeri bulunmaz çakıl taşı gibidir. Onlara dokunmayalım. Bu konuda bana, çoğu Kürtlerden, hiç görülmedik kadar mektup geldi. Kürtçe bir kelimenin de tartışılır olmasından memnuniyetleri hissediliyordu. Benim düşüncemde birinin, Kürtlerin Kürtçeye sahip çıkma gayretine ne kadar sempatiyle baktığını tahmin edebilirsiniz. Duygulanarak bakıyorum. Onları çok bela bekliyor.
Niye?
Doğru dürüst bir Kürtçe yok. Sahipsiz bir dil. Ona çok üzülüyorum. Kim bilir ne halde evladım? Kürtler şimdi sahip çıkmaya çalışıyorlar ya, asıl acıyı sahiden sahip çıkmaya başladıkları zaman yaşayacaklar. Bizim Türkçemiz o durumda değil. Türkçe kanuni baskılarla susturulmuş değil ama onun da ihtimama çok ihtiyacı var. Hele sizin gibi tarihi boyunca kıtalar değiştirmiş ve son bin senede dördüncü alfabeyi kullanmakta olan bir milletin dili ise... Orta Asya'nın hece ve dil yapısıyla yola çıkmışsınız. Çin medeniyetinden etkilenmişsiniz. Sonra Hint medeniyetinin kenarından lak diye bir Farısi medeniyetinin içine giriyorsunuz. Dini kabul etmişsiniz. Arap bütün ihtişamıyla, kültürüyle, diliyle, felsefesiyle size geliyor. Sonra Bizans'a geliyorsunuz. O da bin seneyi temsil ederek orada duruyor. Sizden artık bütün bunlardan bir şeyler almış olmanız beklenir.
Peki bu göç macerası dilimiz üzerinde nasıl bir sonuç yaratıyor?
Bu zengin macera sizin gayretinize ve yeteneğinize bağlıdır. Siz, hükmederek bu harmandan mucizeler yaratabilirdiniz. Biz bu ağırlıkların altında yalnız dil değil kültür açısından da biraz ezildik, bu medeniyetlerin herhangi birine hâkim olamadık.
Türkler dillerini sevmiyor mu?
İnsan sevdiğine iyi muamele eder. Bu kadar kötü muamele olmaz. Sevmiyor. Hem tarih de rahat vermemiş. Bir dilin alfabesini, kelimelerin yazılışlarını bu kadar değiştirirseniz, insanların üstüne bu kadar kültür çeşidi serperseniz, onu hebennekaya döndürürsünüz, sersem edersiniz. Akıl almaz bir akıntının içinde, bir yere tutunup durma şansı olmayan, ha bire gitmesi gereken bir ırkı düşünün. Bizim bugün yerleşip oturduğumuzu kabul ediyor musunuz siz? Şu anda Avrupa'nın ödü kopuyor daha Batı'ya gideceğiz diye.
Alfabe değiştirilmeseydi, dilimiz bu kadar yoksul olmaz mıydı?
Alfabe değişikliklerinin dili zenginleştirdiğini iddia edemezsiniz.
Edebiyatçılarımızdan, çocuklarımıza Türkçe öğretebilmek için nasıl yararlanabiliriz?
Çok zor bir şey ama kitap okutarak. Kitap okuma bahsine girdiğimizde bir bataklığa giriyoruz. Çocukların kitap okuması için evde kitap okuyan olması lazım. Bir de öğretmenlerin kitap okuması lazım. Çok hazin.
Okumuyorlar mı?
Hayır.
Utanarak bir soru sormak istiyorum. Öğretmenlerimiz Türkçeyi güzel ve doğru konuşabiliyor mu?
Tesadüfen onların elinden çıkmış metinleri görüyorum. Öğretmenlerimizin Türkçe bilgisiyle gurur duyacak halde değiliz. Ama bizim hakkını ödemediğimiz, kendisine hiçbir ciddi yatırım yapmadığımız öğretmenden ne beklemeye hakkımız var ki, en iyi şartlar altında yetişmiş yazarlarımızın bile sahip çıkmadığı Türkçeye onların sahip çıkmasını bekliyoruz. Ben size sorayım. Milyonlarca kişiye hitap eden gazetecilerin Türkçesinden memnun musunuz? 'Ne kendi geldi, ne de birisini gönderdi' demeyi bilmiyor. 'Ne kendi geldi ne de birisini göndermedi' diyor. Bu hatayı yapmadan yazı yazan çok az insan var Türkiye'de. Bunların gırtlağını sıkmaktan başka hal formülü var mı? Gazetelerin Türkçe hatalarını tespit etmek istiyorsanız haberleri okumaya ihtiyacınız yok. Sadece başlıkları okuyun, yazmakla bitiremezsiniz. O başlığı çıkanlar benim yanımda olsa kovalarım. Türkçe bilmiyor bunlar.
Gazetelerin yazıişlerinden söz ediyorsunuz...
Gazetelerin yazıişlerinde belki de spor sayfası dışında gazete de okumayan insanlar var gibi geliyor bana. Neyle hizmet edecekler Türkçeye? Okumuyorlar. Dilde, okumakla işitmek birlikte lazım. 'Dâhi' ile 'dahi' kelimesini birbirinden ayıramayan adama sordum. 'Evde seni düzelten olmadı mı? İlkokulda, ortaöğretimde, üniversitede hocalarından biri, 'oğlum o öyle değildir' demedi mi? Dememiş herhalde. Ailede ve okulda çocuklarımıza Türkçe öğretilmediği gibi şimdi bir de küresel mütegallibe var. Her milletin gülme alışkanlıkları farklıdır birbirinden. Bizde çocuklar İngilizce komedi dizileri seyrediyorlar. Çocukların gülünecek bir şeyi seçme ve gülme refleksleri değişiyor. Giderek bütün şakalarını ona göre yapacaklar. Bu şakaların Türkçede karşılığını arıyorlar, ha bire bu dizilerden tercüme yapıyorlar. 'Şaştım yahu' diyeceklerine, 'Hayret bir şey' diyorlar. Saldırı altındasınız. Sizin komedi yazarınız barınamaz burada. Giderek siz herhalde şiir de yazamayacaksınız.
Siz, medyadaki Türkçe hatalarının sık sık altını çiziyorsunuz. Halbuki 'Gazetecilik, edebiyatın kardeşidir' derler. Medya nasıl bu hale düştü de dilini unuttu?
Gazeteci kadroları son yıllarda çok ihmal edildi ve farklı bir gözle seçilmeye başlandı. Gazetelerde tashih servisleri yok. Bir adam yanlış bir başlık çıkıyor ve ertesi gün kovulmuyor. Geçmişte olsaydı, kıyametler kopardı. Türkçenin katillerinin en ön sırasında gazeteciler geliyor şu anda. Çünkü gazetede Türkçe suçu işlendiği zaman katmerli bir suçtur bu. Çünkü bu suç defaatle büyüyor gazetede. Medya cinayet işliyor. Türkçeye itina etmiyor ve Türkçe hatalarını mazur görülebilir hatalar seviyesinde tutuyor. Vatanına ihanet eden askere, hırsızlık yapan hâkime benziyor. 'Biraz gayret sarf edelim, dikkat edelim' diyorsunuz. Size mukabelesi şu oluyor: Dil zaptiyesi! Türkçe polisi! Türkçeyi katledenlere gazetecilik yaptırılmasın. Türkçeyi katleden birini gazetenin başka işlerine koysunlar. Gene de yüzde 90'ın hakkını yemeyelim. Gazetelerde pırıl pırıl Türkçe yazanlar var.
En sık yapılan hatalar neler?
Hürriyet, Milliyet ve Sabah'ı taradım. Atasözleri yanlış yazılıyor. Deyimler çok hırpalanmış halde. Kelime telaffuzu, adlar yanlış. Gramer kaideleri, evladım! Onlara bu kadar husumet duymak için bir sebep de yok. Bizim icat ettiğimiz masum kurallar onlar. Burada da Fransa'daki gibi bir dil akademisi olsa diye hayal ediyorum hep. Fransız Akademisi'ne, Fransızcaya saygılı olan, Fransızcayı bir yol boyu mesele eden her alandan insanlar alınır. Biri öldüğü zaman hiçbir tesir altında kalmadan kırkıncı kişiyi kendileri seçerler. Orada dile hizmet ederler. Hayatta en çok istediğim şey bu olabilirdi. Dil meselesinin, yeni bir sarsıntıya sebep olmadan bütünüyle yeniden baştan ele alınması gerekiyor.
Kullandığımız kelime sayısı gittikçe azalıyor. Bu bir anlamda çok fazla kelimeye ihtiyaç duymayan sığ bir hayat sürdüğümüz anlamına da gelmiyor mu?
Evet. Kelime kıtlığı bir daralmadır. Genç bir adamın gafil ve gaflet kelimelerini kullandığını zannetmiyorum mesela. Onun yerine ne kullanıyor acaba? Sözlükte 'gafil'in tek kelime olarak karşılığı 'dalgın'... Dalgınla gafil arasında bir alaka var mı? 'Dilimizi öztürkçeleştirelim, Türkçeleştirelim' dediğiniz zaman birçok kavramdan vazgeçiyorsunuz. Latinceyi, Fransızcadan ayıramazsınız. Arapça ve Farısi de bize öyle girmiş. Onları kabul etmek ve kullanmaya devam etmek gerekirdi. Ama defter kelimesine bile karşılık aradılar. Türk Dil Kurumu işlemiyor. Bunu görmüyor mu Türkiye? Henüz imla kılavuzumuz kesinleşmedi bizim. Böyle bir dil olur mu? Henüz lügatleriniz yok, ansiklopediniz yok. Terminolojiniz de yok. Eminönü'ye mi diyeceğim, Eminönü'ne mi diyeceğim, bunu hiçbir sözlükte bulamazsınız. Gramer kitaplarından gayrı, bu da lazım.
Peki dilde hata yapmamak mümkün müdür?
Değildir. Hareket eden hata eder derler ya, yazı yazdığınız, konuştuğunuz zaman dil hatası yaparsınız.
Türkçeyi tekrar zenginleştirmek için Osmanlıcadan yeniden biraz kelime ödünç almamız gerekir mi?
Arapçadan kelime alma ihtiyacımız olduğunu zannetmiyorum, ama Osmanlıcanın benimsediği bazı kelimeler üzerindeki ambargoyu kaldıralım.
Medyada yeniden zengin bir Türkçeye kavuşmak için ne tür önlemler almalı?
Her televizyon kanalında ve gazetede bir dil acil servisi olmalı. Hâlâ 'nema' kelimesi bilinmiyor. A'yı kısa söylüyor. Hatasını düzeltmiyor. 'Nema'yı söyleyemeyen spikerlik yapamaz. Bir dilin müzikalitesi heceler uzatılarak, kısaltılarak hasıl edilir. Yanında bando çalınarak sağlanmaz ki dildeki müzikalite! Dilin, 'cehaletten utanma' duygusuna çok ihtiyacı var. Türkiye'de insanlar dil yanlışından sıkılmıyor.
Söyleşi: Neşe Düzel
Kaynak: Radikal