Tulgar, sansüre maruz kaldı
Abone olAkşam Gazetesi yazarı Ahmet Tulgar, Milliyet'te çalıştığı zamanlarda yaşadığı bir olayı anlattı. Tulgar'ın anlattığı olay bir gazeteci için en kötü şey olan sansürdü.
Ahmet Tulgar, başlıklı yazısında Milliyet'te çalışırken uğradığı
haksızlığı ve bunun sonucu zorlamalarla uygulanan sansürü
anlattı.
Şimdi dostluk başka şey, mesleki onur başka. Eski gazetem
Milliyet'teki dostlarımdan özür dileyerek bir ifşaatta bulunmak
istiyorum. Kimsenin ağzının tadını da kaçırmak istemem ama içimde
bir ukde işte; ne yapayım. Az üzmemişlerdi beni o günlerde.
Yalanlayabilirler, bin dereden su getirip 'öyle olmamıştı da, şöyle
olmuştu' diyebilirler.
Olay şu: Beni, yazılarımı takip edenler, Beyoğlu'ndaki Cezayir
Sokağın(dan)ı bozma Fransız Sokağı'na takıntımı bilirler. Geçen yaz
yaptığım eylemleri o sokağın girişindeki. Giriş çıkışlardaki
güvenlik kapılarını kaldırmak için kamuoyu oluşturma çabalarımı,
uğradığım fiziksel saldırıyı.
İşte bu sırada çıktı Yavuz Ataç karşıma. Hani şu Alaattin Çakıcı'ya
kırmızı pasaport sağladığı iddia edilen, MİT'ten atılma şahsiyet.
Ve uzak durmamı istedi benim bu sokaktan. Kesmemi yazılarımı;
eylemlerimi. Sokağın güvenliğini sağlayan şirketin yönetim kurulu
başkanı olurmuş kendileri.
Neyse; gittim ben de bu olayı gazetedeki haber araştırma müdürümüze
anlattım. Hemen gösterdi refleksini. Ben de artık köşe yazarı
konumuna sıçramışım ya o zamanlar; gerçi haftada bir yazdırıyorlar
ama 'Sokak' adlı köşemi, bir de röportaj yapıyorum; artık öyle
habere filan gitmiyorum.
Milliyet'in cevval muhabirlerinden Belma Akçura'yı gönderdiler
Ataç'ın üstüne. Belma, Fransız Sokağı üzerinden ulaşmış Ataç'a,
röportaj yapmış.
Yavuz Ataç konuşuyor
Sevindim tabii. Fransız Sokağı'ndaki akçeli ilişkilerle ilgili
biraz daha bilgi sahibi olacağız diye. Aha; iki gün sürdü röportaj,
Ataç'ın gerine gerine 'Gladio'yu yönettiğini' söylediği, mafya
babalarını 'devlet için kurşun sıkan, kurşun yiyenler' olarak
göstermeye gayret ettiği. Ama benim takıntılı olduğum meseleden,
Fransız Sokağı'ndan 'tık' yok. Sordum tabii.
İşin aslı şuymuş ki, Ataç röportajı vermeyi, benim de, röportaj
konularının da o sokağın etrafında dolaşmaması, benim susturulmam
şartıyla kabul etmiş.
Belma sağlam kızdır. Şöyle bir cevap vermiş Ataç'a: 'Ahmet köşe
yazarı, onun ne yazacağı konusunda ben size garanti veremem.'
Mehmet Y. Yılmaz devrede
Bir hafta bekledim sanıyorum. Ama ikinci hafta karar verdim. Yavuz
Ataç'ın Fransız Sokağı'ndaki işlevini anlatan bir yazı yazdım
'Sokak' için ki köşenin konseptine öyle böyle uygun değil. Ve evden
gönderdim yazıyı gazeteye.
Öğleden sonra gazetenin yayın koordinatörü aradı beni ve yazımın
çok sert olduğunu, biraz yumuşatmamı söyledi. Yaptım. Hiç gideceğim
yokken, kalkıp gazeteye gittim, orada yumuşatıcı kattım üstelik
yazıma ki bunu söylerken bile utanıyorum sizden.
Gece artık uzun oturur vaziyetteyim. Bir telefon daha. O sıralarda
Rodos açıklarına doğru ilerleyen bir tekneden gazeteyle irtibat
kuran Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz yazımın
tümden çıkarılmasını söylemiş. 'Yavuz Ataç gazeteye gelip Mehmet
beyden bizzat rica etmiş bu konunun gündeme getirilmemesini,
istersen başka bir şey yaz' dediler bana gazeteden. Yazmadım. Tunca
Bengin'i aradım, Doğan Akın'ı aradım, Cem Dizdar'ı aradım. Dert
yandım, 'Ayrılacağım bu gazeteden' dedim. 'Dur bekle, Mehmet bey
bir dönsün, biz onun böyle bir şey istediğini sanmıyoruz, onun
adına birileri inisiyatif kullanıyordur' dediler.
Bir hafta sonra döndü Mehmet Y. Yılmaz. Ben de ihtimal vermiyorum
Yılmaz'ın Ataç'la anlaşma yapacağına.
'Evet' dedi Yılmaz odasındaki görüşmemizde, 'Yavuz Ataç rica etti,
mantıklı gerekçeler ileri sürdü, ben de kabul ettim. O konuda yazma
artık.'
Gecikmiş bir yazı
O günden sonra iflah olmadım Milliyet'te. O güne kadar ifade
özgürlüğünü sonuna kadar kullandığım bir kurumda nihayet ben de bir
duvara çarpmıştım işte.
Zaten bir ay sonra da ayrıldım. Serdar Turgut'la cuma akşamı
konuştuk. Pazartesi kararımı bildireceğim ama vermişim aslında
kararımı. Nedense; o haftaki köşemi de koymadılar. Birileri
Turgut'la görüştüğümü sızdırmış olmalı Milliyet'tekilere.
Akşam'daki ikinci yazım, işte Milliyet'te yayımlanmayan, sansür
edilen bu 'Fransız Sokağı'nın girişindeki Yavuz Ataç' yazımdı.
Ertesi gün
de Akşam bu konuyu manşetine taşımıştı.
Bunu neden mi hatırladım? Sansürün bir gazeteci için ne kadar acı
bir şey olduğunu, bir bilseniz.
YAZI:Ahmet TULGAR