Toroğlu yine döktürdü
Abone olMilliyet Yazarı Can Dündar'ın, Erman Toroğlu ile yaptığı röportaj epey konuşulacağa benziyor.
Toroğlu, ''Maçlara silahla gitmeye başlamıştım. Silah taşımasını
sevmiyorum. Silahı çıkarttın mı vuracaksın. Yoksa o silahı bir
yerine sokarlar !'' dedi... Toroğlu Beyliğinin varisi O bir
futbolcu... O bir kabzımal... O bir hakem... O bir televizyoncu...
O bir yazar... O bir siyasetçi... O bir maço... O kendine münhasır
bir medya alimi... Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar Orta Asya'da
bir Toroğlu Beyliği varmış. O beylik, zamanla atlara binip Mersin'e
gelmiş. Oraya yerleşmiş. Çocuklar, torunlar vermiş. Ve beyliğin soy
ağacında yaşama sırası Erman Toroğlu'na gelmiş. Erman Toroğlu, Orta
Asya yiğitlerinin yalınkılıç cengâverliğini günümüz dünyasına
taşımış. Atalarının cenkte yaptığını o, sahada, pazarda, stüdyoda,
sütunda yapmış. Stüdyoda yan gelip oturdukça, 'Uğurcuğu' ile
'oynattıkça', ağzına geleni patlattıkça, kendini tutamayıp
parladıkça Toroğlu Beyliği'nin günümüzdeki en popüler temsilcisi
olarak sivrilmiş. ''Git sor hocana'' Nereden biliyoruz 'Toroğlu
Beyliği'ni..? Büroda buluştuğumuz Erman Toroğlu ''Oğlanın tarih
kitabında gördüm'' diyor. ''Git, hocana sor bakalım'' demiş, ama
hoca da bilmiyormuş. Toroğlu, Beyliğin son temsilcisini, yani
kendisini anlattıkça ''Olamaz'' diye kıvranmaya başlıyorum: Çünkü,
anlattığı neredeyse bire bir benim hayatım. Bizimkiler de Orta Asya
kökenlidir. O da, Ankara'da doğmuş. Benim gibi çocukluğu İsmet Paşa
mahallesinde geçmiş. Babası memurmuş. Benimki gibi... Sağlık
Sokak'a taşınmışlar. Bizim gibi... İlk ve orta okulu Mimar Kemal'de
okumuş. Benim gibi... Lise için Atatürk Lisesi'ni seçmiş. Benim
lisemi... Orta Asya steplerinden beri aynı yoldan yürüyüp
karşılaşmamışız da 'medya' denilen çoktanrılı kavim buluşturmuş
bizi... Ve Ankara'da bir büroda futbolcu, hakem, kabzımal, yazar,
televizyoncu, maço Erman Toroğlu'yla konuşmuşuz. O anlattıkça, bir
Türkiye portresi çıkmış ortaya; sahalardan, pazarlardan,
stüdyolardan, sütunlardan... Buyrun hepsini gezelim birer birer...
Talebe Erman Erman Toroğlu'nun hayatının en büyük dilimini,
öğrencilik yaşamı kaplıyor. 1948'de doğmuş ve 1955'ten, 1976'ya
kadar, tam 21 sene okumuş. Lise yıllarında kafasında hep Amerika'ya
ya da Avustralya'ya gitmek varmış. Liseyi bitirince cerrah olmak
istemiş. 'Hep kesip biçmek' istiyormuş çünkü... Tıbbı
kazanamayınca, o işi yıllar sonra gireceği televizyon stüdyolarına
ertelemiş. Ankara Siyasal'a ön kayıt yaptırmış ama devam
mecburiyeti olduğu için vazgeçip futbola zaman ayırabileceği bir
okula, Gazi İktisat'a gitmiş. Önce futbol tutkusu yüzünden, sonra
askere giderse topa ara vermek zorunda kalacağından hep bekletmiş
okulu... Bu yüzden son sınıfta 40 dersi birikmiş. Onları iki senede
temizleyebilmiş ve böylece dokuz senede mezun olabilmiş. ''Orada
teknik bir hata yaptım'' diyor Toroğlu, hayatına 'Uğurcuğu'nun
gösterdiği bir film gibi bakarak; ''Tam boykotların tırmandığı 1968
dönemi... Kimse derse girmiyor. Kopya çeken geçiyor. Hocalar göz
yumuyor. Bitir okulu dört yılda, git Dişçilik oku, ikinci bir
üniversite bitir, değil mi?'' Futbolcu Erman Lise 2'deyken
Gençlerbirliği genç takımına gittim. Orada antrenör beni oynatmadı.
Sinirlendim, hırs yaptım. Yaşım 16-17... O sıra beni PTT'nin genç
takım antrenörüne götürdüler. Adam beğenmedi. Rahmetli Arman
Talay'a götürdüler, beğenmedi; biri daha beğenmedi. Derken 2.
ligdeki Güneş Spor'da bir futbolcu simsarı vardı... 'Oğlancı' filan
diye laflar geziyor. Adam 'Ben seni çağıracağım' dedi. Aradan bir
ay geçti. Beni 19 Mayıs stadında ümit milli takımla maça çağırdı.
Şaşırdım: 'Lan beni üç takım beğenmedi. Bu adam ümit milli maçında
ilk 11'de oynatıyor.' Çıktım maça... Bayağı iyi oynadım. Millet
şaşırdı. Adam maçtan sonra, 'Herkes gitsin Erman kalsın' dedi.
Şimdi, korku da var, anlıyor musun? Karanlık... Adam geldi, 'Senin
lisansını almam için şu kağıtlara imza atman lazım' dedi. Bana 7-8
kağıt imzalattı. Beni aldı arabasına; Ulus halinin oradan bana
eşofman, ayakkabı falan aldı. Bir de 500 lira para verdi. 1966'nın
500 lirası çok büyük para... Geldim sezon başı, hem genç takımda,
hem as takımda oynuyorum. İlk maç Samsun'da. Fakat Güneş Spor'a
gittiğimi pedere söyleyemiyorum. Üniversite turnuvasına gittiğimi
söylüyorum. Maçta ilk yarı, ruh gibiyim. Düşün, mahalleden
gelmişim, doğru dürüst sahayı orda görüyorum yani... Neyse ikinci
yarı santrforu aldık, 35 metreden bir topa vurduk, kaleci havuza
atlar gibi atladı, gitti gol oldu. Ben atmadım yani, o yedi. Maç
1-1 bitti. Çok büyük başarı. Ertesi akşam yemek yiyoruz evde..
Peder 'Dün Samsun'da Erman diye bir futbolcu gol atmış. O sen
misin' dedi. Birisi üflemiş pedere. Baktım hiç kımıldayacak halim
yok, 'Benim' dedim. Resmi futbol hayatım böyle başladı.'' Kabzımal
Erman Askerliğini 12 Eylül döneminde, yedek subay olarak Gölcük'te
yaptı Toroğlu... O dönemde, Murat 124 arabasını satmış ve parasını
bir bankere yatırmıştı. Ancak bankeri battı. Bunun üzerine, bütün
bankerzedelerin yığıldığı kapıdan yedeksubay üniformasıyla girip
parasını kurtardı. Askerlik bittiğinde bir arkadaşı ''Erman, senin
Mersin'de bahçen var. Gel kabzımallık yapalım, iyi para kazanırız''
dedi. Ankara toptancı halinde bir dükkan aldılar. Toroğlu, böylece
üniversite mezunu bir kabzımal oldu. Ticarete yabancı değildi
aslında... Daha ortaokuldayken Samanpazarı'na gider, 'kader-kısmet'
alır, hediye damgaları yaldızdan taşmış olanları kazır, en büyük
ikramiye çikolatayı mideye indirir, kalan boşları başkalarına
kazıtırdı. Lise 1'de yazın, aile bütçesine katkı için Ankara
Oteli'nin inşaatında çalışmıştı. Ancak kabzımallık hepten
farklıydı. ''Tam 19 sene sürdü kabzımallık işi... Ama fazla
sevmedim. Başkasının yaptığı bir maddi hata yüzünden Maliye'yle
başım derde girdi, vergi kaçakçılığından hüküm giydirdiler bana...
Çok ağırıma gitti. Bıraktım.'' Hakem Erman İki yol kalmıştı: Ya
antrenörlük, ya hakemlik... Hakemliği seçti Toroğlu... Bu camia,
asker kökenlilerin elindeydi. Futboldan gelenlerin pek şansı yoktu.
Kursa yazıldı. Aday hakem oldu. Ama sınavda küme düşürttüler
Toroğlu'na... Sınavda gelen soru şuydu: ''Bir serbest vuruştan,
kendi kalene gol atıyorsun. Hakemsin. Ne karar verirsin? Neden?''
Şu cevabı yazdı: ''Top benim vuruşumla, kalecime değmeden benim
kaleme girerse kornerle başlarım.'' Doğru cevap şuydu: ''Serbest
vuruştan ancak rakip kaleye gol atılır.'' ''Ben de 'Gol geçersiz'
demek istedim'' diye itiraz etti. Dinlemediler. Küme düşürdüler.
Sonra şans yüzüne güldü. Onu tutan ekip Merkez Hakem Kurulu'na
geldi. Yeni ekip onu A kategorisine, 1. lige çıkardı. Beş sene
hakemlik yaptı.Sonra FİFA hakemi oldu. Uluslararası maçlara gitmeye
başladı. Dört sene de FİFA hakemliği yaptı. Hayatının bundan
sonrasını şöyle özetliyor: ''Ondan sonra da Erman Toroğlu oldum.''
Bir hakeme nasıl şike teklif edilir? ''Bir insan niye hakem olur
ki?'' diye soruyorum Toroğlu'na... Öyle ya, bu kadar lanetlenen,
sülalesine stadyumlar dolusu küfredilen bir işe niye talip olur
insan? Çok ilginç bir cevabı var: ''Böyle cazip bir meslek yok.
Düdüğü çalıyorsun iş bitiyor abi... Bir tek Allah, düdüğü çalarsa
iş biter. Ondan başka, hâşâ kimsenin gücü yoktur. Hakimin bile
Sayıştay, Danıştay, Yargıtay, bin tane olayı var. Burada öyle
değil. Müthiş bir otorite. Ama tabii iyi kullanıldığı zaman... Kötü
kullanılırsa da tehlikeli olmaya başlar.'' Nasıl iyi kullanır
otoritesini, bir hakem? İki şey lazım: Futbolu bileceksin ve
cesaretin olacak. ''İstanbul'da üç büyükler aleyhine penaltı
çalarsam, acaba gelecek maça çıkabilir miyim?'' dersen olmaz. Peki
bütün stat size küfrederken sahada nasıl etkilenirsiniz? Sen işini
yaparsan rahatsız olmazsın. Beş dakika sonra onların takımın lehine
bir karar verince de 'Koçum Erman' derler. Hâlâ çok küfreden oluyor
mu? (Bu soru üzerine, cebine gelen telefon mesajlarından örnekler
veriyor Toroğlu... Bir kısmını hâlâ saklıyor. Burada
zikredemiyorum, ancak detayları, hayal gücünüze bırakıyorum.) Ya
şike? Bir hakeme nasıl şike teklif edilir? Bunu yaşamış Toroğlu...
FİFA hakemi olarak Gürcistan'a, Gürcistan-İrlanda maçına gitmiş.
Öğleyin Belçikalı gözlemci ile yemek yemişler. Sonra otele
dinlenmeye gitmek üzere bir Amerikan arabasına binmişler. ''Arabada
dört kişiyiz. Ben arka sağda oturuyorum. Giderken, arabayı kullanan
herif cebinden dört tane zarf çıkarttı. Baktı, bakarken de arabayı
kaldırıma vuruyordu, zor kurtardı. 'Lan n'apıyo bu manyak' derken
zarflardan birini arkaya, bana uzattı. Ben hiçbir şey demeden
aldım. Sonra 'tık tık tık' diğer üçünü dağıttı. O sırada geldik biz
kalacağımız yere. İndik. 'Akşam başarılar' dedi, gitti adam. 'Açın
lan şu zarfları' dedim. Açtık, bana beş bin dolar, diğerlerinde de
üç bin 500-dört bin dolar gibi bir para... ''Beynimden vurulmuşa
döndüm. Çıldırdım, içeri girdim, Şenez Erzik'i arıyorum. Allah'ın
terk ettiği yer o zaman Gürcistan, Erzik'i nereden bulacağız. Dedim
'Bu maçı biz yöneteceğiz. Belçikalı bir gözlemci vardı. Çağırdık
adamı, paraları koyduk kucağına... Adamın gözü düştü. Dedi ki:
'Bunlar kalsın, konuyu görüşüp size haber vereceğim.' Dedim ki
adama, 'Siz maçtan sonra uçağa binip gideceksiniz, sakın bunu
yarına ertelemeyin.' ''Maça çıktık. 2-1 yendi Gürcistan.
Şevardnadze de maçta... Biz akşam eğlenceye falan gittik, benim
surat bir karış. Ertesi gün döndük. Tabii olay UEFA'ya bildirilmiş,
zarflar bizde. İrlanda'daki rövanş maçı da 1-1 bitti, Gürcistan tur
atlıyor. Ondan bir gün sonra Zürih'te UEFA toplantısı var. Bize
biletler geldi. Paraları aldık, Zürih Hilton'a gittik. Toplantıda
patır kütür bir itelediler herifleri; 'İki yıl Avrupa kupalarından
men...' Ortalık karıştı. İtiraz ettiler. İtiraz da 'red'. Rüşveti
veren herif beni gösterip dedi ki : 'Karayolundan Gürcistan çok
yakın, ama bu hakem karı kızla yatmak için Moskova üzerinden
geldi.' Ben dedim ki, 'Geçen hafta karayoluyla giden işadamlarını
öldürdüler.' İyice bombok oldu herifler... Bunun üzerine dediler
ki, 'Biz bu parayı hakemler burada alışveriş yapsın, eğlensin diye
verdik.' Bunun üzerine UEFA'dan birisi çok güzel bir soru sordu:
'İyi güzel de, niye baş hakeme fazla verdiniz, yan hakemlere az?'
Adam dedi ki: 'Baş hakem çok koşuyor o yüzden'... 'Peki dördüncü
hakem oturuyor, ona da aynısını vermişsiniz' deyince herkes düştü.
Ceza aldılar. Sonra Gürcistan mafyası beni vurmaya Türkiye'ye
geldi. Ve ben silah aldım. Bazı maçlara silahla gidiyordum. Ama
silah taşımayı sevmiyorum. Oyuncak değil bu... Silahı çekiyorsan
vuracaksın. Vuramazsan, alır o silahı bir yerine sokarlar.'' Kadın
yumurtlarken kaç derecedir? Bir de maço Erman Toroğlu var tabii...
Sık sık kadınları kızdıran çıkışlarıyla tanıdığımız... Geçenlerde
'Hakemin bakiresi' başlıklı bir yazıda ''Bakirelik yalnız bayanda
mı olur, mesela hakemin bakiresi olmaz mı, yani bozulmamış bir
hakem'' diye yazdı. Bunun üzerine çalıştığı grubun kadınları
Toroğlu'na şikayet dilekçesi verdiler. ''Kadın bakire olmayınca
değer mi kaybediyor?'' diye sordum. İşte cevabı: ''Bugün dünyada
bakir orman tabiri vardır. Niye? Balta girmemiş ormana 'bakir
orman' denir. Bugün Türkiye'de özellikle iki grup bakir-bakire
olmaya mecburdur: Birisi hakimler, birisi hakemler. Yani kadınlar
buradaki espriyi anlamayıp, dediğimi başka manâya çekerlerse son
derece yanlış... Beni şikayet ettikleri yazının altına imza atarım.
Ama benim yazdığım o değil ki... Benim yazdığım, hakemin bakir
kalması...'' Bekareti kaybolunca bozulmuş mu oluyor kadın? ''Ben
öyle görmüyorum. Ben oğluma bile telkin ederken bakirelik konusunda
tam ters telkin ederim. 'Yarın bugün evlilik yapacaksınız, beraber
olacağınız kızı, kadını, bakire olmadığı için sakın suçlamayın.
Dinleyin bakalım ne olup ne bittiğini' diyen adamım... Onlar yazıyı
tam anlamamışlar. Ben orada ahlâki bozulmadan bahsediyorum.''
Programda da bazen kadınlar hiç dinlemiyormuş gibi konuşuyorsunuz.
''Ben özel hayatımda da, özellikle araba kullanırken filan, kendi
kendime küfreden bir adamım. Belki de kendimi rahatlatıyorum. Ama
televizyonda öyle bir şey olmuyor. Hatta Şansal bazen geriliyor ben
sinirlendiğim zaman, ağzımdan bir şey çıkacakmış gibi... Mesela bir
gün Şansal dedi ki: 'Ya Erman, Fenerbahçe çok hücum etti ama gol
atamadı.' Ben de dedim ki : 'Şansal, her gün seks yaparsan çocuk
olmaz.' Şimdi bunun belli günleri var. Aslında onu da açmam lazımdı
açamadım. Kadın bir hafta zarfında hamile kalabilir. O haftanın da
her günü değil. Bu bir hafta zarfında iki gün kadının derecesi
37,5'tan 38,5'a çıkar. Bu, yumurtlama devridir. Yani 'Kadının
ateşini ölçüp sonra iş tutacaksın' demem lazımdı. Diyecekler ki
'Ulan ukala, onu da mı biliyorsun.' Biliyorum çünkü hanım 6 tane
düşük yaptı. Yani çok çalıştık bu konuda biz...'' Otoriteniz evde
de geçerli midir? ''Aslında evde rahatlarım. Mutfağa girip
börekten, kabak tatlısına kadar iyi yemek de yaparım. Öyle
sertliğim filan yoktur. Ama ailenin reisi benim. 'Kadınla erkek
eşittir' prensibine karşıyım. Aile içinde ben de bir şeyler
yapacağım, o da yapacak; ama sonunda bir karar alınacak. Fikrini
alırım ama sonunda kararı ben veririm. Bir arabayı iki kişi
kullanmaz. Ben direksiyona oturacağım, hanım yanda, 'Erman sen
debriyaja basarken, vitesi de ben değiştireyim.' Yok öyle şey...
Arabayı biri kullanacaksa, o niye kadın olmasın? Onun da
kullanacağı yer var. Bir ev alınırken hangi evin alınacağı kararını
ben veremem, benim işim, parayı vermek. Araba için ben ne kadar
para koyacağıma karar veririm; o markasına karar verir. Bazen
kadınlar daha doğru karar veriyor. Biz içine çok girdiğimiz için
objektif olamayabiliriz, olaylar tribünden daha iyi görülür.''
Politikacı Toroğlu 1992 seçimlerinde, meslekler albümüne
politikacılığı da ekledi. Mersin'de hocası Aydın Güven Gürkan'ın
karşısında DYP'den aday oldu. Seçilemeyince Cavit Çağlar'ın
davetiyle katıldığı politikayı bıraktı. ''Yeniden girer misiniz?''
diye sordum, ''Sen girersen ben de girerim'' dedi ve seçime girerse
iktidar olacak parti için aklındaki isimleri açıkladı: '' Mustafa
Denizli, Fatih Terim, Ali Kırca, Uğur Dündar, Tuncay Özkan,
Ertuğrul Özkök, Serdar Bilgili, Şansal Büyüka, Murat Birsel
(Hıncal'ı da alırdık ama o içeriden yıkar bizi, tartışmaktan iş
yapamayız) bu ekip yüzde kırktan az oy alırsa adam değilim.''
Kaynak : Milliyet