Tunca Bengiye çağrı
Abone olYoğun bakımda olan Bengi'nin durumu kritik. Savaş Ay, yıllarca omuz omuza çalıştığı arkadaşına seslendi.
Yazı işlerinde "gündüzcüler"le "gececiler"in değiş tokuş
saatleri. O saatler hep hareketli, telaşlıdır ama fazladan bir
hareketlilik var. Gece müdürü Kemal Kök, gündüzcü editörlerden
Metin Sever'e yangınlı bir ses tonuyla soruyor:
- Yapma yaaa! Peki nasıl olmuş, nerede olmuş, durumu nasılmış?
- Tam bilgi alamadık ki. Kapıp hastaneye kaldırmışlar hemen.
Sesler böylesi iri kıyım olunca yanlarına gelenler oluyor, onlar da
soruyor kime ne olmuş.
"Tunca Bengin hastaneye kaldırılmış" diyor Kemal.
Ses kesen haber
Duyunca koşar adım gidiyorum yanlarına:
- Ne diyorsunuz siz ya? Tunca mı, hastane mi diyorsunuz?..
Sonra anlatıyorlar. Kimse ıcık cıcık bilmiyor ama, bilinen şey
arkadaşımızın hastanede, yoğun bakımda olduğu. "Beyin kanaması
geçirmiş, durumu kritikmiş."
Sesim soluğum kesik, başım dönüyor, yüreğim daralıyor. Sonra
kafamın içinde hızlı bir film vizyona giriyor.
Can kardeşler
Askerlikte 'tertip' vardır ya, işte bizler de öyleyiz
Tunca'yla.
Bizler?.. O zamanın Milliyet'inden Abdullah Öğülmüş, Turgay
Gözdereliler, Coşkun Aral, Aydın Candabak, Bedir Seferoğlu, Tahir
Yurtsever, Murat Demirel. Sonra başka gazetelerden diğer can
kardeşler... Namık Koçak, Bülent Denli, Levent Çevik, Kadir Can,
Olay Tan yani.
Bin şahit
Hemen hemen her gün ya işte, ya muhabbette bir aradayız. Atışma,
tartışma, sevgi, sevda dostluk paylaşması içinde, bir küs bir
barışık yaşamaktayız.
Sonra tek bir kare donup kalıyor o filmden. Deli dolu, hırslı,
azimli, mangal yürekli, meslek sevdalısı bir adamın, Tunca
Bengin'in yüzü donup kalıyor.
Fotoğraf makinesini boynuna takar, uykuya bile öyle yatardı desem,
inanmayanlar olur. Ben yalansam, bin şahit daha var, soran
öğrenir.
Herkes orada
Yukarıda saydığım isimler arası telefon trafiği başlıyor anında.
Karar belli. Hemen Bakırköy Acıbadem Hastanesi'ne gidilecek.
Oradayız işte. Eşi, ağabeyi, yengesi, kapı yoldaşları, öğrencileri,
genç kardeşleri hepsi hepsi orada.
İçeri dışarı
Doktor "olmaz!" diyor ama görmezsek hiç olmaz.
- O zaman çok kısa tamam mı? Bakın Güneri Bey (Civaoğlu) bile
geldi, ısrarcı olmadı sizin kadar.
İçerideyiz. Tunca en köşedeki yatakta uyur gibi yatıyor.
Seslerimizi duyup açıyor gözlerini. Şükür ki bilinci de açık.
Doktora sözümüz var. Bir iki cümle, yüzünde gülücük, biraz olsun
rahatlayışımız ve dışarısı.
Deli oğlan
İndiğimizde Derya Sazak orada, Abbas Güçlü orada. Hastane mükemmel,
bakım mükemmel, bir de dualarımız... İnşallah tez zamanda yine
ayaklanacak bizim deli oğlan.
Hafiften
Köşede neredeyse çocukluktan beri birlikte olduğumuz Abdullah
Öğülmüş duruyor. Artık kar renkli saçları, ağlamaktan kan çanağı
olmuş gözleriyle kenara sinmiş, görünmemeye çalışıyor Tunca'nın
eşine. Yanına gidip sırtına dokunuyorum hafiften:
- Toparla ulan kendini. Kaynanamdan beter oldun. Kıza moral vermeye
geldik şu haline bak. Hem neyi var ki. 5- 10 güne kadar dikilir
ayağa.
Duvara baş vurur
Kafayı kaldırıp, ancak aynı anadan babadan doğduğun bir kardeşin
bakacağı gibi bakıyor yüzüme. Kekeliyor sonra:
- İstanbul'da oturduğu yerden Erzurum'da olup da geç haber
aldığımız olayı bile kafasına takar bu herif. Spor servisi iş
kaçırsa gider başını duvara vurur bilmez misin?
- Öyle. Huyu öyle ne yapacaksın?
- Peki deyiyor mu bunca strese? Daha elli yaşını yeni bitirdi, şu
duruma bak. Hele bir kalksın odunla kovalayacağım ki böyle kafaya
takmasın her işi.
Haydi Tunca
O da biliyor, ben de biliyorum, 'mahallemizdeki' herkes de biliyor.
Tunca yakında ayaklanır. Bir iki gün sakin durmaya çalışır, sonra
yine heyheylenir, dellenir, ardından da perhiz bozup "haber, haber"
diye pimpiriklenir.
Haydi kardeş. Çok bile yattın. Kalk, işinin başına, eşinin yanına
geç. Haydi!..