Arkadaşlar, dostlar onu “Teşkilat Ercan” diye tanırdı. Çünkü
o başlı başına bir teşkilattı. 12
Eylül öncesinin önemli isimlerindendi... İstanbul Anadolu Yakası
adeta onlardan sorulurdu. Bu kısa boylu yağız Anadolu delikanlısı,
o fırtınalı yılların önemli yiğitlerindendi... Hapishaneler,
işkenceler onu yıldırmamış, davasına daha sıkı sarılmıştı hep...
Birçok arkadaşını şehit verdi. Birçoğu gazi oldu, ama o hiçbir
zaman o arkadaşlarına vefasızlık etmedi. Şehit ailelerinin
yakınlarını hiçbir zaman unutmadı, unutturmadı. Unutanlara
hatırlattı. Gazileri ziyaretsiz bırakmadı. Onun ruhu hep o zor
günlerde at koşturdu. O, “zor günlerin erkek aslanlarıydılar,
sustular” tabirini tamı tamına hak eden bir insandı.
Çok sıkıntılı günler
geçirdi. Ama sıkıntılarını en yakın dostlarına bile anlatmadı.
Zaman zaman sıkıntılarıyla baş başa kalmak için telefonları kapatır
evine çekilirdi. Böyle günlerde onun en yakın dostları
kitaplarıydı. İyi bir okurdu. Yeni çıkan önemli kitapları ilk o
okur dostlarına tanıtır, tavsiye ederdi. Hatta hangi semt olursa
olsun kitap sipariş verenlere kitabı ulaştırırdı. O kitabın
satışından kazanacağı paranın daha fazlasını yol parasına verirdi.
Ama o yine de mutlu olurdu. Bir kişiye daha kitap ulaştırmak onu
mutlu ederdi. Dava ile ilgili kitapları en iyi o bilirdi. Hatta
satırı satırına ezberlerdi.
Son zamanlarda 1980
öncesinden kalma bir dava yüzünden yeniden yargılanmaya başlamıştı.
Yaklaşık 30 yıl geçmiş bir dava için yeniden gözaltına alınmış
sorgulanmış ve hâkim önüne çıkarılmıştı. Birçok hırsızın
soyguncunun davaları zaman aşımına uğratılırken hayatını
memleketine adamış bir dava adamına 30 yıl sonra bile hesap
soruluyordu. Neyse ki, bu davadan beraat etmişti. Sağlık sorunları
peşini bırakmamış, onlarla ilgili de hastanede gerekli tedavilerini
yapmıştı. En son sanırım bir hafta önceydi aradığında “Dava
sonuçlandı. Sağlık işlerini de hallettim. Kuş gibi hafifledim
demişti” ama sabah telefonuma düşen bir mesaj acı haberi veriyordu.
Ercan Poyraz’ı kaybettik.
Evet, o vefanın sadece
Fatih’te bir semt adı olmadığını ispat eden biriydi. Vefa deyince,
dava adamı değince, geçmişe sadakat denince ilk adı akla gelen
kişilerdendi. 1980 öncesinin o mücadeleli dönemlerinde şehit
verilen arkadaşlarını anlatırken gözleri dolardı.
Ercan abinin 12 Eylül
döneminde Büyük Ülkü Kitapevini nasıl yaşatmaya çalıştığını Erol
Cihangir şöyle anlatıyor: “Ercan ağabeyle 78’li yıllardan beri
tanışırdık. Onu ilk tanıdığımda Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısında
“Büyük Ülkü Kitabevi’ni,12 Eylül cuntacılarına rağmen nasıl
yaşatmağa çalıştığına şahit olmuştum. Ne var ki, cuntacılarının
yapamadığını, “artık öküz öldü ortaklık bozuldu” zihniyetinden
hareket eden bir takım müptezelin her şeye rağmen nasıl pespaye
hale getirdiklerine de görmüştük”
Davasını, onun gibi her
şeyiyle yaşayan kaç kişi vardır bilmiyorum. Ama onun attığı her
adımda, her hareketinde davasına olan bağlılığın işaretleri vardı.
O, ülküsünün büyüklüğünü ve yüceliğini bilen ve bu yüce ülkü
peşinden bir ömür boyu koşan adamdı. Rüzgâra göre yön değiştiren
insanlardan değildi. Hak bildiği yoldan yalnız da olsa yürüyen bir
ülkü eriydi. Ahhh! Ercan abi ah! gün gelip senin arkandan yazı
yazacağımı hiç mi hiç düşünmemiştim. Seni mücadele ettiğin insanlar
yenemedi, fikirleri alt edemedi ama yüksek tansiyona yenik düştün
be Ercan abii!!!
O hep davasıyla yaşadı.
Davasıyla öldü. Ülkü devleriyle kucaklaşmaya uğurladık “Teşkilat
Ercan”ı...
Ruhun Şad mekânın cennet
olsun...