Türbanı siyasi malzeme yaptılar!
Abone olDYP Lideri Ağar, Nuray Başaran'a konuştu. Ağar, hükümetin politikalarını yanlış buldu. Türbanın istismar edildiğini dile getiren DPY Lideri, ABD'den özür dilendiğini savund
Türbanı üniversitelerde serbest
bırakacağız
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, türbandan ABD ile ilişkilere, erken
seçimden rejim tartışmalarına kadar gündemdeki pek çok konuya
ilişkin görüşlerini Nuray Başaran'a anlattı. Hükümeti türbanı
siyasi malzeme olarak kullanmakla suçlayan Ağar 'Üniversitelerde
türbanı serbest bırakacaklarını' açıkladı. Hükümetin ABD'ye 'özür
dilemeye' gittiğini savunan Ağar, bu ülkeden gelen gayri resmi bir
daveti reddetmesiyle ilgili olarak da 'Ben Türkiyeciyim,
Türkiyeliyim. Hiçbir ülkenin tarafında olmam. Benim için önemli
olan mesele Türkiye'nin menfaatleridir' dedi. Ağar, erken seçimin
de bu yıl olmazsa, gelecek yıl mutlaka yapılacağını belirtti. DYP
Lideri Ağar'ın gündeme bomba gibi düşecek açıklamaları şöyle:
Son günlerde erken seçim ihtimali sıkça konuşuluyor. Tarih
olarak da 13 Kasım telaffuz ediliyor, bir erken seçim söz konusu
mu?
Başbakan erken seçim söylemi için 'vatan hainliği' diyor.
- Seçime vatan hainliğidir demek, demokrasiden nasip almamış
olmak demektir. Milletin böyle bir ihtiyacı varsa, seçim olacaktır.
Bunun hainlikle ilgisi yok. Türkiye'de 83'ten bu yana tüm seçimler
erken seçim oldu. Türkiye'nin bünyesi 4 yıldan fazlasına müsaade
etmiyor demek ki.
Şu anda ihtiyaç var mı?
- Bütün açıklamalara rağmen ekonomideki makro değişimlerin,
hiçbir şekilde geniş kesimlere yansımadığı gerçeği ortada. Geniş
kitleler bu tablodan fevkalade rahatsız, bu kitleler sesini artarak
yükseltecektir. Ben seçimin 2006 yılını geçmeyeceğini düşünüyorum.
Hükümet, avantajlı olmak adına daha erken bir tarihte seçime
gidebilme inisiyatifini de elinde tutuyor tabii.
13 Kasım hükümet için bir avantaj mıdır?
- Ben hükümet açısından düşünmem. Biz muhalefet partisiyiz; her
zaman da seçime hazırız. Türkiye seçimi yapacak; bu sene olmazsa
gelecek sene olacak. Bundan kaçış yok.
GAZETELERLE İDARE EDİYORLAR
Türkiye'de muhalefet ile ilgili bir sorundan da söz ediliyor.
- Bu, Ankara'nın, İstanbul'un mutena yerlerinde oturup, halkla,
sokakla ilişkisi olmayanların, hükümetin devamından memnun
olanların ortaya çıkardığı bir söylentidir. Bütün bunların ne sonuç
vereceğini sandıklar açıldığında hep birlikte göreceğiz. Türkiye'yi
layık olmadığı bir alana sıkıştırmıştır bu hükümet. Bunun yeniden
açılması konusunda kendi iradesini kullanamamaktadır. Hükümetin
Türkiye'de yenileşme, değişim, demokratikleşme adına yaptığı ifade
edilenlerin hepsi, maalesef üzülerek söylemek lazım, dış baskı ve
destekle olmaktadır. Türkiye'de demokratikleşme, haklar,
özgürlükler alanlarının genişlemesi için çeşitli iç dinamikler
vardır. Türkiye artık bu demokratik olgunluk içerisinde. AKP'ye oy
veren kitleler, umut olarak getirdikleri hükümetin kendilerini
ezdiğini gördükçe, desteklerini azaltmıştır. Sokaktayım, her
taraftayım, her şeyi bire bir yaşıyoruz. İnsanlar ağır sıkıntılar
içinde. Bunların hiçbirini görmeyen hükümet, Türkiye'yi dış
seyahatler, pembe tablolar arasında, gazete haberleri ile idare
etmeye çalışıyor.
FAKİRE YASAK OLMAZ
Siz son olarak 'Armani İktidarı' diye bir söylem geliştirdiniz. Doğru değil ama uzun zamandır siyasetçilerimiz tarafından türban konusu kullanılıyor. Başbakan son olarak vakıf üniversitelerine türbanlı gidilebilsin dedi.
- Kendisi diyor ki, zengine serbest fukaraya yasak. Başbakan bu
tavrıyla Armani İktidarı çizgisini devam ettiriyor. Bir kere bizim
çok farklı bir çizgimiz var burada. Biz meseleyi dediğiniz gibi,
siyasetin istismar alanının dışına çıkarmaya çalışıyoruz. Burada
mesele mağduriyet, mazlumiyet içerisinde olan insanların
sıkıntısını gidermek. Meseleye hak-özgürlük, öğrenim özgürlüğü
açısından bakıyoruz. Bu şekilde baktığımızda da dediğimiz şu:
Türban, resmi devlet okullarında (ilk ve ortaderecede) yasak;
üniversitelerde ise hiçbir yasak olmasın.
Bu kadar net. Bu mesele, toplumun tümü üzerinde güven sağlamış bir hükümetin yaratacağı bir mutabakat ile çözülür.
Bunu biz yaparız diyebiliyor musunuz?
- Böyle bir iddianız yoksa niye siyasi parti kuracaksınız. Bunu
başkaları gibi her dakika gündemde tutarak hükümeti yıpratmak
işimiz değil. Türbanı, siyasetin fayda alanının dışına çıkarmak
lazım. Mağduriyet ve mazlumiyet üzerinden siyaset yapılamaz,
buradan prim elde edilemez. Bu sorunu bir toplumsal huzur ve
güçlendirme adına çözeceksiniz. Bizim bir kompleksimiz yok. Çünkü
biz köken olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi'nden gelmişiz.
Cumhuriyet rejimine olan sadakatimiz ortadadır. Laikliğin
Türkiye'de vazgeçilmezliğinden zerre kadar tereddüdümüz yoktur.
Türkiye'de ilim öğrenmek isteyen insanların önünü kapatmanın da
doğru bir tarafı yoktur.
'DEKOLTE' AKIL ALMAZ LAF
Türbanla birlikte yargıda da gelişmeler, itirazlar var. Başbakan ise 'dekolte aldı başını gidiyor' gibi bir açıklama yaptı. Bir gruplaşma tehlikesi görüyor musunuz?
- Akıl alacak bir laf değildir bunlar. Biz toplumda herkesi
mübarek anasının karnından doğduğu gibi hür ve özgür kabul ediyoruz
ve herkes özgürlüklerini yaşayarak bu toplumda var olsun. Türkiye
Cumhuriyeti, Meclis'i ile birlikte kendi gelenek ve görenekleriyle
birlikte kendi inancıyla birlikte modernliğe doğru koşan bir
ülkedir ve bu yolculuğuna devam edecektir ve bu süreç içinde
insanların giyim kuşamıyla ilgilenen bir hükümeti de ilk defa
görüyorum.
Erdoğan üniversitelerle de anlaşamıyor
- Başbakan bu haliyle kalkıp üniversiteleri tenkit edemez. Ne
veriyorsunuz da ne istiyorsunuz? Hiçbir üniversite ilk 500'e
girmemiş. Bak bakalım, 500'e giren üniversitelerde asistanın maaşı
ne? Yıllık ARGE çalışmalarına ayrılan para ne? O üniversitelere
sağlanan kaynaklar ne? Sağlayalım aynı kaynakları, bakalım 500'e mi
giriyor 100'e mi giriyor?
AB'DE OLUMSUZ GELİŞMELER VAR
AB de yeni hali ile hükümeti hayal kırıklığına uğratmışa benziyor. Çünkü orada da bir değişim söz konusu. Sanki yeni bir stratejiye ihtiyacı var. Bu yeni strateji konusunda ne düşünüyorsunuz?
- Gelinen noktada AB'nin kendisi bir kriz dönemine girdi.
Özellikte son Londra'da ortaya çıkan terör saldırılarından sonra bu
krizin derinleşerek devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu arada sessiz
sedasız Türkiye aleyhine gelişmeler olmaktadır. Türkiye AB
perspektifini mutlak şekilde muhafaza ettirmelidir. Ancak karşı
karşıya geldiğimiz süreçte, önceki gün Ortak Bölgeler Komitesi'nde
bir gelişme oldu. Küçük bir gelişme gibi görülüyor ama önemli.
Burada ortaya çıkan sonuç bildirgesinde, Hıristiyan Demokratlar'ın
önerisiyle 'Türkiye'nin tam üyeliği söz konusudur' ibaresi
kaldırıldı. Türkiye'yi rahatsız edici başka maddeler de konuldu.
Hükümetin devreden çıkarılarak doğrudan doğruya yerel yönetimler
ile özel ilişki kurması gibi bazı maddeler de bildirgenin
içerisinde yer alıyor. Tüm bu tavizleri verdikten sonra Türkiye'nin
ne alacağının cevabı verilememektedir. Sonuçta 'AB ahde vefalıdır,
verdiği sözleri tutar' diyorsanız; ahdin içinde şu kelimeler
vardır; 'müzakerelerin ucu açıktır ve sonucu önceden garanti
edilemez
HÜKÜMET KOMPLEKSLİ
Sizce Türkiye'nin dış politikası hangi zemine oturmalı?
- İşte o zemini bulamıyoruz. Bu hükümetin dış politika zemini şu:
Sürekli bir meşruiyet kaygısı içerisinde kendisini hissettiği için
ABD ve AB desteği ile iktidarını devam ettirebileceği kanaatine
sahip.
Ama hala meşruiyet kaygısı olabilir mi? Böyle bir kaygısı olsa, iktidar olur mu?
- Bizim için meşruiyetin alanı sandıktan çıkan sonuçlardır.
Meşruiyeti millet tespit eder. O bakımdan sandıktan çıkan her
iktidara bizim saygımız vardır. Bu komplekse biz değil onlar
girmiştir. Belli konularda tavizkar politikaları sürdürmeye devam
etmektedirler. Meclis'e ve millete dayanmak yerine dışarıya
dayanmayı uygun görmüşlerdir. Dış politikanın temelinde bizim
gördüğümüz üç ana unsur vardır. Birincisi, meselelere Brüksel değil
Ankara gözlüğü ile bakmaktır. İkincisi, bu ülkeyi idare edenlerin
hayale kapılmayan güçlü bir tarih şuuru içerisinde olmaları
gerekmektedir. Üçüncüsü de, bugünkü yaşanan dünyanın gerçekleri
üzerine ayak basmayı
bilmektir. Bu üç temel ayağı sağlam bir şekilde götürdüğünüz vakit, Türkiye'nin bir problemle karşılaşması söz konusu olmayacak.
Sayın Başbakan 'hükümet olduk ama muktedir olamadık' diyor.
- Bundan daha iyi itiraf mı olur? Bu itirafı millet sandıkta
değerlendirecektir. Kendi bürokrasisinden şikayet eden bir
başbakanı da memleketindeki sıkıntıları ABD'de ağlayarak şikayet
eden bir başbakanı da Türkiye ilk defa gördü. Bir daha da
görmeyecek zannediyorum.
ABD'YE 'ÖZÜR'E GİTTİ
Başbakan sık aralıklarla ABD'ye gidiyor ama bir gerçek var ki, o da ABD ile ilişkiler Türkiye'nin çok da istediği bir noktada değil. İçeride de bir anti-Amerikan tavır söz konusu. ABD sizi de davet etti ama gitmeyeceğinizi açıkladınız. Gitmeyişinizin nedeni nedir?
Siz de bir anti Amerikancı mısınız?
- Amerika daveti öyle resmi bir davet değildi. Ben Türkiyeciyim,
Türkiyeliyim. Hiçbir ülkenin tarafında olmam. Önemli olan
Türkiye'nin menfaatleridir. Bu çerçevede dünyada var olan
gerçeklerle, meselelerimi görüşürüm ve uzlaşmalarımı her iki
menfaatin çakışacağı optimum noktada buluştururum. Dünyanın her
yerinde anti Amerikancılık vardır. Ama halkta oluşan bir tavır, dış
politikanın gerçekleri üzerine oturması sonucunu değiştirmez. Bugün
hükümetin yaptığı gibi Türkiye'yi temsile yakışmayan tavırları da
anlayabilmek mümkün değil. Amerika'ya giderken 'muhalefet partisi
anti-amerikancı' lafı bir Türkiye Başbakanı'nın kullanacağı ve ona
yakışan bir laf değildir. Bu demektir ki, 'Kabahat onlarda bende
değil. Ben geliyorum, her türlü tavizi vererek, bu ilişkilerde bir
rahatsızlık varsa ortadan kaldıracağım.' Mesele görüşmeye
gitmiyorsunuz ki siz. Özür dilemeye gidiyorsunuz. O zaman gitmenize
gerek yok. Bu tür seyahatler, ciddi bir ön hazırlıkla, aşağı yukarı
elde edilecek sonuçlar belirlenerek yapılır. Bu da Türkiye'nin var
olan ciddi bir dışişleri bürokrasisi ile yürütülecek işlerdir. Ama
bu hükümet, her konuda olduğu gibi bürokrasiyi düşman gibi
görmektedir. Bürokrasinin seçeneklerinden uzak durmaktadır.
Röportaj: Nuray Başaran
Kaynak: