Tribün teröründeki tek suçlu:medya
Abone olZaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, çuvaldızı medyaya batırdı. Dumanlı tribün terörünün endişe verici tırmanışından medyayı sorumlu tuttu.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı'dan yeni bir
özeleştiri daha. Dumanlı, yazısında olayların bu noktaya
tırmanmasındaki asıl suçlunun basın olduğunu yazdı:
Olacağı buydu! Futbolla yatıp futbolla kalkan bir ülkenin ruh
sağlığının bozulma noktasına geldiğini aklı başında herkes
görüyordu. Döner bıçağıyla birbirine saldıran taraftar
manzaralarına bile alışmıştı Türkiye. Sonunda olan oldu ve 16
yaşında bir gencimiz (Cihat Aktaş) hayatını kaybetti...
Cihat'ın ölümü üzerine herkes birbirini suçluyor. Ne var ki "gerçek
suçlu" bir türlü bulunamıyor. Bulunamaz da. Zira tek sorumlusu yok
bu suçun. Herkesin payına düşen bir vebal söz konusu. Acı olan,
bazılarının kendi payına düşen sorumluluğu da başkasının üzerine
yıkması, bir kenara çekilerek ağıt yakması.
Ölüm Beşiktaş maçında yaşanınca cezayı İnönü Stadı'na kestiler.
Menfur olay Fener maçında yaşansaydı Şükrü Saraçoğlu, Galatasaray
maçında olsaydı Ali Sami Yen vs. seyirciye kapatılacaktı. Mekanları
cezalandırmaya bayılır adalet anlayışımız. Şu anki görüntüye göre
en ağır fatura Beşiktaş kulübüne kesildi. Kulüp yöneticilerinin
hatalı olduğu iddia edildi. Fazla bilet dağıtılıyormuş, güvenlik
tedbirleri zayıfmış vesaire. Kulüp bu tür yanlışların içindeyse
soruşturma açılmasını hak ediyor demektir. Ancak Futbol Federasyonu
işin kolayını bulmuş.
Dün bu gazetede Karl Heinz Feldkamp'ın yazısını okudunuz. Bir dünya
otoritesinin yaklaşımındaki cesareti BJK yöneticileri bile
gösteremedi. "Türkiye Futbol Federasyonu tarafından bu cinayet
bahane edilerek Beşiktaş'a verilen ceza kesinlikle doğru değil. Bir
ülkede futbol federasyonu futbolu güzelleştirmeli." diyen Feldkamp,
sağlam delilleri art arda sıralıyor ve tecrübesini konuşturuyor.
"Toplumda infiale yol açacak bu tür ağır cinayeti işleyenler
kalabalıklara korku salmak ister... Beşiktaş'a üç maç seyircisiz
oynama cezası verdirerek, İnönü'de cinayet işleyen bu kişi de
Federasyon kararı ile amacına ulaşmış olmuyor mu?.."
Futbol Federasyonu, dünya çapında bir futbol adamının bu keskin
suallerine cevap verebilir mi? Değil cevap vermesi kombine bilet
sahibi bir adam kalksa Federasyon'u mahkemeye verse "benim suçum
ne, niçin bana ceza veriyorsun" dese ona bile karşılık veremeyeceği
açık...
Futboldaki şiddetin sorumlusu bir tane değil, dolayısıyla alınacak
tedbir de tek bir formülü işaretlemiyor. Belki dürüstçe yapılacak
itiraflarla başlanmalı işe. Futbol Federasyonu, kulüp yöneticileri,
tribün liderleri, spor dernekleri, güvenlik güçleri... Ve tabii ki
medya!
Eğri oturup doğru konuşalım; tribünlerdeki gerginliğin en önemli
sebebi medya. Her maçı ölüm kalım havasına sokan, her kaybedilen
puanın ardından en ağır sözler eden, her hakem hatasından sonra
inanılmaz komplo teorileri üreten tuhaf bir spor medyası var bu
ülkede.
Son derece hassas, son derece makul meslektaşlarımız alınmasın.
Onların sesi zaten daha kısık çıkıyor. Mutedil spor yazarları belki
daha az okunuyor, daha az seyrediliyor. Medyadaki son eğilim daha
sert yazmaya, daha kavgacı olmaya teşvik ediyor. Reyting ölçümleri
böyle istiyor, tiraj artışları böyle emrediyor. Neredeyse, ekranda
hır gür çıkarmayana iş verilmiyor...
Tek suçlu medyadır demiyorum; ancak futbolu çirkinleştirdiği için
adeta recm edilenler, bir gün dönüp medyaya seslense ve dese ki
"ilk taşı içinizdeki bir günahsız atsın"; spor medyasını kolu
kanadı kırık insanlar içinde buluruz. Dünyanın her yerinde spor
yorumculuğu, spor eleştirmenliği vardır; ancak bu iş, bizdeki kadar
ağır tahrik havası ile yapılmıyor. Sebep çok. Mesela futbol
yorumculuğu yapan kişiler genellikle yeşil sahalardan transfer
ediliyor. Yaptıkları iş bir çeşit gazetecilik; ancak bu mesleğin
temel ilkelerini bilmiyorlar. Yazılan bir cümlenin sosyal bir
yarayı nasıl kaşıdığını anlamayanlar var. Sırf reyting olsun diye
danışıklı kavgalarda rol alanlar var. Bir zamanlar çalıştığı kulübe
vefa borcu ödercesine yorum yapanlar var. Hakemden, hakemlikten,
hakem kurumundan intikam alırcasına yüklenenler var...
Büyük takımlar yenilmeye görsün! Kıyametler kopuyor ekranlarda,
sütunlarda. Bazıları bu işi adeta kelle avcılığı gibi algılıyor.
Teknik direktörleri bir (ya da birkaç) maç sonrası evine
postalayanı mı ararsın, futbolcuya jübile yolu açanı mı!
Seyirci de suçlu aslında. Gürültüsü bol "yorumcular"ı fazlaca
ciddiye alıyor. Bu insanlar şovlardan etkilenerek kâh yönetimi
istifaya davet ediyor, kâh Federasyon'a hakaret ediyor. Zaten
seyirci kitlesinin önemli bir kısmının eğitim problemi var.
Azımsanmayacak bir kısmı işsiz. Küçümsenmeyecek bir bölümü sosyal
bir boşlukta hissediyor kendini. Bu insanlara sportmenliği,
centilmenliği salık vereceğine onu kavgaya teşvik etmek bazı
'yorumcular'ın kolayına geliyor. Üzücü olan da bu!
Nedir Allah aşkına şu "pozisyon tekrarları"? Bir mantığı olabilir
mi? Maç esnasında bir pozisyon yaşanıyor, saniyelik bir olay için
hakem karar vermek zorunda. Akşam koca koca adamlar o pozisyonu
onlarca kere seyrederek karar veriyor. Karar da karar olsa bari!
Birinin "kesin penaltı" dediğine, diğeri "kesinlikle hakemi
aldatmış, oyuncuya kırmızı kart göstermesi gerekir" deyiveriyor.
Onlarca "usta yorumcu"nun onlarca kere seyrederek karar veremediği
bir an-ı seyyaleyi hakem nasıl yakalasın? Kaldı ki bir maçta o tür
pozisyonlar defalarca yaşanıyor...
Televizyondaki spor yorumculuğu "trafik canavarlığı"na benziyor.
İtidalini bozmayan, dikkatini dağıtmayanlar olduğu gibi, büyülü
stüdyolara girer girmez kendini kaybedenler de oluyor. Ne yazık ki
medya yöneticileri aşırı hıza' hatalı sollamaya vs. göz yumuyor.
Hal böyle olunca ne yayın ilkesi kalıyor, ne yayın standardı.
Teknik analizlerin yerini saç saça, baş başa kavgayı çağrıştıran
diyaloglar alıyor. Özel hayatında mutedil karakteriyle tanınan
kişiler bile reyting sevdasına kaptırıveriyor kendisini...
Tâ başa dönmek ve sormak gerekiyor: Niçin futbol; daha doğrusu
niçin spor? İnsan sağlığı, hoş zaman geçirme, sosyal iletişimler,
birliktelikler kurma... Nerede kaldı sportmenlik, nerede kaldı
paylaşım?
Cihat Aktaş'ın ölümü herkese yapılan acı bir davettir. "Yanlış
adrese gelmiş" diyerek mesajı komşunun posta kutusuna bırakmak,
çare değil. En azından medya bu elim olaydan gereken dersi
çıkarmalı. Türkiye Spor Yazarları Derneği başta olmak üzere basın
kuruluşları harekete geçmeli. En azından medya, kendi kapısının
önünü temizlemiş olur...
Cihat’ın fotoğrafı
İnönü Stadyumu'ndaki cinayetin kurbanı Cihat Aktaş'ın fotoğrafı
ilginç bir gazetecilik tecrübesidir; sadece Zaman için değil, bu
mesleğe gönül veren herkes için...Olaydan hemen sonra bir bayan
seyirci "maktul yanımdaydı" diyor ve arkadaşlar fotoğrafı arayıp
tarıyor, bahsedilen kareyi buluyor. Şahit "evet o" diyor. Bununla
yetinmeyen yazı işleri, fotoğrafları yan yana getiriyor. Hemen
herkesin görüşü "evet bu Cihat'ın ta kendisi" şeklinde. Yine de
emin olmak istiyor yazı işleri. Merhumun ailesine ulaşmak
isteniyor; ancak aile acılar içinde. Yine de yakınlarına ulaşılarak
fotoğraf gösteriliyor. Onlar da "evet bu, merhum" deyince fotoğraf
basılıyor.
Bir gün sonra bir grup insan Zaman'a geliyor ve fotoğraftaki
kişinin kardeşleri Umut Furuncu olduğunu iddia ediyor. Yazı işleri
iddiayı ciddiye alıyor ve bir teklifte bulunuyor. "Umut'u gösterin
bize, hemen düzeltme yayınlayalım". Cevap olumsuz. "Niçin?"
sorusuna cevap şu: "Maça babamdan habersiz gitti, o yüzden sizinle
görüştürmeyiz."
Bu arada arkadaşlar maktulün yakınlarına fotoğrafı bir daha
gösteriyor. Ailenin neredeyse hepsi fotoğrafın Cihat'a ait olduğu
kanaatinde; şüpheli konuşan bir-iki kişi var.
İşin ilginci hemen her gazete maktulle fotoğraftaki kişiyi yan yana
getiriyor ve aşırı benzerlikten dolayı onlar da fotoğrafı basıyor.
Olaydan iki gün sonra arkadaşlar Umut'a da ulaşıyor; çünkü baba
olayı öğrenmiş, Umut'u maça götüren dayıya yeterince sitem
etmiştir.
Bunun üzerine Zaman hemen açıklama yapıyor, iki fotoğrafı yan yana
basıyor, olayın özetini sunuyor, okuru bilgilendiriyor ve özür
dilemiş oluyor. Baştan beri savunduğumuz da bu: Her gazete hata
yapabilir. Yeter ki kötü niyetli bir mizansen olmasın işin içinde.
Ve hata anlaşılır anlaşılmaz kamuoyu bilgilendirilsin... Zaman,
ilkelerinden taviz vermiş değil; vermeyecek de...
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: