Türkçe'deki oha falan oldum kirliliği
Abone olNuriye Akman, Türkçe'nin içinde bulunduğu bunalımı Şükrü Halûk Akalın'a sordu. Akalın, Türkçe'nin zengin olduğunu söyledi. Ayrıca dildeki kirlilikten de bahsedildi...
Türkçenin bugünkü durumuna bakınca bana da ‘kal
geliyor’
Şükrü Halûk Akalın, 1956 Adana doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı'nı bitirdi. 1995'te TDK Bilim Kurulu üyesi, 1996'da profesör oldu.
Çukurova Üniversitesi'nde Türk dili, edebiyatı, tarihi üzerinde araştırmalar yapmak üzere Türkoloji Araştırmaları Merkezi'ni kurdu ve yönetti. Bilgisayar terimlerinin Türkçeleştirilmesi, bilgisayarda Türkçenin yanlışsız kullanılması, internette Türkçenin ve Türkçe içeriğin yaygınlaşması için çalışmalar yürüttü. İnternette yayımlanan dünyanın ilk ve tek sanal Türkoloji dergisi Sanal Türkoloji Araştırmaları Dergisi'ni 1999'da yayımlamaya başladı. 2001'de TDK başkanlığına getirildi. Genel sekreterliği Amerika'da bulunan PIAC Uluslararası Sürekli Altayistik Konferansı'nın 2003 yılı dönem başkanlığına seçildi. Türk dili alanında yayınlanmış 10 kitabı, çok sayıda makalesi var.
Eski TDK başkanlarından sizin farkınız ne? Gelmiş geçmiş en iyi Türkçeye en iyi vakıf, en iyi başkan siz misiniz?
Öyle bir iddiam yok. Benim farkım şu olabilir. Ben biraz kişiliğim gereği toplumla iç içe olmayı seviyorum. TDK’yi “fildişi kule” olmaktan çıkarmaya çalışıyorum. Kısmen başarılı olduğuma inanıyorum. Basın kuruluşlarıyla daha iyi ilişki kurulması, dile duyarlı kişilerle kaynaşma yönünde çaba sarf ediyorum. İkincisi TDK teknolojiye uzak kalmış. Kuruma bunu getirmeye çalıştım. Mesela internetteki Türkçe Sözlük’ü ben göreve geldikten sonra, bir yıllık bir çalışma sonucunda kullanıma açtık. Bunu diğer sözlükler izledi. Kişi Adları Sözlüğü’nü hazırladık. Ve TDK’nin yaptığı çalışmalarda bilişim teknolojisinden yararlanmaya başladık. Türkçe Sözlük’ün yeni baskısı bugünlerde çıkacak. Artık bundan sonra sözlük hazırlama ilkesini tamamen değiştiriyoruz. Fişleme yerine metinlere dayalı sözlük hazırlayacağız. 1905’ten itibaren bütün edebi eserleri, gazete ve dergileri bilgisayar ortamına aktaracağız. Bu üç dört yılda yapılacak bir çalışma. Teknolojinin yardımıyla çok zor bir iş değil. Türkçenin söz varlığı esas o zaman ortaya çıkacak. Bir yazar bir kelimeyi kullanmış. Dikkatlerden kaçmış, fişleyememişseniz, sözlüğe girmiyor eski usule göre. Bu çalışmayla yazılı Türkçenin bütün söz varlığı sözlüğe yansıyacak. Bir sözümüzü bir yazarımız başka bir anlamda kullanıyorsa o anlamı görebilme imkânına kavuşacağız.
Şu anki sözlüklerimiz çok fakir o zaman.
Sözlüklerde tam olarak bütün söz varlığımız yok. Sürekli dil gelişiyor, dil yeni sözler, yeni anlamlar kazanıyor. Ama modern Türkçenin bütün söz varlığını aktardığımızda ise hiçbir kelimeyi kaçırmamış olacağız. Burada asla yazar ayrımı, şair ayrımı yapılmayacak. Dili geliştirenler yazarlar, şairler. Yazarların kullandığı dilden yola çıkarak kuralları dilbilimciler koyuyor zaten. Sözlüğümüzü de onların eserlerine dayalı olarak yapacağız.
Türkçenin söz varlığı meğer ne çokmuş mu diyeceğiz o zaman?
Elbette… Zaten Türkçenin söz varlığı, toplumda bilinenin çok çok üstünde. Bizim belirlememize göre altı yüz bine ulaşan bir söz varlığımız var. Ama bunu yeterince kullanamıyoruz. Dilin sözlüğünü yapmak mutlaka dili geliştirmek anlamına da gelmiyor. Önemli olan bu veri tabanını ortaya koyup, bunun bir kullanım alanına açılmasını sağlamak.
İngilizcenin Türkçeden daha zengin görünmesi, İngilizlerin sözcükçülük anlayışıyla bizimkinin farklı olmasından mı?
Evet.
Hakikaten İngilizcedeki gibi 600 bin kelimemiz var mı?
Sözlük hazırlama ilkelerine bakarsanız, bizim sözlüğümüzü de öyle hazırlarsak, elbette var.
Biz aptal mıydık yani. Bunca sene niye kendimizi aşağıladık durduk?
Bu biraz da yaşadığımız dilin gücünden haberdar olmamamızdan kaynaklanıyor. Bir de başka yönü var… Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî’sinde 26 bin civarında kelime var. TDK’nin 1945’te yayımladığı ilk Türkçe Sözlük’te 15 bin civarında bir kelime var. 45 yıl var arada. 45 yılda dilde yaşanan gelişmelerin bu sözlüğe yansıması ile bu sözlüğün söz varlığının 26 binin daha da üzerinde olması gerekirken, 15 bine inmiş. İşte bu, tasfiyeciliğin boyutunu gösteriyor.
Yine de Türkçenin İngilizce kadar zengin olmadığını sanıyorum. Çünkü biz son yüzyılda bilim ve teknoloji üretmedik, evrensel sanat üretmedik, felsefe üretmedik. Nasıl aynı olur hocam?
Elbette fark var. Mutlaka birebir aynı diye bir şey söyleyemeyiz.
Ama demin aynı diyordunuz.
Türkçenin söz varlığından ne anladığımıza bağlı bu. Türkçenin söz varlığı dediğimizde yaşayan dili düşünecek olursak, şu anda bizim bölge ağızlarımızın söz varlığı, deyimlerimiz, atasözlerimiz, terimler zenginliğimiz. Zaten İngilizcenin o tür sözlüklerinde bu tür sözlerin hepsi alınıyor. Tamamen ansiklopedik bir sözlük. Bizim de iki sözlüğümüz olacak. Türkçe Sözlük, yine yazı dilimizin sözlüğü olacak. Ama Türkçenin bütün söz varlığını kapsayan bir başka çalışmamız olacak. Zaten İngilizcenin veya diğer dillerin sözlükleri de öyle. Kullanım amaçlarına yönelik olarak birkaç türde hazırlanıyor. Bizim de amacımız, hem yazı dilinin sözlüğünü hazırlamak, hem de bütün söz varlığını bir veri tabanı hâlinde, metne dayalı olarak ortaya koymak.
Dildeki kirlilikten siz de nasibinizi alıyor musunuz? Mesela siz ara sıra oha falan olmuyor musunuz?
(Gülüyor) Tabii dildeki kirlilik herkesi etkiliyor. Benim de bazen kullanmamam gereken sözleri kullandığım oluyor. Şu anda dilde kullandığımız bazı sözler de zaman içerisinde bir uç söyleyiş olarak ortaya çıkmıştı, otuz kırk yıl önce eleştirilmişti, hafife alınmıştı. Ama onlar daha sonra yerleşti, yaygınlaştı, kullanılıyor. Oha falan oldum gibi söyleyişler, hayatın içinde zaten var.
Yarın bir gün başbakan da oha falan olabilir, siz de diyebilirsiniz bu lafı.
Ben de diyebilirim. Yanlış olan şu: Bu tür uçtaki kullanımlar, örnek olarak gösteriliyor. Başka ülkelerde böyle bir şey yok. Olumsuz o tipleri dizinin kahramanı hâline getirmemek gerekiyor. O dizide hayatın içinden bir olay canlandırılıyorsa kitabî bir dille konuşması beklenmez oyuncuların. Hayatın içindeki birtakım olumsuzluklar dizide canlandırılırken, imrenilecek bir durum olarak gösterilmemesi gerekiyor. Onun yerine Türkçede başka deyimlerimiz var. Dilimize yerleşmiş, zenginlik haline gelmiştir, bunların kullanılması gerekiyor. Bütün dizinin sadece “oha falan oldum”la gitmemesi gerekiyor.
Gitmiyor zaten. Size hiç kal gelmedi mi hayatta hocam?
(Gülüyor) Türkçenin bu durumuna baktığımızda “kal geliyor” tabii ki.
Ben TDK’den şöyle bir şey beklerim. Çağdaş ya da eski, bütün yazarlarımızın tek tek sözlüğünü yapsanız. Kaç kelime ile yazıyorlar, en çok hangi kelimeleri kullanıyorlar, onlara ne anlamlar yüklüyorlar. Buradan onların hem bilinçlerini, hem psikolojilerini anlamış olurum. Çok da ilgi görür. Neden yapmıyorsunuz böyle güzel şeyler?
Doğru, yazarlarımızın sözlüğü hazırlanmamış. Hazırlanmalıydı. Benim asıl yapmak istediğim bu. Yazarlarımızın bütün söz varlığını ortaya koymak. Önce her yazarın kendi sözlüğünü hazırlamak. En çok kullandığı kelimeyi, sıfatı, zarfı, olayları nasıl canlandırdığını vermek. Bunlar üniversitelerimizin Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde kısmen yapılıyor. Ama bütün bu çalışmaların bir amaca yönelik olarak yapılması gerekiyor. Bunu da yapacak olan TDK. Yapmaya da başladık. Demin tam anlatamadım. Bütün edebî eserlerin bilgisayar ortamına aktarılması, Türkçenin söz varlığının ortaya konulması, her yazarın kendi sözlüğü hazırlanarak olacak.
Yani Bir Orhan Pamuk, bir Ahmet Altan, bir Latife Tekin sözlüğü oluşturup ayrı kitaplar halinde çıkartacak mısınız?
Elbette. Eserlerinin hepsinin elektronik ortama aktarılınca söz varlıkları ortaya konulmuş olacak. Bunu yapacağız. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Necat Birinci ile bunu görüştük. Öncelikle yüz eser belirlendi biliyorsunuz. O yüz eserin sözlüğünü yapmakla işe başlayacağız. Yüz eser çok büyük bir kurul tarafından seçildi.
Ama onlar bir yazarın külliyatı değil.
Oradaki amaç şu: Bu okutulacak eserlerde geçen kelimelerin sözlüğünü hazırlamak. Bu eserleri kim okuyacak? İlköğretim ve lise öğrencileri. Bu yüz eserin tek bir sözlüğünü hazırlamakla işe girişiyoruz. Ondan sonra bütün yazarların bütün eserleri taranarak başka bir sözlük çalışması yapılacak.
Yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar buluyorsunuz. Bugünlerde hangi kelimenin üzerinde duruyorsunuz?
Mortgage diye yazılan morgıç diye okunan bir kelime var. ‘Kira öder gibi ev sahibi olmak’ anlamında ama; karşılığı “ipotek, rehin”. “İpotekli satış” diyemezsiniz, terim değil. Şu anda zaten “ipotekli satış” diye bir uygulama var. “Rehin” de olmuyor. Özel bir karşılık lazım. Çeşitli kaynaklara baktık. Halk ağzında “tutu” diye bir kelime var. Bunu TDK uydurmuş değil, bu dili konuşan insanlar yapmış. Mortgage için “tutulu satış”ı önerdik TDK olarak.
Tutu, tuttu mu hocam?
Şimdi hedefimiz tutuyu tutturmak. Hemen basına duyurduk. Dedik ki lütfen “mortgage”ı kullanmayın. Çünkü “mortgage” yazıp, “morgıç” okumak insanımıza büyük zulüm. Ayrıca ek aldığında da sorunlar çıkıyor. “Tutu”yu yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Toplu Konut İdaresi’ne, bu işle ilgilenenlere yazı göndereceğiz. Şimdi bakın ne oldu, biz “tutu”yu açıkladık, hemen bazıları eleştirdi. Oysa Adana’da bir şeyi rehine koymak, emanete vermek, fonda tutmak anlamında zaten kullanılan bir kelime. Kullanıla kullanıla içi dolacak.
Her zaman TDK’nin yaptırım gücünün olmayışından yakındınız. Tam olarak ne istiyorsunuz? Ağzımıza acı biber sürmek mi?
Hayır hayır... Dilin kullanıldığı alanlardaki olumsuzlukları gidermek için yasal düzenleme yapılması gerekiyor. Yaptırım gücü başlangıçta istendi; ama şimdi bütün isteğimiz Türkçe konusunda herkesin duyarlı davranması ve dilin kullanıldığı alanda boşlukların giderilmesi. Böyle tepeden inme bir şeye gerek yok. İşyerlerine isim verme konusunda kurallar olması gerekiyor. Bu konuda boşluk var. Esas sıkıntı burada.
Paris’te bir dükkan açacaksınız, isim koymak için bir yere mi başvuruyorsunuz?
Elbette, rasgele isim konulmaz. Yetkili kurumlar var. Türkiye’deki uygulama şu. Ticaret sicil gazetesinde “Ahmet falan ve mahdumları limited şirketi” gibi adla şirket kuruluyor. Sonra gidip yabancı adla tabela asıyor. Bunun bir kuralı olması gerekir. Oysa, “Ben şirketi kuruyorum; ama tabelaya da şunu yazacağım” denmesi gerekiyor. Ad verilmesi konusunda belediyelerin yetkili olmasından yanayız. Yine Türkiye’ye ithal edilen ürünlerin kullanma kılavuzlarının Türkçe olması gerekiyor. Şu anda gündemde olan kanun tekliflerinde de bunlar var. Sunucu olmanın kuralı olsun diyoruz. Görünüşü güzel diye, insanlar hemen kameranın karşısına geçirilmesin. Türkçeyi kullanması ölçü olsun. İşte bu konularda yasal boşlukları gideren düzenlemeler yapılması gerekiyor.
-BİTTİ-
Röportaj: Nuriye Akman
Kaynak:
Şükrü Halûk Akalın, 1956 Adana doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı'nı bitirdi. 1995'te TDK Bilim Kurulu üyesi, 1996'da profesör oldu.
Çukurova Üniversitesi'nde Türk dili, edebiyatı, tarihi üzerinde araştırmalar yapmak üzere Türkoloji Araştırmaları Merkezi'ni kurdu ve yönetti. Bilgisayar terimlerinin Türkçeleştirilmesi, bilgisayarda Türkçenin yanlışsız kullanılması, internette Türkçenin ve Türkçe içeriğin yaygınlaşması için çalışmalar yürüttü. İnternette yayımlanan dünyanın ilk ve tek sanal Türkoloji dergisi Sanal Türkoloji Araştırmaları Dergisi'ni 1999'da yayımlamaya başladı. 2001'de TDK başkanlığına getirildi. Genel sekreterliği Amerika'da bulunan PIAC Uluslararası Sürekli Altayistik Konferansı'nın 2003 yılı dönem başkanlığına seçildi. Türk dili alanında yayınlanmış 10 kitabı, çok sayıda makalesi var.
Eski TDK başkanlarından sizin farkınız ne? Gelmiş geçmiş en iyi Türkçeye en iyi vakıf, en iyi başkan siz misiniz?
Öyle bir iddiam yok. Benim farkım şu olabilir. Ben biraz kişiliğim gereği toplumla iç içe olmayı seviyorum. TDK’yi “fildişi kule” olmaktan çıkarmaya çalışıyorum. Kısmen başarılı olduğuma inanıyorum. Basın kuruluşlarıyla daha iyi ilişki kurulması, dile duyarlı kişilerle kaynaşma yönünde çaba sarf ediyorum. İkincisi TDK teknolojiye uzak kalmış. Kuruma bunu getirmeye çalıştım. Mesela internetteki Türkçe Sözlük’ü ben göreve geldikten sonra, bir yıllık bir çalışma sonucunda kullanıma açtık. Bunu diğer sözlükler izledi. Kişi Adları Sözlüğü’nü hazırladık. Ve TDK’nin yaptığı çalışmalarda bilişim teknolojisinden yararlanmaya başladık. Türkçe Sözlük’ün yeni baskısı bugünlerde çıkacak. Artık bundan sonra sözlük hazırlama ilkesini tamamen değiştiriyoruz. Fişleme yerine metinlere dayalı sözlük hazırlayacağız. 1905’ten itibaren bütün edebi eserleri, gazete ve dergileri bilgisayar ortamına aktaracağız. Bu üç dört yılda yapılacak bir çalışma. Teknolojinin yardımıyla çok zor bir iş değil. Türkçenin söz varlığı esas o zaman ortaya çıkacak. Bir yazar bir kelimeyi kullanmış. Dikkatlerden kaçmış, fişleyememişseniz, sözlüğe girmiyor eski usule göre. Bu çalışmayla yazılı Türkçenin bütün söz varlığı sözlüğe yansıyacak. Bir sözümüzü bir yazarımız başka bir anlamda kullanıyorsa o anlamı görebilme imkânına kavuşacağız.
Şu anki sözlüklerimiz çok fakir o zaman.
Sözlüklerde tam olarak bütün söz varlığımız yok. Sürekli dil gelişiyor, dil yeni sözler, yeni anlamlar kazanıyor. Ama modern Türkçenin bütün söz varlığını aktardığımızda ise hiçbir kelimeyi kaçırmamış olacağız. Burada asla yazar ayrımı, şair ayrımı yapılmayacak. Dili geliştirenler yazarlar, şairler. Yazarların kullandığı dilden yola çıkarak kuralları dilbilimciler koyuyor zaten. Sözlüğümüzü de onların eserlerine dayalı olarak yapacağız.
Türkçenin söz varlığı meğer ne çokmuş mu diyeceğiz o zaman?
Elbette… Zaten Türkçenin söz varlığı, toplumda bilinenin çok çok üstünde. Bizim belirlememize göre altı yüz bine ulaşan bir söz varlığımız var. Ama bunu yeterince kullanamıyoruz. Dilin sözlüğünü yapmak mutlaka dili geliştirmek anlamına da gelmiyor. Önemli olan bu veri tabanını ortaya koyup, bunun bir kullanım alanına açılmasını sağlamak.
İngilizcenin Türkçeden daha zengin görünmesi, İngilizlerin sözcükçülük anlayışıyla bizimkinin farklı olmasından mı?
Evet.
Hakikaten İngilizcedeki gibi 600 bin kelimemiz var mı?
Sözlük hazırlama ilkelerine bakarsanız, bizim sözlüğümüzü de öyle hazırlarsak, elbette var.
Biz aptal mıydık yani. Bunca sene niye kendimizi aşağıladık durduk?
Bu biraz da yaşadığımız dilin gücünden haberdar olmamamızdan kaynaklanıyor. Bir de başka yönü var… Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî’sinde 26 bin civarında kelime var. TDK’nin 1945’te yayımladığı ilk Türkçe Sözlük’te 15 bin civarında bir kelime var. 45 yıl var arada. 45 yılda dilde yaşanan gelişmelerin bu sözlüğe yansıması ile bu sözlüğün söz varlığının 26 binin daha da üzerinde olması gerekirken, 15 bine inmiş. İşte bu, tasfiyeciliğin boyutunu gösteriyor.
Yine de Türkçenin İngilizce kadar zengin olmadığını sanıyorum. Çünkü biz son yüzyılda bilim ve teknoloji üretmedik, evrensel sanat üretmedik, felsefe üretmedik. Nasıl aynı olur hocam?
Elbette fark var. Mutlaka birebir aynı diye bir şey söyleyemeyiz.
Ama demin aynı diyordunuz.
Türkçenin söz varlığından ne anladığımıza bağlı bu. Türkçenin söz varlığı dediğimizde yaşayan dili düşünecek olursak, şu anda bizim bölge ağızlarımızın söz varlığı, deyimlerimiz, atasözlerimiz, terimler zenginliğimiz. Zaten İngilizcenin o tür sözlüklerinde bu tür sözlerin hepsi alınıyor. Tamamen ansiklopedik bir sözlük. Bizim de iki sözlüğümüz olacak. Türkçe Sözlük, yine yazı dilimizin sözlüğü olacak. Ama Türkçenin bütün söz varlığını kapsayan bir başka çalışmamız olacak. Zaten İngilizcenin veya diğer dillerin sözlükleri de öyle. Kullanım amaçlarına yönelik olarak birkaç türde hazırlanıyor. Bizim de amacımız, hem yazı dilinin sözlüğünü hazırlamak, hem de bütün söz varlığını bir veri tabanı hâlinde, metne dayalı olarak ortaya koymak.
Dildeki kirlilikten siz de nasibinizi alıyor musunuz? Mesela siz ara sıra oha falan olmuyor musunuz?
(Gülüyor) Tabii dildeki kirlilik herkesi etkiliyor. Benim de bazen kullanmamam gereken sözleri kullandığım oluyor. Şu anda dilde kullandığımız bazı sözler de zaman içerisinde bir uç söyleyiş olarak ortaya çıkmıştı, otuz kırk yıl önce eleştirilmişti, hafife alınmıştı. Ama onlar daha sonra yerleşti, yaygınlaştı, kullanılıyor. Oha falan oldum gibi söyleyişler, hayatın içinde zaten var.
Yarın bir gün başbakan da oha falan olabilir, siz de diyebilirsiniz bu lafı.
Ben de diyebilirim. Yanlış olan şu: Bu tür uçtaki kullanımlar, örnek olarak gösteriliyor. Başka ülkelerde böyle bir şey yok. Olumsuz o tipleri dizinin kahramanı hâline getirmemek gerekiyor. O dizide hayatın içinden bir olay canlandırılıyorsa kitabî bir dille konuşması beklenmez oyuncuların. Hayatın içindeki birtakım olumsuzluklar dizide canlandırılırken, imrenilecek bir durum olarak gösterilmemesi gerekiyor. Onun yerine Türkçede başka deyimlerimiz var. Dilimize yerleşmiş, zenginlik haline gelmiştir, bunların kullanılması gerekiyor. Bütün dizinin sadece “oha falan oldum”la gitmemesi gerekiyor.
Gitmiyor zaten. Size hiç kal gelmedi mi hayatta hocam?
(Gülüyor) Türkçenin bu durumuna baktığımızda “kal geliyor” tabii ki.
Ben TDK’den şöyle bir şey beklerim. Çağdaş ya da eski, bütün yazarlarımızın tek tek sözlüğünü yapsanız. Kaç kelime ile yazıyorlar, en çok hangi kelimeleri kullanıyorlar, onlara ne anlamlar yüklüyorlar. Buradan onların hem bilinçlerini, hem psikolojilerini anlamış olurum. Çok da ilgi görür. Neden yapmıyorsunuz böyle güzel şeyler?
Doğru, yazarlarımızın sözlüğü hazırlanmamış. Hazırlanmalıydı. Benim asıl yapmak istediğim bu. Yazarlarımızın bütün söz varlığını ortaya koymak. Önce her yazarın kendi sözlüğünü hazırlamak. En çok kullandığı kelimeyi, sıfatı, zarfı, olayları nasıl canlandırdığını vermek. Bunlar üniversitelerimizin Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde kısmen yapılıyor. Ama bütün bu çalışmaların bir amaca yönelik olarak yapılması gerekiyor. Bunu da yapacak olan TDK. Yapmaya da başladık. Demin tam anlatamadım. Bütün edebî eserlerin bilgisayar ortamına aktarılması, Türkçenin söz varlığının ortaya konulması, her yazarın kendi sözlüğü hazırlanarak olacak.
Yani Bir Orhan Pamuk, bir Ahmet Altan, bir Latife Tekin sözlüğü oluşturup ayrı kitaplar halinde çıkartacak mısınız?
Elbette. Eserlerinin hepsinin elektronik ortama aktarılınca söz varlıkları ortaya konulmuş olacak. Bunu yapacağız. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Necat Birinci ile bunu görüştük. Öncelikle yüz eser belirlendi biliyorsunuz. O yüz eserin sözlüğünü yapmakla işe başlayacağız. Yüz eser çok büyük bir kurul tarafından seçildi.
Ama onlar bir yazarın külliyatı değil.
Oradaki amaç şu: Bu okutulacak eserlerde geçen kelimelerin sözlüğünü hazırlamak. Bu eserleri kim okuyacak? İlköğretim ve lise öğrencileri. Bu yüz eserin tek bir sözlüğünü hazırlamakla işe girişiyoruz. Ondan sonra bütün yazarların bütün eserleri taranarak başka bir sözlük çalışması yapılacak.
Yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar buluyorsunuz. Bugünlerde hangi kelimenin üzerinde duruyorsunuz?
Mortgage diye yazılan morgıç diye okunan bir kelime var. ‘Kira öder gibi ev sahibi olmak’ anlamında ama; karşılığı “ipotek, rehin”. “İpotekli satış” diyemezsiniz, terim değil. Şu anda zaten “ipotekli satış” diye bir uygulama var. “Rehin” de olmuyor. Özel bir karşılık lazım. Çeşitli kaynaklara baktık. Halk ağzında “tutu” diye bir kelime var. Bunu TDK uydurmuş değil, bu dili konuşan insanlar yapmış. Mortgage için “tutulu satış”ı önerdik TDK olarak.
Tutu, tuttu mu hocam?
Şimdi hedefimiz tutuyu tutturmak. Hemen basına duyurduk. Dedik ki lütfen “mortgage”ı kullanmayın. Çünkü “mortgage” yazıp, “morgıç” okumak insanımıza büyük zulüm. Ayrıca ek aldığında da sorunlar çıkıyor. “Tutu”yu yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Toplu Konut İdaresi’ne, bu işle ilgilenenlere yazı göndereceğiz. Şimdi bakın ne oldu, biz “tutu”yu açıkladık, hemen bazıları eleştirdi. Oysa Adana’da bir şeyi rehine koymak, emanete vermek, fonda tutmak anlamında zaten kullanılan bir kelime. Kullanıla kullanıla içi dolacak.
Her zaman TDK’nin yaptırım gücünün olmayışından yakındınız. Tam olarak ne istiyorsunuz? Ağzımıza acı biber sürmek mi?
Hayır hayır... Dilin kullanıldığı alanlardaki olumsuzlukları gidermek için yasal düzenleme yapılması gerekiyor. Yaptırım gücü başlangıçta istendi; ama şimdi bütün isteğimiz Türkçe konusunda herkesin duyarlı davranması ve dilin kullanıldığı alanda boşlukların giderilmesi. Böyle tepeden inme bir şeye gerek yok. İşyerlerine isim verme konusunda kurallar olması gerekiyor. Bu konuda boşluk var. Esas sıkıntı burada.
Paris’te bir dükkan açacaksınız, isim koymak için bir yere mi başvuruyorsunuz?
Elbette, rasgele isim konulmaz. Yetkili kurumlar var. Türkiye’deki uygulama şu. Ticaret sicil gazetesinde “Ahmet falan ve mahdumları limited şirketi” gibi adla şirket kuruluyor. Sonra gidip yabancı adla tabela asıyor. Bunun bir kuralı olması gerekir. Oysa, “Ben şirketi kuruyorum; ama tabelaya da şunu yazacağım” denmesi gerekiyor. Ad verilmesi konusunda belediyelerin yetkili olmasından yanayız. Yine Türkiye’ye ithal edilen ürünlerin kullanma kılavuzlarının Türkçe olması gerekiyor. Şu anda gündemde olan kanun tekliflerinde de bunlar var. Sunucu olmanın kuralı olsun diyoruz. Görünüşü güzel diye, insanlar hemen kameranın karşısına geçirilmesin. Türkçeyi kullanması ölçü olsun. İşte bu konularda yasal boşlukları gideren düzenlemeler yapılması gerekiyor.
-BİTTİ-
Röportaj: Nuriye Akman
Kaynak: