Trabzonu nasıl bilirsiniz?
Abone olHer an tahrik olmaya müsait, Ogün'üyle, Yasin'yle övünen ve silah düşkünlüğü ile diyorsanız birde bu kitaba göz atın.
Trabzon denince anlağımıza üşüşen şeyler ne yazık ki kötücül
hatıralardır. Ogün’üyle, Yasin’yle övünen, linç histerilerinin
doğal karşılandığı, yükseklerden paslanan yuvarlak meşinin çığ gibi
kenti sarmaladığı bir yer Trabzon. Öyle biliyoruz... Bir kentin
kriminal olaylarla dolup taşması Trabzon’un nevi şahsına münhasır
bir vaka değildir elbette. Ama Trabzon da bu kategoride münferit
bir kent değildir. Bundan dolayı da medyanın açıklama kalıbıyla
-ekonomik buhran (işsizlik, yoksulluk vb.) kavramlarıyla- yetinen
analizler açıklayıcı olmaktan çok, kolay yoldan tanı koymak
olmaktadır.
Genel olarak, nevi şahsına münhasır bir yer olarak ‘yerel’i,
özellikle de Anadolu kentlerini tanıma konusundaki sosyolojik
çalışmaların popüler olmaması gibi eksiklikler silsilesinden
kaynaklanan bir kolaycılık bu.
‘Trabzon’da neler oluyor?’ sorusuyla başlayan sorgulama
kentin siyasal, ekonomik, kültürel dokusuna dair araştırmalarla
beslenerek oluşturulan adlı çalışma, hem kent tarihi alanında çok
değerli katkı hem de bugünü anlamak, gelişmelere daha derinden
bakabilmek için esaslı bir bilgi birikimi sunuyor bize. Türkiye’nin
önemli bir sorunun tarih bilinci eksikliği olduğu düşünülürse, kent
tarihi alanındaki çalışmaların bizim için önemi daha iyi anlaşılır
sanırım.
Trabzon, Karadeniz’in Samsun’dan sonraki en büyük
kenti...
Limanı, üniversitesi, tarihi dokusu, siyasal tercihleriyle son
derece dinamik bir kent. Trabzon, Doğu Karadeniz’in başkentidir:
Osmanlı’da zaten asırlarca eyalet merkezi idi. Sonrasında da bu
merkezi konumu sürdürülmüştür. Devletin bir kurumunun bölge
teşkilat merkezi Trabzon’dadır. KTÜ bölgenin üniversitesi olarak
kurulmuştur; çevre il ve ilçelerde KTÜ’ye bağlı yüksek okullar
açılmıştır.
TRT’nin bölge yayını da Trabzon’dan yapılıyor. Etnik sorunlar
açısından da Trabzon en karanlık yerlerden biridir... Her
caddesinin, her konağının, mesire yerinin, çeşmesinin asırlık
hikâyeleri vardır. Anadolu’nun birçok kenti gibi, anıların şimdinin
ensesine çöktüğü, bundan dolayı tarihsel perspektifin diğerlerine
nazaran daha fazla önem kazandığı bir kent Trabzon...
Kitapta birçok önemli çalışma var. Hepsinin birbirini tamamladığını
söyleyebiliriz. Kitabın yazarları arasından Trabzon’u belki de en
iyi tanıyan Kudret Emiroğlu, geleneksel toplumdan modern topluma
geçerken eski üstyapının trajik hal almasına dair enteresan
gözlemlerde bulunuyor.
Karadenizin diğer kentlerine de uyarlanabilecek “vadi sistemi”
(yerleşim alaların hep vadi içlerinde ve genelde birbirinden izole
olmaları ve rakip olmaları) analizi, kırsal alandaki geleneksel
yapı ile kent ve kentleşmenin getirdiği değişim sürecinde yaşanan
trajediyi ve kahramanlarını anlamak açısından özgün bir bakış açısı
sunuyor bize. Emiroğlu, küçük mülk sahipliğinin ve dağınık kırsal
yerleşmenin getirdiği bağımsızlığın rakiplere karşı tetik durmayı
getirdiğini söylüyor.
Emiroğlu’nun analizi, bugünün -her an tahrik olmaya
müsait- delikanlılığını ve silah düşkünlüğünü
açıklaması açısından sosyo-psikolojik bir boyut katmaktadır. Fakat
Trabzon’un bugünkü faşizan yapısını açıklama tek başına yeterli
değildir.
İttihatçı gelenekle hesaplaşma
Cumhuriyet tarihini az çok bilen herkes Trabzon’un kendi kaderine
bırakılmış bir Anadolu kenti olmadığını görür. Trabzon Cumhuriyet
tarihi boyunca kendine mukayyet olan, olamadığında devlet eliyle
düzen verilen bir kent olmuştur. Bu Trabzon’un İttihatçı
geleneğidir.
Bu açıdan Ayşe Hür’ün ‘Trabzon’un Etnik Tarihine Bir
Bakış’ ve Ömer Asan’ın ‘Pontos Etnofobisi’ yazıları,
Emiroğlu’nun oluşturduğu katman üzerinde yapıların ve olayların
nasıl boy verdiğini, tetik durmanın kodlarının nasıl yazıldığını
göstermesi açısından önemli bir tamamlama yapıyorlar.
İttihatçılığın Trabzon’un bağrında açtığı uçurumu kapatmak imkansız
gibi. Çünkü, Trabzon’un mütehakkimleri bu uçurumda
yurtlanmışlardır.
Kahramanları o uçurumların eli kanlı
ustalarıdır.
Anadolu’nun hâlâ sağaltamadığı acılara neden olan karşıt
milliyetçiliklerin çatışması ve egemen sınıfın etnik temizlikle
ekonomide ve sosyal hayatta homojen bir yapı kurma çalışmaları
bugünkü faşizan durumun tarihsel toplumsal temeli olmaya devam
ediyor. Trabzon açısından sorun hâlâ İttihatçı gelenekle
hesaplaşmadır.
Sol/sosyalistler toplumun tarih bilincinin eksikliğinden şikâyet
ederler ama birçok konuda kendilerine atfettikleri öncülüğü bu
konuda yapmazlar nedense. Türkiye’de tarih bilincinden en çok
yoksun olan sol/sosyalistlerdir. Bu topraklarda sosyalist hareketin
Cumhuriyet’ten daha eski bir tarihi olmasına rağmen, sol denince
hâlâ cumhuriyet, laiklik, Atatürkçülük gibi kavramların gelmesi
bundandır. Sosyalistler deneyimlerini
nesnelleştirmediklerinden.
Bu nedenle kitapta değinmek istediğim diğer bir yazı da Emel
Akal’ın 1974’ler sonrası sosyalist solun durumuna ilişkin yazısı.
Emel Akal, doğal olarak içinde olduğu hareketinin (TKP-İlerici
Kadınlar Derneği) imkânları kadar bize Trabzon’daki sosyalist
hareketi anlatıyor. Akal çok sınırlı materyalle, sosyalistlerin
Trabzon’daki antifaşist direnişlerini anlatmaya gayret ediyor.
Akal’ın anlattığı birçok kanlı olayın yanında bir ayrıntıya
değinmek istiyorum. İlerici Kadınlar Derneği’nin bölge sekreteri
olarak 1977-80 döneminde Trabzon’da faaliyet gösteren Akal, “etnik
köken aram, onunla iftihar etme” gibi yaklaşımların o dönemde
görülmediğini söylüyor. “Bu hususların konuşulduğunu bile
hatırlamıyorum.
Bir tek olay hariç: Trabzon’da İKD’nin kurulmasında büyük emeği
geçen, o zaman otuzlu yaşlarda olan bir üyemiz bir gün bana,
isminin Türk olmasına karşın kendisinin Ermeni olduğunu, annesinin
küçük bir bebekken Erzurum’dan Trabzon’a bir sepet içinde
kaçırılarak getirildiğini söylemişti.” (s.217) Akal’ın da
belirttiği gibi, sosyalist hareketin enternasyonalist tutumunun
yarattığı rahatlama insanların kendilerini ifade etmeleri için
cesaret veriyordu. Bu açıdan ‘80 öncesi faşist hareketin Mudafai
Hukuk Cemiyetinin kuruluşundaki ruh haliyle Mustafa Suphilere karşı
girişilen linç hareketi ile benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz.
Trabzon’da iktidar o psikozdan hiç kurtulamadı.
Kitapta ekonomiden Trabzonspor’un kentteki özgün işlevine, KTÜ’nün
tarihinden, kentin aydınlık simalarına kadar değişik alanlarda
önemli çalışmalar yer alıyor. Editörlerinin dediği gibi, bu kitap
bir ‘giriş’ kitabı sayılabilir. Çünkü bir kentin tarihi bir çalışma
ile tüketilecek bir konu değildir. Bu girişten sonrasını getirmek
de en çok solcuların boyunlarına farzdır. Hem Trabzon’un acısını ve
sevgisini en çok onlar bileceğinden, hem de kültürü, tarihi, doğası
ile barışık bir Trabzon yaratmak onların vazifesi olduğu
için...(Cemil Aksu)