Turgut, haline şükretti
Abone olSerdar Turgut, genel yayın yönetmeni olduğu için çok şanslı olduğunu yazdı. Çünkü önceki gün okuduğu bir haber, Turgut'a "şükür olsun" dedirtti.
Akşam'ın Genel Yayın Yönetmeni olan Serdar Turgut, işine
şükretti. Çünkü Turgut'un önceki gün okuduğu "Yavru timsahlar"
haberi ona işinin kıymetini çağrıştırdı. Turgut, "İlla da stres
olmalı" dedi ve şöyle devam etti:
Yazı : Serdar Turgut
Kaynak : www.aksam.com.tr
Önceki gün gazetede yayınlanmış bir haber beni anılara götürdü.
Haber bir bavul içinde Türkiye'ye sokulmuş olan timsahların artık büyüdükleriyle ilgiliydi.
Bunu okur okumaz tüm yan etkilerine rağmen genel yayın yönetmeni olduğum, bunun yerine başka bir işte çalışmak zorunda olmadığım, örneğin gümrük kontrol memuru olmadığım için 'şükür olsun' dedim kendi kendime.
Düşünsenize; yaklaşan kişiye 'aç bakalım bavulda neler var' diyorsunuz ve içeriden 10 küsur adet timsah yavrusu çıkıyor. İnsanı anında kalpten götürecek bir şey bu. Ben yavru filan anlamam, timsah timsahtır arkadaş tamam mı?
Bu iş beni anılara götürdü dedim ya, elbette eskiden gümrük kontrol memuru değildim. Üniversitede asistandım, gerçi orada da bazı timsah benzeri hocalar vardı ya. Benim eskiden başıma gelen harbi timsahlarla ilgiliydi.
Rana ile birlikte Miami'ye gezmeye gitmiştik. Benim orada tek bir noktada sabit durma ısrarıma rağmen gezmeye zorladı ve bataklık turuna katıldık.
Bataklık turunun zirve noktası timsahları izlemekten ibaretti.
Sevgili okuyucular; bazı insanlar ölmeyi hak ediyorlar, bunu bilin yani. O turda da ölmeyi çoktan hak eden bir adam vardı. Zaten her grup turunda en azından bir adet böyle adam çıkar mutlaka.
Miami bataklığındaki timsahlar öyle bavula filan sığacak gibi değillerdi. Onları bir yerden başka yere taşımak için büyükçe bir kamyon gerekebilirdi. Bu bahsettiklerim üstelik Miami koşullarında minik sayılıyordu. Bataklığın derin iç noktalarında boyu 8 metreyi bulan timsahlar da varmış. Bana göre boyu 8 metre olan timsahın artık timsah sayılmaması gerekir, o artık bir dinozordur. Turdaki ölümü hak eden adam parlak bir gömlek giymişti ve şortluydu, sürekli abur cubur tıkınıyordu ve yerken aynı anda konuşuyordu, üstelik sesi de yüksekti. Gayet tabii ki prensip itibariyle şişmandı. Çıplak bacaklarının her biri, birer canavar sosise benziyordu.
Şimdi biz turistleri kayığa binmeden önce 'sakın elinizi ayağınızı suya yaklaştırmayın' diye defalarca uyardılar. Kayık açılır açılmaz bu grotesk adam sanki bu uyarı hiç yapılmamış gibi yandan sarkarak timsahlara yiyecek uzatmaya başladı. Hey Allahım böyle bir insan olabilir mi. Şimdi söyleyin bana bu adam ölmeyi hak etmiyor mu ki? Bu işler olurken ben fotoğraf makinemi çıkardım ve hazırlandım, çünkü müthiş bir haber yakalayacağıma emindim. Adam yiyen timsah haberimle ödül de kazanacaktım ve bu umutla adamın timsah tarafından yutulacağı anı bekledim. Ne yazık ki timsahların hiçbiri adamı yemeye tenezzül etmediler. Büyük ihtimalle adamı görünce mideleri kabarıp iştahları kaçmıştır. Adamın önümde yenilmemesinin kızgınlığının yarattığı stresi Rana'dan çıkarmaya çalıştım. Bence o, hemen her konuda, bende stres yaratabilecek konuları bulup önüme sunma konusunda uzmandı. Orada da bir yerde sabit durmak ve gezmemek yolundaki dileğim kabul görseydi ve beni kolumdan tutup gezmelere götürmeseydi o hayal kırıklığını yaşamayacaktım.
Rana'nın bende stres yaratması için illa da gezmeye götürmesi gerekmiyor, sabit durmayı başardığım durumda da stresi bulunduğum yere getirebiliyor.
Son olarak da 'artık başıma bir şey gelmez' diyerek kıpırdamadan durduğum evin bahçesine horoz ve tavuk aldı. Bunu gerekçesi olarak da 'oğlan çok sever bunları' dedi. Ne yani oğlan fil de seviyor, onu da mı alacağız bahçeye? En sonunda bizim evi milli park ilan edip kurtulalım bu işten, milli park olursak ben birkaç yerli de getirtirim Afrika'dan ve boş vakitlerimde onları vurarak eğlenirim değil mi...
Şimdi tavuklar tek başlarına fazla stres yapmıyor insanda. Ama ben onların sesini duymadığım zaman merak ediyorum. Birkaç kez sabaha karşı bahçeye çıkıp onlara baktım iyiler mi diye. Arada bir acaba stresliler mi, yoksa üzgünler mi, diye de merak ediyorum. Rana arada bir 'bunları kesip yeriz' diyerek stresimi maksimum noktaya çıkarıyor, benim hislerimle oynamak onu eğlendiriyor. Neyse bir şekilde evde dengeyi kuracağız da sakinleşeceğiz de ama Rana bugünlerde uzun zamandır Bodrum'da olan köpeğimizi de İstanbula getirme kararını aldı. Burada tek sorun var, o da bizim köpeğimiz tavuk öldürür, vukuatları var. Kedi öldürmek de ister ama, evdeki kedileri kendi kardeşi diye görüyor. Yabancı kedileri kovalar, evin kedilerini gidip yalar, böyle bir şey işte. Tavuk görünce ise kendisini tutması mümkün değil. 'Ne yani evin bahçesi gladyatörlerin vuruştuğu alana mı dönüşecek' dedim ve kendime yeni bir stres konusu buldum. Rana 'kediler gibi tavuklarla da arkadaş olur, hiç merak etme sen' deyip duruyor. O sakin, stresi ben çekiyorum. Rana kendi kafasında kurmuş olduğu planlara gerçek yaşamın da uyması gerektiğini düşünüyor, ben ise gerçekliğin bana karşı olduğunu düşünürüm hep. Bakalım şimdi bekleyip göreceğiz ne olup biteceğini. Bizim köpek, evde yaşayanlara saygılıdır da, bir tek oğlumdan korkar ve onu gördüğü yerde kuyruğunu bacağının arasına alıp kaçar. Çünkü oğlan yeni yürümeye başladığı günlerde köpeğe elini attı, bir avuç tüyü aldı. Köpek o acıyı hiç unutamıyor ve oğlanı gördüğünde 'en iyisi ben uzaklaşayım' diyor olmalı. Tabii arada oğlan, köpekle oynarken olmayacak işler yapmaya devam ediyor. Örneğin köpeğin ağzını açıp dilini çekiyor. O zavallıcık ise istemeden zarar vermeyeyim diye ağzını bile kapatmıyor.
(Köpeğimizin ne kadar altın kalpli olduğunu anlatarak yazıyı bitireyim. Bodrum'da bir gece kedilerden bir tanesi balkona fare getirmişti ve diğer kediyi karşısına alıp fareyle oynamaya başladılar. Farecik korku içinde kaçmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Köpek sonunda bu duruma dayanamadı ve araya girip fareyi ağzına alıp sokağa çıktı ve onu serbest bıraktı. Böylesine bir olaya şahit olmak, insanda köpeklere karşı bir saygı doğmasına yol açıyor.)
Yazı : Serdar Turgut
Kaynak : www.aksam.com.tr
Önceki gün gazetede yayınlanmış bir haber beni anılara götürdü.
Haber bir bavul içinde Türkiye'ye sokulmuş olan timsahların artık büyüdükleriyle ilgiliydi.
Bunu okur okumaz tüm yan etkilerine rağmen genel yayın yönetmeni olduğum, bunun yerine başka bir işte çalışmak zorunda olmadığım, örneğin gümrük kontrol memuru olmadığım için 'şükür olsun' dedim kendi kendime.
Düşünsenize; yaklaşan kişiye 'aç bakalım bavulda neler var' diyorsunuz ve içeriden 10 küsur adet timsah yavrusu çıkıyor. İnsanı anında kalpten götürecek bir şey bu. Ben yavru filan anlamam, timsah timsahtır arkadaş tamam mı?
Bu iş beni anılara götürdü dedim ya, elbette eskiden gümrük kontrol memuru değildim. Üniversitede asistandım, gerçi orada da bazı timsah benzeri hocalar vardı ya. Benim eskiden başıma gelen harbi timsahlarla ilgiliydi.
Rana ile birlikte Miami'ye gezmeye gitmiştik. Benim orada tek bir noktada sabit durma ısrarıma rağmen gezmeye zorladı ve bataklık turuna katıldık.
Bataklık turunun zirve noktası timsahları izlemekten ibaretti.
Sevgili okuyucular; bazı insanlar ölmeyi hak ediyorlar, bunu bilin yani. O turda da ölmeyi çoktan hak eden bir adam vardı. Zaten her grup turunda en azından bir adet böyle adam çıkar mutlaka.
Miami bataklığındaki timsahlar öyle bavula filan sığacak gibi değillerdi. Onları bir yerden başka yere taşımak için büyükçe bir kamyon gerekebilirdi. Bu bahsettiklerim üstelik Miami koşullarında minik sayılıyordu. Bataklığın derin iç noktalarında boyu 8 metreyi bulan timsahlar da varmış. Bana göre boyu 8 metre olan timsahın artık timsah sayılmaması gerekir, o artık bir dinozordur. Turdaki ölümü hak eden adam parlak bir gömlek giymişti ve şortluydu, sürekli abur cubur tıkınıyordu ve yerken aynı anda konuşuyordu, üstelik sesi de yüksekti. Gayet tabii ki prensip itibariyle şişmandı. Çıplak bacaklarının her biri, birer canavar sosise benziyordu.
Şimdi biz turistleri kayığa binmeden önce 'sakın elinizi ayağınızı suya yaklaştırmayın' diye defalarca uyardılar. Kayık açılır açılmaz bu grotesk adam sanki bu uyarı hiç yapılmamış gibi yandan sarkarak timsahlara yiyecek uzatmaya başladı. Hey Allahım böyle bir insan olabilir mi. Şimdi söyleyin bana bu adam ölmeyi hak etmiyor mu ki? Bu işler olurken ben fotoğraf makinemi çıkardım ve hazırlandım, çünkü müthiş bir haber yakalayacağıma emindim. Adam yiyen timsah haberimle ödül de kazanacaktım ve bu umutla adamın timsah tarafından yutulacağı anı bekledim. Ne yazık ki timsahların hiçbiri adamı yemeye tenezzül etmediler. Büyük ihtimalle adamı görünce mideleri kabarıp iştahları kaçmıştır. Adamın önümde yenilmemesinin kızgınlığının yarattığı stresi Rana'dan çıkarmaya çalıştım. Bence o, hemen her konuda, bende stres yaratabilecek konuları bulup önüme sunma konusunda uzmandı. Orada da bir yerde sabit durmak ve gezmemek yolundaki dileğim kabul görseydi ve beni kolumdan tutup gezmelere götürmeseydi o hayal kırıklığını yaşamayacaktım.
Rana'nın bende stres yaratması için illa da gezmeye götürmesi gerekmiyor, sabit durmayı başardığım durumda da stresi bulunduğum yere getirebiliyor.
Son olarak da 'artık başıma bir şey gelmez' diyerek kıpırdamadan durduğum evin bahçesine horoz ve tavuk aldı. Bunu gerekçesi olarak da 'oğlan çok sever bunları' dedi. Ne yani oğlan fil de seviyor, onu da mı alacağız bahçeye? En sonunda bizim evi milli park ilan edip kurtulalım bu işten, milli park olursak ben birkaç yerli de getirtirim Afrika'dan ve boş vakitlerimde onları vurarak eğlenirim değil mi...
Şimdi tavuklar tek başlarına fazla stres yapmıyor insanda. Ama ben onların sesini duymadığım zaman merak ediyorum. Birkaç kez sabaha karşı bahçeye çıkıp onlara baktım iyiler mi diye. Arada bir acaba stresliler mi, yoksa üzgünler mi, diye de merak ediyorum. Rana arada bir 'bunları kesip yeriz' diyerek stresimi maksimum noktaya çıkarıyor, benim hislerimle oynamak onu eğlendiriyor. Neyse bir şekilde evde dengeyi kuracağız da sakinleşeceğiz de ama Rana bugünlerde uzun zamandır Bodrum'da olan köpeğimizi de İstanbula getirme kararını aldı. Burada tek sorun var, o da bizim köpeğimiz tavuk öldürür, vukuatları var. Kedi öldürmek de ister ama, evdeki kedileri kendi kardeşi diye görüyor. Yabancı kedileri kovalar, evin kedilerini gidip yalar, böyle bir şey işte. Tavuk görünce ise kendisini tutması mümkün değil. 'Ne yani evin bahçesi gladyatörlerin vuruştuğu alana mı dönüşecek' dedim ve kendime yeni bir stres konusu buldum. Rana 'kediler gibi tavuklarla da arkadaş olur, hiç merak etme sen' deyip duruyor. O sakin, stresi ben çekiyorum. Rana kendi kafasında kurmuş olduğu planlara gerçek yaşamın da uyması gerektiğini düşünüyor, ben ise gerçekliğin bana karşı olduğunu düşünürüm hep. Bakalım şimdi bekleyip göreceğiz ne olup biteceğini. Bizim köpek, evde yaşayanlara saygılıdır da, bir tek oğlumdan korkar ve onu gördüğü yerde kuyruğunu bacağının arasına alıp kaçar. Çünkü oğlan yeni yürümeye başladığı günlerde köpeğe elini attı, bir avuç tüyü aldı. Köpek o acıyı hiç unutamıyor ve oğlanı gördüğünde 'en iyisi ben uzaklaşayım' diyor olmalı. Tabii arada oğlan, köpekle oynarken olmayacak işler yapmaya devam ediyor. Örneğin köpeğin ağzını açıp dilini çekiyor. O zavallıcık ise istemeden zarar vermeyeyim diye ağzını bile kapatmıyor.
(Köpeğimizin ne kadar altın kalpli olduğunu anlatarak yazıyı bitireyim. Bodrum'da bir gece kedilerden bir tanesi balkona fare getirmişti ve diğer kediyi karşısına alıp fareyle oynamaya başladılar. Farecik korku içinde kaçmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Köpek sonunda bu duruma dayanamadı ve araya girip fareyi ağzına alıp sokağa çıktı ve onu serbest bıraktı. Böylesine bir olaya şahit olmak, insanda köpeklere karşı bir saygı doğmasına yol açıyor.)