Türban profesörü işinden etti
Abone olTürban sorununu bir sosyolog gözüyle değerlendiren Meriç, 53 yaşından sonra nasıl kapandığını da anlatıyor.
Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır
başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık
bir tarihe sahip. Demek ki, eğer bir soru sorulacaksa, bu nasıl
örtündüler değil, neden bazıları açtılar sorusu olmalı.
Kamuoyu onu en çok büyük düşünür Cemil Meriç in kızı olarak
tanıyor. Sadece kızı değil, 33 yıl boyunca, gözleri görmeyen
babasının dikte ettiği kitapları yazan, ona kitap okuyan sekreteri,
yardımcısı, gözü, eli... Ve fikirdaşı...
Ama Ümit Meriç, babasının kızı olmasının dışında, kendi kimliğiyle
de Türkiye nin önde gelen aydınlarından, önemli bir fikir ve bilim
kadını...
Prof. Dr. Ümit Meriç İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi nde
30 yıl doçent ve profesör olarak çalıştı. Ziya Gökalp in kurduğu en
eski sosyoloji kürsüsünde ilk kadın profesör ve kadın başkan olarak
bolüm başkanlığı ve Sosyoloji Araştırma Merkezi müdürlüğü yaptı.
1999 yılında ise emekliliğini istedi. Buna mecburdu; çünkü o yılın
19 Ağustos gecesi, bütün Marmara büyük depremin artçı
sarsıntılarıyla sarsılmaya devam derken, o başını örtmeye karar
verdi. Başörtüsü ile öğretim üyeliğinin bağdaştırılmadığı bir
ülkede yaşadığı için ikisinden birini seçmek zorundaydı.
Başörtüsünü seçti.
Ümit Meriç le örtünüşünün öyküsünü konuşmak için gittim. Ama o
Allah la ilişkisini anlatmayı daha çok önemsiyordu.
Önce sizin kişisel hikâyenizden başlayalım isterseniz; 53
yaşına kadar başı açık bir kadın olarak yaşadıktan sonra nasıl
örtündünüz?
Ümit Meriç : Ben dini bir
terbiye almadan büyümüş, hayatının önemli bir bölümünü agnostik bir
insan olarak geçirmiş biriyim. Sosyoloji profesörüyüm. Otuz yıl
sosyoloji öğrettim, yani toplumu anlamaya ve anlatmaya çalıştım.
Ama sonunda öyle bir noktaya geldim ki, öğrendiklerim aklımı kısmen
tatmin etse de ruhumu tatmin etmedi. Sosyolojiye otuz yılımı
verdim, sonuç büyük ölçüde hayal kırıklığı oldu. Varoluşa ilişkin
en temel sorularıma cevap bulamadım ve büyük bir ruhsal bunalıma
girdim. İntihar etmek üzereydim, o şekilde yaşamaya devam etmem
mümkün değildi.
Nasıl sorulardı bunlar?
ÜM : Bedenin ötesinde ruhun olup olmadığı, ruhun
mahiyeti, ölüm fikri, ölüm korkusu, yakınlarımı kaybetme korkusu
gibi varoluşa ve varoluşun anlamına ilişkin felsefi sorular... Fark
ettim ki, ben, bunca yıldır bedenimi besliyor ama ruhumu
beslemiyordum. Büyük bir buhranın sabahında ruhum bu açlığın
çözümünü buldu: Namaz kılmaya karar verdim. Yıl 1977 idi. Daha ilk
namazımda varlığımın hikmetini anladım. Benimle her an irtibat
halinde olan Allah ı keşfettim. Bu, Amerika yı yeniden keşfetmek
gibi bir şeydi.
Allah ı keşfedince bilimle aranız açıldı mı? Sizi hayal
kırıklığına uğratan bilime olan bütün güveninizi kaybettiniz
mi?
ÜM : Kesinlikle hayır. İlmi çok seviyorum.
Pozitivist manada tapmasam da; aczini görsem de, ona aczi içinde
saygı duyuyorum. Ama ilim dünya ile ilgili bir parantez içidir. Ben
aradığım soruların cevabını secdede buldum. Bu söylediğim, aklı
inkâr değildir, akıl ötesine geçmektir. Zaten din akıl üstüdür,
akıl aykırısı değil.
Peki ölüm korkularınız ne oldu?
ÜM : Onu tamamen yendim. Şimdi ölümü çok merak
ediyorum. Ölüm benim için yeni ve çok daha büyük bir tecrübe;
meraklı bir seyahatin başlangıcı olacak. Ölüm benim için büyümek,
genişlemek, ruhumun beden kafesinden kurtulup zaman ve mekan
sınırlamasından kurtulması olacak.
Namaza başladınız ama başınız açıktı?
ÜM : Evet... Doğrusu ben namazı örtünmekten daha
fazla önemsedim hep. Secde huzurunu çok daha vazgeçilmez buldum. O
dönemlerde örtünmeyi düşünmedim. Mesela Hacca gitmeyi düşünüyordum
ama başımı örtmeyi düşünmüyordum. Üniversitede öğretim üyesiydim,
toplum içinde bir yerim ve sosyal bir hayatım vardı. Ayrıca kendine
bakan, süslenmeyi seven bir kadındım; eşime güzel görünmek, kendimi
beğendirmek istiyordum. Yani bütün bu etkenler bir araya geldiği
için herhalde, örtünmeyi aklımdan geçirmiyordum. Taa ki, 1999 daki
büyük depreme kadar...
Ne oldu depremde?
ÜM : Şöyle diyeyim: Namaz kılmaya başlamama
ruhumdaki büyük deprem sebep oldu. Başımı örtmeme ise, tabiattaki
deprem... 17 Ağustos depreminin üçüncü gecesi Armutlu dayım. Artçı
depremler devam ediyor. Biz bahçede yatıyoruz. 19 Ağustos u 20
Ağustos a bağlayan gece benim içime Yarın kıyamet kopacak! duygusu
geldi. Yatsı namazından sonra iki rekât daha namaz kılmak geldi
içimden, kıldım ve ardından Allah a dua ettim; bu dünyayı bize
bağışlaması için dua ettim. O an bir utanç duydum içimde. Ben Allah
a kâinatı bağışlaması için dua ediyorum ama Allah ın emrini yerine
getirmiyorum, başım açık. İşte o anda o geceden itibaren başımı
örtmeye niyet ettim. Örtüş o örtüş. Daha hiç kimse saçımı görmedi.
Bir süre boynumu açıkta bırakan bir türban taktım. O dönem geçiş
dönemi gibi bir şeydi. Sonra şimdi gördüğünüz gibi başörtüsü
örtmeye başladım. Şimdi en büyük kabusum, başımı açık görmek.
Rüyamda sık sık başım açılmış görüyorum. Ne yapacağımı şaşırıyor,
elimle, elbisemle saçlarımı örtmeye çalışıyor, kaçmak istiyor,
kaçamıyorum. Nasıl çırpınarak uyanıyorum, bilemezsiniz.
Başınızı örtmek sizi psikolojik bakımdan etkiledi mi? Mesela
karşı cinsin gözünde eskisi gibi cazip görünmediğinizi düşünmek ve
bunun ruhsal etkileri...
ÜM : Başımı örtme kararı verdiğimde 50 yaş
civarındaydım, karşı cinse mesaj verme ihtiyacı duymadığım bir
dönemdi yani. Ama doğrusu başörtüsünün cinsiyeti sıfırladığını hiç
düşünmüyorum. Kadınların başörtülü daha güzel olduklarını
düşünüyorum. Ayrıca başım örtülü olsa da bakımlı bir kadın olarak
görünmeye dikkat ediyorum. Mesela biraz önce fotoğraf çektirmeden
önce gidip kendime çeki düzen verme ihtiyacı hissettim. Biraz
makyaj yaptım, allık sürdüm. Özellikle de Ümit Meriç kırklara
karıştı, dağıttı denmesini istemiyorum.
Siz başörtülü kadının daha güzel olduğunu düşünebilirsiniz ama
tesettürün ana fikri kadının cinsel çekiciliğini gizlemek, karşı
cinsi tahrik etmesini önlemek. Bu ana fikre ne diyorsunuz?
ÜM : Tesettürün öyle bir yanı olduğunu kabul
ediyorum. Ama amaç bundan ibaret değil. Bir de kadınlığı arka plana
atarak insani kimliği ön plana çıkarmak gibi bir işlevi var. Şöyle
düşünün, amaç sadece cinsel çekiciliği maskelemek olsaydı,
kadınların 70 inden, 80 inden sonra örtünmelerine gerek kalmazdı,
öyle değil mi?
Şimdi de sosyolog Ümit Meriç e soralım: Türban olayı toplumsal
açıdan ne ifade ediyor? Nasıl yorumlanması gerekiyor?
ÜM : Türbanın sosyolojik anlamından çok, bireysel
anlamı ilgilendiriyor beni. Ve doğrusunu isterseniz, toplumsal
değerlendirmelerin artık çok fazla yapıldığını, tek tek bireylerin
kendi örtünüşlerini anlamlandırmasının daha önemli olduğunu
düşünüyorum. Aslına bakarsanız çok sık sorulan şu neden
örtünüyorlar? sorusunu da yanlış bir soru olarak görüyorum. Tarihi
olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını
örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir
tarihe sahip. Benim annem ilk başı açık kuşak neredeyse. Demek ki,
eğer bir soru sorulacaksa, bu neden örtündüler değil, neden
bazıları açtılar sorusu olmalı
Anlıyorum, siz böyle bir norm konmuş olmasını sorguluyorsunuz.
Ama yine de, başı açık olmak normal olarak tanımlanınca, normun
dışına çıkanların neden çıktıkları soruluyor...
ÜM : Bir kere herkes aynı yoldan geçerek ya da
aynı saiklerle ulaşmıyor başörtüsüne. Bir kesim var ki, çok da
İslâmî gerekçelerle örtmüyorlar; gelenek olarak örtenler var;
kırsal kesimden gelip büyük şehirde başını örtenler var; aile
baskısıyla örtenler var; hiçbir zaman tam benimseyemediği
modernleşme projesinin bombardımanından kurtulmak için türbanı bir
kimlik siperi yapanlar ve bu siperin içine saklananlar var. Bu son
grup çok heterojen. Bunların içinde namaz kılmadığı halde başını
örtenlere rastlıyoruz. Oysa baş örtmek İslâm ın beş şartından biri
değil. Sen başını örtüyorsun da, acaba sabah namazına kalkıyor
musun? Bir de benim gibi Amerika yı yeni keşfedenler var. Ki bu son
söylediğim sadece Türkiye yle sınırlı olmayan, dünya çapında
yaşanan bir fenomen.
Bu son gruptan söz edelim o zaman...
ÜM : Bu grupta yer alanlar için baş örtüsü ne
gelenektir, ne simgedir, ne siperdir, ne şudur, ne budur. Allah-kul
ilişkisine ait bir şeydir. Siyasetin de demokrasinin de üzerinde,
çok daha üst anlamda bir meseledir. Egzistansiyel bir meseledir.
Demokratlık bu dünya için gerekli ama İslamiyet öyle mi? Benim
demokrat kimliğim bu dünyada kalacak. Ama İslâmî kimliğim ölümümden
sonra da devam edecek olan kimliğimdir. Vücuduma sahibim ve
vücudumu Allah ın istediği şekilde kullanma hakkına sahibim.
Bu gruba giren insanlar farklı yaşam deneyimlerinden geçerek,
farklı entelektüel serüvenler yaşayarak, ateşten gömlekler giye
giye, bin bir türlü acı çeke çeke keşfediyorlar Allah ı... Ben bu
tür imana çok önem veriyorum. İmanın ve İslâm ın bu şekli çok
sağlam ve değerli. Globalleşmeyle birlikte bütün dünyada böyle bir
süreç yaşayarak Müslüman olmuş insanlar çıkıyor ortaya. Çünkü
globalleşme insanların birbirini bulmasını, tanışmasını ve
etkileşim içine girmesini kolaylaştırıyor.
Avrupa da bazı ülkelerde meselâ Fransa da türbanın yasaklanması
nereden geliyor? Yeteri kadar demokrasi olmamasından mı; yanlış
laiklik kavrayışından mı?
ÜM : Çok fazla Hristiyan olmalarından... Avrupa
çok fazla Hristiyan. Hâlâ haçlı ruhu taşıyorlar. Bence Fransa nın
yeni bir Fransız İhtilali ne ihtiyacı var. Fransız İhtilali nin üç
temel değerini, hürriyet adalet ve eşitlik umdelerini yeniden
öğrenmeye ihtiyaçları var. Ben ABD den daha çok umutluyum. Amerika
nın haçlı seferi olmadı, aristokrasisi olmadı, zenci tecrübesini
yaşadı. O yüzden daha ümitliyim.
Başörtünüz yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldınız.
Çünkü kamu alanında başörtü takmak laik devletle çelişiyor,
deniyor.
ÜM : Ben şahsen başımı örtmeye karar verdiğim
zaman üniversiteden ayrılmayı göze almıştım zaten. Bu kayıp benim
kazandıklarımın yanında o kadar küçük bir kayıptı ki üzerinde
düşünmedim bile. Ama bu, bu yasağın yanlışlığını kapatmıyor.
Önce şu kamu alanı-özel alan ayrımından söz edelim. Benim özel
alanım devletin müdahale alanının dışında kalan alandır. Bu, somut
bir mekan tarifi değil, bir kavramdır. Yani bana evimin içinde
devletin müdahale etmemesi değildir sadece. Bir başkasına zarar
vermeyecek şekilde dolaşma hakkımı da koruması demektir. İnsan
evvela elbisesinin içinde oturur. Sonra evinin içinde oturur. Bütün
bunlar benim özel alanımdır. Vücudum dolaşıyor. Ben
dolaşıyorum.
Laikliğe aykırı olduğu iddiasına gelince... Laiklik ilkokul
yurttaşlık bilgisi kitaplarında devletin dine ve dindarlara
müdahale etmemesi şeklinde tanımlanır. Devlet benim vücuduma devlet
üstü alanda müdahale etmek hakkına sahip değildir. Bu benim
yaşamamla ilgili bir hakkım, varlığımla ilgili bir hakkım. Allah ın
bana emriyle ilgili bir hakkım. Buna ne çocuğum, ne komşum, ne
arkadaşım müdahale edebilir. Laik olan devletimin bana, inandığım
dindarlığıma müdahale etmeye hakkı yoktur. Bu laikliğe
aykırıdır.
Aynı yasak siyasette de karşınıza dikilmeseydi, siyasete
atılmayı düşünür müydünüz?
ÜM : Tayyip Bey hanımı ve iki kızıyla benim evime
geldi. Siyasete girmemi teklif etti. Dördüncü teklifiydi bu. Tayyip
Bey, ben başımı örttüm, bir daha açmam söz konusu değil,
dolayısıyla siyasete girmem de söz konusu değil dedim. Çünkü benim
başörtüm bana teklif edilecek bütün makamlardan, bakanlıktan,
başbakan danışmanlığından daha değerli. Ama başörtüsü engeli benim
siyasete girmeyi reddedişimin tek nedeni değil. Bir başka neden,
Cemil Meriç in soyadını taşımam. Babamın soyadını siyasallaştırma
hakkını kendimde görmüyorum. İkincisi ben öğrencilerime sosyoloji
öğretirken hep şunu derdim: Siz koskoca bir sarayın bütününden
sorumlusunuz. Kendinizi onun odalarından birine kapatarak bütünü
görmekten alıkoymamalısınız. Son olarak da ben kendimi siyasete
uygun bir tip olarak görmüyorum. Parti disiplini vesaire gibi
endişeler olmadan düşündüklerimi olduğu gibi ortaya koymak isterim.
Bunu çok büyük bir özgürlük olarak görüyorum. Hep hakikatin sesi
olmak isterim.
Ama hükümetin gidişatını çok iyi görüyorum. Çok olumlu işler
yapıyorlar. Geçenlerde Tayyip Bey rüyama girip dua istedi.
Tayyip Bey i çok seviyorum. Onlar için dua ediyorum.
Prof. Nilüfer Göle nin Modern Mahrem kitabından
seçmeler
....Kemalist reformlar, kadını, dinin etkisinden kurtarmayı
hedefleyerek, toplumsal görünürlük kadar, fiziksel görünürlüğü de
teşvik etmekteydi. Falih Rıfkı nın hatıratında anlattığı şekliyle,
Kadını kurtaracaktı. Kurtarmak için önce açmalı idi. Haremi yıkmalı
idi. İlk yapılan işlerden biri, İstanbul tramvayları ile
vapurlardaki perdelerin kaldırılması olmuştur. Halide Edip ise,
Bizim peçelerimize, perdelerimize ne karışıyorsunuz? diyerek,
Ankara aleyhindeki cepheye katılmıştır....
...Başörtüsü, kadını, erkek bakışlarından koruyarak ve cinsiyetler
arasındaki sınırları belirleyerek, mahrem alanı, yasak koyarak
çizmektedir. Zira cemaatin birliği, erkeğin şerefine bağlıdır ki,
bunun da ölçüsü kadının mahrem alanda korunan namusudur. İslâmcı
kadınlar, Batı uygarlığı karşısında farklılıklarının altını
çizerek, gizlenen kadın cinselliğini neredeyse talepkâr bir biçimde
sahiplenmektedir: Biz, süslenerek cinselliklerini dışarıya yansıtan
Batı daki insanların aksine, dış planda, sokakta, genel yerlerde
cinselliği mümkün olduğu kadar göz önünde bırakmamaktayız.
....Kadınlar, bir erkeğin eşi ve çocukların annesi olmaktan öte bir
kadın kimliğini, birey kadını savunmakta ve kendilerine ait özel
bir yaşam talep etmekte: Bizim istediğimiz nedir? Biz Müslüman
kadın gün ışığına çıksın istiyoruz. Zaten toplum ve sokak kadın
için, Müslüman erkek için olduğundan daha tehlikeli ve kötü değil
ki.
... Örtü, Müslüman kadının dış dünyaya çıkışını saklamaktadır;
mahrem dünyaya ait olduğunu hatırlatmaktadır. Dişiliğini, bedenine
ve giyimine özenerek sergileyen modern kadın silüeti karşısında,
Müslüman kadın örtünerek dişiliğini gizlemekte, estetik gövde nin
karşısına kutsal gövde yi çıkararak, Batı modernizmi karşısında
farklılığını pekiştirmektedir. Örtünen kadın, dişilik değil,
kişilik sıfatıyla kamusal alana girmektedir.
Milliyet -Tarhan Erdem in anketi Mayıs 2003
Vatandaşların % 56 sı, resmi tören ve davetlere devlet büyüklerinin
eşlerinin türbanla katılmasını doğru buluyor. % 44 ü doğru
bulmuyor.
* Hizmet veren memurun siyasi düşüncesini belli edecek görünümde
olması sizi rahatsız eder mi? sorusuna ise % 54.1 Rahatsız etmez ,
% 45.9 Rahatsız eder cevabını veriyor.
* Türkiye deki hanelerin % 77.2 sinde başını kapatan kadın var.
* Başını kapatanların sadece % 5.4 ü örtüsünü türban diye
nitelendiriyor.
* Türkiye deki evli kadınların % 72.7 si başını kapatırken, bu oran
bekârlarda % 33.9 a düşüyor.
* Başını kapatan kadınların hane halkı ortalama aylık geliri 363
milyon lira. Başını kapatmayanların ise 964 milyon lira....
Peşin hükümler ve gerçekler
Yüksek öğretim öğrencisi Atatürk ilke ve inkılâplarını benimsemiş
olmalıdır. Türban takmak ise bu ilke ve inkılâplara
aykırıdır.
Danıştay kararına kadar giren bu fikir birkaç bakımdan
tutarsız.
Bir kere, neden yükseköğrenim öğrencisinin öncelikle ve özellikle
Atatürk inkılâplarını ve ilkelerini benimsemiş olması gerekirmiş?
Kim söylemiş öyle gerektiğini? Türkiye de herkes ille de Atatürkçü
olacak ya da Atatürk ü Danıştay gibi yorumlayacak diye bir yasa mı
var? Ya da üniversite öğrencilerine Atatürkçülük şartı getiren özel
bir yasa mı çıktı?
Burada Atatürkçülüğün ne olduğunu tartışacak değiliz. Ama kimileri
hâlâ, Atatürk ün bazı sözlerini ve uygulamalarını öne sürerek
aklımıza ipotek koymak istiyorsa, buna itiraz edilmelidir.
Eğer Atatürkçülük, temel insan haklarıyla çelişiyorsa, burada
yeniden tarif edilmesi gereken şey insan hakları değil
Atatürkçülüktür. Ve eğer Atatürkçülük, başını örten genç kızları
cahil bırakmayı emrediyorsa, Atatürk ten değil, başörtülü mazlumdan
yana olmak gerekir.