Teröristi alkışlayan şair kim?
Abone olMurat Bardakçı 'Ermeni konferansı'nı düzenlemek isteyen aydınları çok ağır eleştirdi. Konferansı düzenleyenleri, yıllar önce terörü alkışlamış bir şairimize benzetti.
Murat Bardakçı, "Meğer ne kadar da çok Tevfik Fikret’imiz
varmış!" başlıklı yazısında Ermeni konferansını düzenlemek isteyen
akademisyenleri çok sert eleştiriyor. Üatelik tarihten bir örnek
vererek.
Yazar: Murat Bardakçı
Kaynak: www.hurriyet.com.tr
"Tartışmalar yaratan málum Ermeni Konferansı’na Boğaziçi
Üniversitesi’nin evsahipliği edecek olması bana Robert Kolej
günlerinden kalma benzer bir olayı hatırlattı.
Ermeni teröristlerin İstanbul’da zamanın hükümdarı İkinci
Abdülhamid’e karşı 1905’in 21 Temmuz’unda giriştikleri suikast
teşebbüsünü bütün dünya lánetlerken hadiseyi tek bir kişi, Robert
Kolej’de hocalık yapan şair Tevfik Fikret alkışlamış ve bombayı
koyan teröristlerden ‘şanlı avcı’ diye bahsetmişti.
ERMENİ Konferansı tartışmalarıyla dolu bir hafta geçirdik.
Tartışmaların merkezinde konferansa evsahipliği yapmaya hazırlanan
ama programı daha sonra iptal etmek zorunda kalan Boğaziçi
Üniversitesi vardı.
Birkaç seneden buyana yine bu üniversitede verilen tarih
derslerinde bazı hocaların 1915 olaylarından ‘soykırım’ diye
bahsettiklerini, üstelik işin içine 19. yüzyılda yaşanan Ermeni
isyanlarını da katarak konuyu ‘büyük soykırım’ ve ‘küçük soykırım’
diye tasnife tabi tuttuklarını işitiyorduk.
Ama işin bir tarihi tarafı vardı; Boğaziçi Üniversitesi’nin yahut
eski adıyla ‘Robert College’in eski bir hocasının Ermeni
meselesinde geçmişte konuya sahip çıkması da sözkonusuydu: Kolejin
Türkçe hocası ve Türk Edebiyatı’nın da en önemli isimlerinden olan
Tevfik Fikret, Ermeniler’in 1905’te zamanın hükümdarı İkinci
Abdülhamid’e karşı yaptıkları bombalı suikast teşebbünü alkışlayan
tek şairimizdi!
Bundan birkaç hafta önce de yazdığım bomba meselesini yine kısaca
anlatayım:
1905’in 21 Temmuz günü İstanbul’da bir bomba patlamış ve 26 kişinin
hayatına malolmuştu. Günlerden cumaydı, zamanın hükümdarı
Abdülhamid namazını kılmak için merasimle Yıldız Camii’ne gitmiş ve
camiin yanıbaşına bırakılan bir arabanın içindeki saatli bomba
Abdülhamid’in oradan geçmesine birkaç saniye kala patlamıştı.
Padişah yara almadan kurtulmuş ama 26 kişi ölmüş, 58 kişi
yaralanmış ve 20 kadar at da telef olmuştu.
SADECE O ALKIŞLADI
Yapılan tahkikat, işin gerisinde Ermeni Taşnak Partisi’nin
bulunduğunu ortaya çıkardı. Suikast teşebbüsünün taşeronu olan
Charles-Edouard Joris adındaki Belçikalı bir anarşist yakalandı,
muhakeme edilip idama mahkûm oldu. Abdülhamid cezayı müebbed hapse
çevirdi ama Avrupa’dan, özellikle de Belçika’dan gelen baskılara
dayanamadık, hükümdarın canına kasteden teröristi serbest bırakıp
Avrupa’ya gönderdik.
Tarihlere ‘bomba olayı’ diye geçen suikast girişimi bütün dünyada
yankı uyandırdı. Avrupa sonradan teröristlere sahip çıkmasına
rağmen teşebbüsü kınayacak ama bombacılara tek alkış İstanbul’dan,
Robert Kolej’in hocası Tevfik Fikret’ten gelecekti.
Fikret, 1896’dan itibaren Kolej’de Türkçe hocalığı yapıyordu. Ruh
háli bir hayli garipti; dinden, devletten, herşeyden, hatta
dostlarından bile soğumuş ve ‘Milletim nev’i- beşerdir, vatanım
ruy-i zemin’ yani ‘Milletim insanlık, vatanım yeryüzüdür’ gibi
şiirler yazar olmuştu. Belki bu tuhaflıklarının neticesinde adını
kitaplarına verdiği tek çocuğu Haluk daha sonra Amerika’ya
yerleşecek, din değiştirip papazlık yapacak ve Florida’daki bir
kilisenin başrahibi olarak ölecekti.
Tevfik Fikret, bomba hadisesinden sonra, işte böyle garip ruh háli
içerisinde ‘Bir láhza-i teehhür’ (Bir gecikme ánı) isimli bir
manzume kaleme aldı. Şiirinde teröristleri ‘şanlı bir avcıya’
benzetiyor, bombanın erken patlamasına esef ediyordu.
‘ŞANLI AVCI’ MASALI
İşte, Fikret’in şiirinden bazı mısralar:
‘Ey şanlı avcı dámını bihude kurmadın / Attın fakat yazık ki,
yazıklar ki vurmadın! / Málik sesin o sevret-i ra’din-i gayza ki /
Her yerde hiss-i hakk u halásın muharriki / ...Dursaydı bir
dakikacağız devr-i bi-sükun / Bir hayr olurdu misli asırlarca
gelmemiş’ (Ey şanlı avcı, tuzağını boşyere kurmadın, attın ama
yazıklar olsun ki, vuramadın! Öfkeyle ve kızgınlıkla gürleyen
sesin, hak ve kurtuluş duygusunu heryerde harekete geçirendir. O an
bir dakikalığına devam etseydi, örneği asırlar boyu görülmemiş bir
hayır, bir iyilik olurdu).
Suikast teşebbüsünü alkışlama işinde Tevfik Fikret yalnız
kalmayacak, tarihçi Ahmed Refik de daha sonra ‘Osmanlı milletini
Abdülhamid zulmünden kurtarmak için bu hareket-i kahramánenin
(kahraman hareketin) Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra
olunduğu anlaşıldı’ diye yazacaktı.
Boğaziçi Üniversitesi’nin Ermeni Konferansı tartışmalarının tam
merkezinde bulunmasına şaşırmamamın sebebi, üniversitenin sicilinde
Robert Kolej günlerinden kalma işte böyle bir kaydın
bulunmasıydı.
Ama şurasını unutmayalım: Tevfik Fikret bütün bu hatalarına rağmen
Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerindendir, ‘tarihi sevdiren
adam’ diye bilinen Ahmed Refik de hálá okunmaktadır, zira her ikisi
de bu gibi işlerinin haricinde eser de vermişlerdir. Darısı, bu
ayardaki kalıcı eserlerini merakla beklediğim málum konferansın
düzenleyicilerinin başına!
Bizde aydın görünmenin yolu devlete, dine ve memlekete hakaretten
geçer!
ERMENİ Konferansı’nın gündeme gelmesinden sonra dostlarımdan
okuyucularıma kadar çok kişi, bu konferans hakkında ne düşündüğümü
sordu.
‘İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri’ isimli
konferansa ‘gazeteci’ ve ‘dinleyici’ olarak davet edildiğimi
peşinen yazdıktan sonra kanaatimi açıkça söyleyeyim:
Böyle bir konferans aklın alacağı bir iş değildir, Adalet Bakanı
Cemil Çiçek’in málum konuşması bence her kelimesine kadar haklı ve
doğrudur, bu konuşmayı ‘düşünce özgürlüğünün zedelenmesi’ diye
yorumlamaya kalkanlar ya düşünce özgürlüğünü bilmiyorlar demektir,
yahut bu işte bir kasıt vardır! Pek alákadar olmadığımız ‘Facia ve
kurtuluş öyküleri’, ‘Dünyanın bildiği, Türkiye’nin bilmediği’,
‘Eşitsizlik, baskılar, isyan ve kıyımlar’, ‘Tehcir ve katliam’
gibisinden oturum yahut ‘İT (yani, İttihad ve Terakki)
yöneticilerinde soykırım kastı ve soykırımın organizasyonu’ ve
‘Türk kamuoyunun Ermeni sorunundaki tarihsel-psikolojik tıkanışı’
isimli bildiri başlıkları da hem bu kastın, hem de yapılmayan
konferansta sarfedilmeye hazırlanılan düşüncelirin
delilleridir.
Bilmem, farkında mıyız? Türkiye’de ‘aydın’ ve ‘entellektüel’
sayılmanın yolu artık herşeye muhalefet etmekten ve memlekete,
hattá dine ve imana bile sövmekten geçer oldu. Bu işi yapanlar ve
bilmedikleri konularda ahkám kesenler ‘aydın’, onlara karşı
çıkanlar ise benim gibi ‘gerici’!
SERMAYELERİ BİTTİĞİ İÇİN
Elifi görseler mertek sanacak derecede Osmanlıca cahili olanlar
Osmanlı’yı yorumluyor, tek kelime Arapça bilmeyen sosyologlar
Kur’an tefsirine kalkışıyor, memleketine hakareti ‘evrensellik’
zanneden esersiz ulemamızla İlber Hoca’nın sözünü ettiği
filologlarımız ve ses getiren tek bir kitap bile yazamamış olan
allámelerimiz hukukçuluğa ve soykırım iddialarının savunuculuğuna
yelteniyorlar. İşin daha da garip tarafı, ‘aydın görünme’ gereği
türban yasağına karşı çıktıkları için İslami basın tarafından
kucaklanan ve herbiri köşelere garkedilen bir zamanların anlı-
şanlı solcu yazarları, sermayeleri bitmiş ve kafaları karmakarışık
bir halde etrafa ‘basın etiği’ dersleri vermekle meşguller! İşi
‘Kuvá-yı Milliye, çeteciliktir’ demeye kadar vardıran sabık
sağcıların da nedense farkında bile değiliz.
Milás’ta 17 yaşındaki bir lise öğrencisini Nazım’ın şiirini okuduğu
için gözaltına aldırmaya kalkışmak ne kadar acınacak bir vaziyetse,
isimlerini hangi yolla olursa olsun duyurma hevesiyle yanıp tutuşan
50’sini geçkin bazı üniversite hocalarının eski örgütçülüklerinin
tecrübesiyle geri planda kalan zevátın önüne atılarak ortaya
çıkmaları da aynı derecede acınacak bir haldir.
Ben, Lübnan’da ve İran’da muhabirlik yaptığım 80’li yıllarda ASALA
tehdidine karşı siláhlı muhafız kiralayıp dolaştığım günleri yahut
bir gece önce beraber olduğumuz kişilerin ayrılmamızdan birkaç saat
sonra şehid edildikleri haberini aldığım sabahları daha
unutamadım!"