Trump’ın baş döndüren Twitter mesaisi ve birbiri ile çelişen
mesajlarının sıklığı sadece diplomasiyi değil, tutarlı bir şeyler
söylemek isteyen yazar ve çizer takımını da bir hayli zor durumda
bırakmış gözüküyor. Şimdilik bulundukları pozisyonda en
rahat olanlar, “ben demiştim” cephesi. Trump’ı zamanında öven medya
ve mensupları ise bir birbirini papatya falı gibi takip eden her
iki mesajdan birinin tevili ile yetinmek zorunda.
Trump’ın kendine has üslubu ve çelişkilerinin bu taraftan
bakıldığında bir anlamı olmasa bile tamamen rasyonel sebepleri var.
Arka planı bilmek mesajları anlamlandırmak açısından önemli.
Öncelikle, Trump bir iş adamı ve tüm hayatını böyle yaşadı.
Trump’ın ABD başkanlığı öncesinde bir politik kariyeri bulunmuyor.
Tüm kariyeri ticarette. Politik muhayyilesi sahip olduğu bu arka
plana dayanıyor. Ülkeyi şirket gibi yönetme isteği de bundan. Bunun
bir uzantısı olarak da Trump tüm Ortadoğu politikasını doğrudan bu
kurgu içerisinde şekillendiriyor. Kar-zarar dengesi…
Bunu da gizlemiyor. Trump, Ortadoğu’da para kimde ise onu
desteklerim şeklinde formüle ediyor bu politikalarını. Bunu
akılda tutmak lazım.
İkinci parametre ise Amerikan politik retoriği. Yani
izlediklerimizin bir kısmı ABD’de ortalama seçmende alıcı bulan
politik söylem ve bu söyleme göre yapılmış politik hamleler.
Ortalama ABD seçmeni için sadece bir bilmece olan Ortadoğu üzerine
en kabul gören söylemler, “Askerlerimizi eve getiriyoruz”,
“Ortadoğu’da kalıcı barış tesis ediyoruz”, “Ortadoğu’dan
askerlerimizi çekiyoruz” gibi mesajlarıdır. Gerçekte tam tersi de
olsa bu söylem Amerikan seçmenine daha sempatik geliyor. Trump,
Kuzey Suriye’den asker çekildiğini açıkladığında bile Pentagon
Suudi Arabistan’a asker gönderiyordu. Son anketlere göre
Trump’ın Suriye’den askerlerimizi çekiyoruz mesajı ABD halkından %
54 destek görmüş. Daha sonra hayata geçirmemiş olsa da selefi
Obama’nın da 2008 seçiminde kendisine seçim kazandıran söylemi,
“Irak ve Afganistan’dan asker çekmesi” idi. Zira, Ortadoğu Jimmy
Carter’dan bu yana tüm ABD başkanlarının politik kariyerini bir
şekilde etkilemiştir. İsrail-Mısır arasındaki arabulucu rolüne
rağmen İran rehine krizindeki başarısızlık Carter’ı etkilenmişti.
Sovyetleri zayıflatmak için mücahidine destek olan Reagan, El-Kaide
ve bin Ladin’in yolunu açmakla suçlanmış. Kuveyt’e saldıran
Saddam’ı oradan çıkarmak için 1. Körfez Savaşını başlatan Baba Bush
yeniden seçilememiş, İsrail-Filistin barış görüşmeleri için çok
uğraşan Clinton Lewinsky skandalı yüzünden azledilmek üzere
yargılanmıştır. Oğul Bush ise neredeyse 8 yıllık başkanlık
kariyerinin tamamını Ortadoğu ile uğraşarak geçirmiştir.
Dolayısıyla, Ortadoğu her ABD başkanın kabusu.
Denklemin üçüncü parçası, yaklaşan ABD başkanlık seçimleri.
Bölgeye dönük olduğunu düşündüğümüz mesajların çoğu, aslında
2020 başkanlık seçimleri ertesinde giderek kızışan politik
atmosferde ABD seçmenin desteğine dönük. Şu sıralar Demokrat Parti
önseçimlerinde ABD seçmenine sempatik gelecek aday için yarışlar
yapıyorken, adayın belirlenmesinde Trump’ın söylem ve politikaları
önemli bir yer tutuyor. Trump’ın söylemlerinin bir kısmı devam eden
önseçimlere dönük.
Son ve en önemli bileşen Trump’ın devam eden azil süreci.
Okuduğumuz mesajların ve diplomatik trafiğin bir kısmı bu süreçte
devam eden taktik hamleler.
Daha önce yazdığım yazıda Trump’ın azil sürecinin çok
çetrefilli olduğunu yazmış ve süreci detaylandırmıştım. Tıpkı
Nixon’ı istifaya götüren Watergate skandalında olduğu gibi sürecin
gidişatını tayin edecek şey kamuoyunun hissiyatı olacaktır. Yoksa
mevcut durumda senatoda çoğunlukta olan Cumhuriyetçilerin başkan
adayını azletmek kolay değil. Haliyle kendi aleyhinde oluşacak
kamuoyunu dağıtmak da yapılan hamlelerin önemli bir motivasyonu.
Dolayısıyla Trump’ın diplomatik olmayan üslubundaki anlık
tavır/söylem değişiklikleri, buradan değil ABD’den nasıl göründüğü
ile ilgili.
Ortam sertleştikçe, seçim yaklaştıkça, azil süreci ilerledikçe
daha fazlasında hazır olun…