Tren kazasına otomotivciler seviniyor
Abone ol37 masum insanın hayatını kaybettiği tren kazası, çoğumuzun yüreğini sızlattı. Ancak, bu kazaya sevinenlerde oldu. Peki böyle bir kazaya hiç sevinilebilir mi? malesef evet.
Ankara İstanbul seferlerini yapan Hızlandırılmış Tren faciası,
hergün yeni bir tartışma konusu ile gündemi meşgul etmeye devam
ediyor. Gazeteci yazar Koray Düzgören'in savunduğu bir iddia
yaşadığımız acıları ikiye katladı. İşte Düzgören'in iddiası... Tren
kazasına en çok otomotivciler sevindi? Böyle bir kazaya hiç
sevinilebilir mi? 37 masum insan, Ankara İstanbul arasını ilk defa
bu kadar kısa bir zamanda katedecek olan yeni bir trene binmenin
hazzını daha doğru dürüst tadamadan hayata veda etti. Medya, bunu
'hızlı ölüm' olarak nitelendiriyor. Hızlı treni zamanından önce
sefere koyarak insanların hızlı trene olan özlemlerini dile
getirenlere gönderme yapıyorlar. Ölenlerin AK Parti iktidarının
popülizmi uğruna can verdiğini anlatmaya çalışıyorlar. Böyle bir
kaza vesilesiyle, hükümetle ya da bu işin sorumluları olduğu
varsayılan bazı yöneticilerle hiç bu şekilde alay edilebilir mi?
Burası Türkiye ve alay ediliyor. "Hızlı tren falan gibi mümkün
olmayacak şeylere tevessül ederseniz işte sonunuz bu olur" demeye
getiriliyor. Hele bazı gazeteler ve televizyonlar var ki meredeyse
zil çalıp oynacaklar. "Hızlı tren kim biz kim" der gibiler.
"Otomotiv sanayii neyimize yetmiyor?" demiyorlar ama bu
anlaşılıyor. 50 yıldır ulaşım politikamızda demiryollarına değil de
otomotiv sanayiine ağırlık verildiği ve ülkenin bütün kaynaklarının
bu yolda harcandığı bir kalemde unutulmuş görünüyor. Üstelik de
çarpık otomotiv politikası nedeniyle, motorlu taşıtların
sayısındaki artışla yol şebekesi ve yol güvenliğine yatırılan para
arasında meydana gelen büyük uçurum nedeniyle 20-25 bin vatandaşın
her yıl karayollarında can verdiği de unutulmuş görünüyor. AK Parti
hükümeti, popülizm ya da değil, demiryollarına yatırım yapmak ve
demiryollarını katılmayı çok arzu ettiğimiz AB ülkelerinin hiç
olmazsa bazılarının seviyesine getirmeyi istiyor. Fransa, Almanya,
Belçika seviyesinde değil. Oralarda bazı trenler saatte 350
kilometreye varan hızla gidebiliyor. Bazı mesefalerde artık uçak
kullanmaya gerek kalmadı. Brüksel Paris arası trenle 1 saat 15
dakikaya indi. Brüksel Londra arası ise 2 saat 20 dakika. 2 saate
indirmeye çalışıyorlar. Türkiye demiryollarındaki ortalama hız ise,
hadi iyimser konuşalım, 70-80 kilometreyi geçmiyor. Bu şartlarda
kim biner trenlere? Nitekim binmiyordu da...Demiryolları iflasın
eşiğinde bir kamu kuruluşu olarak kimsenin ilgisi çekmiyordu...
Sadece yolcuların değil, politikacıların da, devlet yöneticilerinin
de... Devlet otomotiv sanayiine büyük imkanlar, olanaklar tanırken
demiryollarına yatırım için bir milyar dolar ayırmayı bile lüks
sayıyordu. Özellikle de bu konuda, "hızlı tren" diyerek milletin
iştahını kabarttıktan sonra, otomotivcilerden baskıyı yiyince
Ankara-İstanbul hızlı demiryolunun ilk etabı olan Ankara-Ayaş
hattına milyarlarca doları gömüp sonra da bu projeyi unutan Demirel
akla geliyor. Sonra Özal'ın, 'demirperde' yakıştırması yaparak
demiryollarını ve hızlı tren projelerini lanetleyerek otoyollara
yöneldiğini biliyoruz. Yanlış anlaşılmasın, otoyolları da
destekliyorum. İyi ki, onca yolsuzluk söylentisine rağmen memlekete
bu kadar otoyol yapıldı. Daha sonra gelen yönetimler otoyol
yapımlarını da durdurdular. Yıllar sonra Türkiye, Ankara-İstanbul
hızlı tren yolundan vazgeçip eski güzergahın düzeltilmesiyle
hızlandırılacak tren projesine yönelince İspanyollarla anlaştı. Bu
mesafedeki yolculuğu 3 saatte indirmesi karara bağlandı. Bu iş
yaklaşık iki milyar dolara malolacaktı. Hızlı tren projesinden daha
ucuza çıkacaktı. Fakat anlaşma bir türlü imzalanamadı. Bilinmez bir
güç ya da güçler imzayı yıllarca sürüncemede bıraktı. İki milyar
dolarının demiryollarına aktarılması bazı çevreleri rahatsız etmişe
benziyordu. Bu proje ile bu yatırımların arkasının gelmesi
durumunda kaynakların bir bölümü otomotiv sektörü yerine
demiryollarına yönelebilecekti. Neyse, sonunda Tayyip Erdoğan
işbaşına geldikten sonra bu anlaşmayı imzaladı ve proje başlatıldı.
Bir yandan da ufak tefek düzeltmelerle mevcut yolun üzerinden
gidecek, şimdikinden daha hızlı bir trenle, sanıyorum kamuoyunun bu
hızlı trene alıştırılması düşünüldü. Ankara-İstanbul arası ilk defa
beş saate indirildi. Böylece birdenbire demiryollarına büyük bir
ilgi doğdu. Eski yıllarda olduğu gibi insanlar trene binmek için
büyük bir arzu duymaya başladılar. Kaldı ki Ankara-İstanbul arasını
beş saatte gitmenin uçak yolculuğundan bile daha avantajlı yanları
vardı. Fiyat ise çok makuldu. Evet, uzmanlar uyarılarını
yapmışlardı. Gereken tedbirler alınmalıydı. Böyle bir facia ile
karşılaşıldığında sorumluların, özellikle de siyasi sorumluların
eleştirilmesi, istifalarının istenmesi doğaldır. Bunlara karşı
kızmak, gazeteci haşlamak çare değildir. AKP iktidarı, madem hızlı
tren gibi bir meselede riskleri göze alarak bir ilki başlatma
kararlılığını göstermişti, bunun sorumluluğunu da üslenerek bu işin
siyasi sorumluluğunu da ye-rine getirebilmeliydi. Böylece bu sefer
de siyasi etik anlamında bir ilke imzasını atma fırsatı
yakalayabilirdi. Olay çok üzücü. Ama otomotiv lobisinin medyası
tarafından yapılan yayınlar bana göre daha üzücü. Buna rağmen
iktidar, otomotivci medyanın ve başka meselelere kızıp bu vesile
ile AKP'ye yüklenenlerin baskısı ile hızlı tren projesinden
vazgeçmemeli. Gereken tedbirleri alarak hızlı trenleri işletmeye
devam etmeli. Siyasi sorumluların istifasına malolsa da... Kaynak:
Yeni Şafak