Bir hadisenin travmatik olması,
hadisenin şiddeti kadar kişinin ona yüklediği anlamla da
ilişkilidir. Ortaya çıkan klinik tablonun özelliği, kişinin algı
düzeyi ve atfettiği anlamla ilişkilidir. Travmatik olarak
varsayılabilecek olaya tek başına iyi ya da kötü diyemeyiz.
Yüklenilen anlama göre iyi ya da kötü, rahatsız edici ya da normal
olaylar vardır. Bir taraftan her yaşanılan travma da kötü sonuçlar
vermez. Bakıldığında kültür denilen kavram yaşanılan travmanın bir
ürünüdür. Bu sebepledir ki bir taraftan ilk insanlarda travmadan
söz edilmesi mümkün değildir. Bu durum henüz soyut düşünmeye
geçememiş olmaları ve algı seviyelerinin düşük olması nedeniyledir.
Sigmund Freud Organizmanın yani çocuğun hazır olmadığı bir zamanda
dışarıdan gelen kuvvetli stimulanlarla yani kuvvetli cinsel
uyarımla karşı karşıya kaldığında başa çıkamayacağı bir durumda
kalacağını bunun da travma olarak açıklanacağını ileri sürer. Çocuk
söz konusu olduğunda soyut düşünme kavramı henüz gelişmemiş o halde
ilk insana benzer bu sebeple travmatize olmaz kesinlikle diyemeyiz.
Soyut düşünme olmasa bile özellikle çocuk söz konusu olduğundan en
ufak bir uyaran dahi bizler için fazlasıyla önemlidir. Bu sebeple
çocukken şiddet görmek hiç şüphesiz travmatik hadise
niteliğindedir. Sigmund Freud’a göre anne-babanın fazla ilgisi ve
sevgisi de çocukta fazlaca uyarıma sebebiyet verebileceğinden bir
çeşit travma yaratabilir. Travma çocuk söz konusu olduğunda
ebeveynin onu bir şekilde uyarması sonucu değil, uyarabilme
ihtimali sonucunda da ortaya çıkabilir. Bu durum hiç şüphesiz
ruhsal bir incinme yaratır. Freud, “insan ruhunu travma dediğimiz
şey o kadar sarsabilir ki beğenmeyip burun kıvırdığımız histeri
ortaya çıkabilir” der. Yine Freud’a göre hazır olunmayan bir
zamanda ortaya atılan cinsel uyarımın travma yaratması gibi bu
durumla ruhsal hastalık arasında da doğrudan bir ilişki vardır der.
Üstelik bu durum bir başka olayla da tetiklenip ortaya çıkmaktadır.
Aynı zamanda bir başka travma, ruhsal hastalık, stimülan olmasa
bile çocuğun kafasında böyle bir olay “ya olursa” inancı-şüphesinin
bile travma yaratacağına inanır. Travmada flashbackler mutlaktır.
Geçirilmiş olan bir hadisenin kişi istemediği halde görüntüleriyle,
zihinsel temsilleriyle ve çeşitli duyu sistemleri ile geri
gelmesidir. Flashbacklerde sadece hadise değil, duygulanım da
beraberinde gelir. Bu durum sindirilemeyen anıların
hazmedilebilmesi adına ortaya çıkar. Kişinin yaşadığı travmaların
benzerlerini tekrar yaşama eğilimlerine sahneleme denir. Bu bir
travma ile savaşma metodudur. Üstesinden gelinemeyen olaylar
karşısında kişinin bir müddet sonra disosiye olma olasılığı
yüksektir. Disosiyasyon, kısaca o sırada yaşanılan andan koparak
travma yaratan olayın canlandırılması ve yaşanması durumu olarak
açıklanabilir. Kişi o sırada olayın farkında ve bilincindedir.
Ancak tüm bunlar karşısında travmanın Benjamin Button etkisi
yarattığını söylememin sebebi, kişi kaç yaşında olursa olsun
yaşanılan örseleyici yani travmatik hadisenin üzerinden ne kadar
zaman geçmiş olursa olsun şayet kişi söz konusu olan travmatik
hadisenin üstesinden gelemediği takdirde hadisenin yaşanmış olduğu
o zaman dilimindeki yaşta, o zaman dilimindeki duyguda, düşüncede
ve dolayısıyla da davranış eğiliminde kendisini bulur. Üstesinden
gelinemeyen, çalışılmamış travma, travmanın gerçekleşmiş olduğu ana
bir fixe yani saplanmayı beraberinde getirdiğinden kişi adeta o
zamana regrese olur. Bu da kişi kaç yaşında olursa olsun travmatik
hadiseye benzer bir olay karşısında kişinin örselendiği o
yaşında yer almasına sebep olur. Beden büyür, yaş büyür,
akıl-kalp-ruh çocuk kalır.