Tulgar'ın imrendiği foto muhabiri
Abone olAhmet Tulgar, hayatında yer eden fotoğraflara değindi. Konu fotoğraf olunca Tulgar'ın aklına yakın dostu foto muhabiri Ercan Arslan, geldi. Aslan'ın hayat tarzı imrendirdi.
Akşam yazarı Ahmet Tulgar, yapan arkadaşı Ercan Arslan'ı
anlattı. Tulgar'ın anlattıkları Arslan'ın yaşamını imrendirdi.
Evime giren hemen herkesin ilk dikkatini çeken onun bana doğum günü
hediyesi oluyor. Ajda Pekkan'dan Murat Belge'ye bir dizi 'röportaj
nesnesi'nin benimle çekilmiş güleç fotoğrafları monoblok olarak
bastırılmış. Storlu yazıhanemin üzerinde duvara yaslanmış olarak
duruyor. 'Kim çekti bu fotoğrafları?' diye soruyor hemen herkes. O
zaman hediyesinin altında duran asteğmen giysili yağız delikanlıyı
gösteriyorum.
Kitaplığımın raflarında yine onun çektiği başka fotoğraflar
kitaplara yaslanmışlar; onları da gösteriyorum o zaman
misafirlerime: Süleymaniye Camii geceleyin, Ayasofya'nın kubbesi
içeriden, aşağıdan, İstiklal Caddesi'nde tramvay, karlar altında,
yukarıdan.
Arşivime girerseniz sırf benimle gittiği işlerde ürettiği her biri
bir sanat eseri kıymetinde daha yüzlerce fotoğraf. Ercan Arslan,
kardeşim, arkadaşım, yoldaşım. Fotoğrafın delikanlısı. Foto
muhabirliğinin militanı.
Denk geldi, çok uzun süre çok üretken bir dönem geçirdim
Milliyet'te. O yüzden de fotoğraf servisinden bütün çalışma
arkadaşlarımla epey yol yapmışımdır, epey mesafe katetmişimdir.
Arkadaşlık yolunda da. Türkiye yollarında da.
Ama Ercan'ın yeri başkadır. Benim hayatımda.
Şimdi Ercan'ı benimle dostluğu temelinde anlatsam, anlatıp dursam
ona adaletsizlik yapmış olurum. Ercan'ı analiz etmek gerekir. Onun
fotoğraflarında özgün olanı saptamak.
Ancak işte onun fotoğraflarını farklı, özgün kılan etkeni ararken,
yine ortak geçmişimize dönüyorum.
Marmara Depremi günlerini hatırlıyorum. Sırt çantasından her daim
çadır çocuklarına çikolatalar çıkarır ama bir lokma da yemezdi,
yedirmezdi bize depremzedelerin aşından, katığından. İçirmezdi
çorbasından.
Kendi parasıyla alıp arabaya yüklediği birkaç domatesi, belki bir
karpuzu, biraz da peyniri ve bir de ekmek tabii getirir, koyar,
bana ve şoför arkadaşımıza gözden ırak bir sofra kurardı. Karpuzun,
domatesin suyuyla ıslanmış temiz, enerjik ellerine, parmaklarına
bakardım ben o sırada Ercan'ın.
Kafamda Roland Barthes'ın fotoğrafçılar, foto muhabirleri için
söylediği bir söz: 'Fotoğrafçının gözü deklanşöre basan
parmağıdır.'
Acaba, Ercan'ın gözleri ıslanıyor mudur o hepimizi yüreğinden
yakalayan acı ve güzel fotoğrafları çekerken? Dikkat etmemişim.
Tabii ben bir fotoğrafçı değilim ama şöyle dersem yanlış olmaz
herhalde: 'Bir fotoğrafın kalitesini ve içeriğini belirleyen en
önemli etkenlerden biri nerede durduğundur.'
Elbette sadece o fotoğrafı çekerken değil, deklanşöre bastığında
değil, aynı zamanda hayatta nerede durduğundur.
Ercan'ın bu meslekte, bu hayatta nerede durduğunu, hayat
felsefesinin ne olduğunu şimdi burada uzun uzun anlatacak değilim.
Çokca da tartışmışızdır yollarda, havaalanlarında. Kavga bile
etmiş, küsmüşüzdür zaman zaman. O, kendince beni doğru yola
çekmeye, yola getirmeye, mesela bir ev sahibi yapma fikrine
kaptırmıştı kendini.
'Oğlum sokakta kalırsın yaşlanınca. Ben bakmak zorunda kalırım
sonra' diyordu.
O maaşıyla, o muhabir maaşıyla usul usul bir özel hayat inşa
ediyordu bu düzenin içinde. Önce sevgilisiyle evlendi. Bize gelin
getirdi. Azer Bortaçina ile ben aktif rol aldık düğününde. Sonra
sektirmeden taksitlerini ödeyip bir de ev sahibi oldu. Ardından
bize Can adında bir çocuk getirdi Ercan ve tabii Şenay. Çocuk
olunca bu sefer bir de otomobil gerekti, onu da tedarik etti küçük
ailesine.
Ama bütün bu orta sınıf, orta sınıflaşma çabalarının içinde, hiçbir
yanılsamaya kaptırmadan kendisini hep emekçilerin, ezilenlerin
yanında oldu.
Mutlaka mali sıkışıklık içine girdiği zamanlar olmuştur ama bunu
aşmak için hiçbir işyeri iktidarının eteğini öpmedi.
Ben ondan kaç defa borç almışımdır acaba? Bir kez bile geri
çevirmedi.
Hayatını o kadar mütevazı ve sorumlu sürdürdüğü için parası hep
bereketliydi.
Hayatını o kadar düzenli ve mazbut yaşadığı için kadrajlarında
arıyordu özgürlüğü, uçuşu. Hala da arıyor, buluyor ve o tarafa
uçuyor. Objektifini çeviriyor.
O yüzden bu kadar zengin. Fotoğrafları. Ercan'ın.
Tevazu ve sorumluluk duygusu gözünü açıyor, bakışını netleştiriyor
olmalı onun.
Düzensizlikten duyduğu iflah olmaz korkusu ise hayatın
karmaşasından en iyi kadrajlamayı yaptırıyor olmalı ona.
YAZI:Ahmet TULGAR
AKŞAM