Hani insanın hayatında o anı yaşadığına dair çok pişman olduğu
zamanlar vardır ya...
“Keşke bunu göreceğime kör olaydım” dediği anlar vardır
ya...
“Keşke bunu yapacağıma elim kopsaydı daha iyiydi”
dediği anlar vardır ya...
Yaşadığına yaşayacağına pişman olduğu zamanlar vardır ya...
Geçtiğimiz günlerde işte böyle anlardan birisine tanıklık
ettim/ettik...
Şahit olduğum günden beridir de büyük bir vicdan azabı
çekmekteyim.
Mümkün olsa o manzarayı ve yaşananları şahit olduklarım
arasından çıkarabilsem...
Sadece ben değil keşke toplum olarak o sahneyi
tarihimizden silebilsek...
Keşke ekmek gibi aziz bir nimetin ayaklar altına
atıldığı o sahneyi toplumsal hafızamızdan söküp
atabilsek...
Oysa biz, bir ekmek kırıntısını israf ettik diye atalarımızdan
tokat yemiş bir milletiz...
Bir pirinç tanesini bile israf etmeyecek hassasiyette
büyüklerimiz vardı bizim.
Tabakta kalan yemeği “Sünnetlemek” maksadıyla
yiyen ve israf etmemeyi öğreten bir neslin çocuklarıyız biz.
Kültürümüzde yer sofrasında yemek yemek vardır. Yer sofralarında
ekmek kırıntıları dökülmesin diye sofra bezleri yere serilirdi.
Sofra bezine dökülmüş ekmek kırıntıları tavuklara verilir ya da
kuşlar yesin diye cam önlerine koyulurdu.
Sokakta yerde ekmek görürsek ya da yere ekmek düşürürsek
öpüp alnımıza koyar ve yüksek bir yere
bırakırdık.
Ekmeği yüksek yerde tutmamız öğretildi nankör olmamamız
için.
Evde bayat ekmeği yemeye nazlansak dahi zor
kazanıldığı, bulamayanların olduğu anlatılır ve nimet bilgisi
aşılanarak nasihat edilirdi.
Ekmek kırıntısını atmak rızık eksikliğine yol
açar nasihatleri ile büyüdük…
Serlevha edilmiş sözlerimiz vardır ekmek için:
Ekmek teknesi…
Ekmek kavgası…
Ekmek parası…
“Ekmek aslanın ağzında” gibi deyimlerle anlatılırdı
değeri.
Bizim çocuklarımız ne zaman baş tacı ettiğimiz nimeti
ayaklar altına atmaya başladılar.
Rezil eğlencelerine alet etme cahilliğini ne zaman
öğrendiler...
Aslında belki de suçlu o çocuklar değil...
Dedelerimiz, ninelerimiz gibi bir ekmek kırıntısının önemini
anlatamayan bizler de suç...
Bu rezil sahneyi hazırlayan ve bu eğlenceye ses
çıkarmayan ve adına “öğretmen” denen büyüklerde suç...
En önemlisi de her çocuğun “ilk öğretmeni” olan
ebeveynlerde suç...
Eğer biz büyükler o gençlere nimetin kıymetini
öğretebilseydik...
O genç dimağlar böyle bir rezalete yeltenebilirler miydi?
O çocukları kınamayalım boşuna...
Onları cezalandırmayalım boş yere...
Önce büyükler olarak kendimizi cezalandıralım...
Birer tokat akşedelim kendimize...
Yetmez...
Bir daha...
Bir daha...
Beni asıl korkutan ne biliyor musunuz?
İlahi gazabı çekme noktasında bu olayın bardağı taşıran son
damlalardan bir tanesi olması...
Toplum olarak söz birliği etmişçesine sınırları çok
zorladık/zorluyoruz...
Kadınları öldürüyoruz...
Çocukları taciz ediyoruz...
Cinsiyet eşitliği adı altında Lut Kavmi, Sadom ve
Gamore’ye rahmet okutuyoruz...
Hapishanelerimiz ağzına kadar dolu...
Televizyonlar ahlaksızlığın ayyuka çıktığı diziler
yayınlıyorlar...
Zenginlerimiz tatillerini en lüks mekânlarda yaparken...
Fakirlerimiz çöpten ekmek topluyor...
İçki, faiz altın çağını yaşıyor...
İlahi gazabın gelip vurması için ne gerekiyorsa
yapıyoruz.
Hani büyük bir kulübün yöneticisi “pastanın çileği”
benzetmesi yapmıştı ya...
Umarım bu müptezellik “pastanın çileği” olup ilahi
gazap için bardağı taşıran son damla olmaz...
facebook.com/msbeser
twitter.com/msbeser
instagram.com/msbeser