Tulgar okurlarına hesap verdi
Abone olAkşam'ın aykırı yazarlarından Ahmet Tulgar'dan açık seçik bir yazı. Tulgar, gazeteden aldığı maaşıyla gündelik harcamaları arasındaki bilançoyu okurlarıyla paylaştı.
Akşam yazarı Ahmet Tulgar, başlıklı yazısında Babıali'nin
kendine has kanunlarından kalkışarak sözü özel hayatına getirdi.
Tulgar, gazeteden aldığı maaşlarla harcamaları arasındaki uçurumu
okurlarıyla paylaştı.
Yazı: Ahmet Tulgar
Kaynak:
- Geçenlerde 'Kır Kahvesi' başlıklı bir yazı yazıp Türkiye'deki
pahalılıktan şikayet edince bazılarınız 'yazımı yine de beğenseler
de, pahalılıktan bu kadar mustarip olmamı inandırıcı
bulmadıklarını, nihayetinde 'koskoca' bir köşe yazarı olduğumu'
ileri sürdüler. Benim de sizden gizli saklım olmadığı için şimdi
bir döküm yapacağım. Görün hafif yollu müsrif arkadaşınızın mali
hali pürmelalini. Önerin bir şeyler artık. Tabii, kendi halinizi,
kendi hayat gailenizi hatırlayıp bana okkalı bir küfür etmeyi
tercih etmezseniz.
Şimdi önce bir beyanda bulunayım. 18 senelik gazeteciyim. Bu
mesleğin başarılılarından sayılırım. Kimseden kıyak görmedim, kimse
çıkıp da 'Ben Ahmet için telefon kaldırdım, devreye girdim'
diyemez. İtaatkar değilim. Muhalifim. Daha doğrusu komünistim.
Sırtımı dayadığım bir iktidar odağı yok yani. Bu yüzden de Figen
Batur'un, Hürriyet'teki bir yazısında belirttiği gibi, birçok başka
nedenin, birçok başka özelliğimin de eklenmesi sonucu 'çoktan hak
ettiğim birçok şeyi elde etmek için iki katı efor sarf etmem, iki
katı başarılı olmam gerekti.' Bu özellikler ne derseniz? Mesela
medya ortamının ölçütlerinin çok üzerinde bilgi sahibi olmam ve
bunun da birçok yöneticiye korkutucu ya da antipatik gelmesidir.
Ahmet Altan da bir keresinde bana 'Bu donanımınla sana çok
çektirirler Babıali'de' demişti. Diğer özelliklerim kalsın, sözünü
etmeyeyim, bilen biliyor, sezen seziyordur zaten.
Bu arada ama şunu söyleyeyim: Kurumsal ikili ilişkilerin ekonomik
aktinden, dayanışmasından yoksunum. Sonra ne ev sahibiyim ne başka
bir gayrı menkul. Banka hesabım tam takır kuru bakır.
Tabii, çünkü yazılarıma tam konsantre olmak, dünyada sadece yazı
yazmakla görevliymişim, sadece yazıya ve okurlarıma karşı
sorumluymuşum gibi davranabilmek, hissedebilmek için matematiği,
her anlamda hesabı, hesaplı olmayı bir kenara bırakmam
gerekiyor.
Bir de bunalımlar, aşklar ki o zaman iyice kaçırıyorum ipin ucunu,
aylar alıyor sonrasında, nekahat dönemlerinde gedikleri yeniden
tıkamam. Kendimi sevdirmek için neler yapmışım, faturalara bakınca
anlıyorum, ayırdına varıyorum.
Biraz olsun tarif edebildim durumumu sanırım. Ve işte böyle bir
durumda, hak ettiklerinin çok altında paralara çalışan bütün
meslektaşlarımdan ve okurlarımdan özür dileyerek açıklıyorum ki,
ayda, kaç ay daha süreceğinin hiçbir garantisi olmayan 5 bin YTL
alıyorum.
Ev kiram 600 YTL. 100 YTL de apartman masrafı veriyorum. Haftada
bir de temizlikçi hanıma 50 YTL. Elektrik, su parası. Ev telefonu
faturası ortalama 100 YTL. Internet bağlantısı ile. DIGITURK'e 98
YTL. Lig TV'yi yaz döneminde kapattırma gibi küçük bir operasyon
bile şimdi aklıma geliyor işte. Bu yazıyı yazarken.
Cep telefonumu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. İş nedeniyle yapılan
görüşmeler, ta Viyana'dan, Berlin'den yazılarımı düzeltmen
arkadaşımızla karşılıklı olarak son bir kez okumalar basılmadan
önce, bunalım konuşmaları ve fatura bu ay 950 YTL. İki gün içinde
ödenmezse hattım kapanacak. İşyerim 100 YTL'sini ödeyeceğini
taahhüt etmişti her ay cep telefonu faturamın. Ama bunun da
bürokrasisi vazgeçiriyor insanı bu ayrıcalıktan yararlanmaktan.
Tek başına yemek yapmak, tek başına sofra kurmak bana sapkınca
geliyor. Bir kendini avutma hali. Onun için sabah, öğlen, akşam
yemek dışarıda. Siz hesaplayın artık. Gurme falan değilim, ha.
Bakkala ayda 400 YTL. Süpermarkete gitmem, gitmiyorum. İhiyacım
dahilinde olmayan bir sürü şey almış buluyorum poşetlerde eve
dönünce çünkü. Dalgınlıkla ya da başkalarına özendiğim için
almışım.
Metro ve vapur dışında toplu taşıma araçlarına binmiyorum. Çünkü
yol uzunsa ya da trafik sıkışıksa okuduğum kitaba konsantre
olamıyorum toplu taşıma araçlarında. Sonra ben Nişantaşı'ndayken
aniden Çamlıca'yı ya da Kavaklar'ı özleyebilirim. Böyle severim
İstanbul'u. Taksi harcamalarımı tahmin edin artık.
Kitap masraflarım Euro üzerinden, CD'ler birbiri ardına çıkıyor.
Konser, gerçi bir çoğuna davetiye geliyor artık, sinema, bar, kulüp
derken yine bir dolu masraf kapısı.
Şirket ve tanıtım davetlerine icabet etmediğim, bunu rüşvet almakla
bir tuttuğum için mobilite ihtiyacımı da cepten karşılıyorum.
Yani önü sonu iflas etmiş durumdayım. Çalışmaya başladım
başlayalı.
Ve daha da batmak istiyorum, daha da özgür, daha da cesur olmak
için işte.