Terör örgütü liderlerinin anatomisi
Abone olSabancı'nın katili Mustafa Duyar, polis ifadesinde terör örgütü liderlerini ve neden teslim olduğunu çarpıcı bir dille anlatmış
Sabancı Suiktastı tetikçisi Mustafa Duyar, krize dönen
HSYK toplantılarında gündeme gelmişti... Duyar'ın Gazeteci Can
Dündar'a ‘her şeyi’ anlatacağı ancak dönemin Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü, halen HSYK üyesi olan Ali Suat Ertosun'un izin
vermediği iddialarıyla tartışma konusu oldu.
Mustafa Duyar, 22 Aralık 1996’da Suriye’de Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği’ne teslim olmuştu. Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre 31 Aralık 1996'da İstanbul Emniyeti'nde kendi el yazısıyla "Neden teslim oldum?" başlıklı bir ifade yazdı.
İfadesinde annesinin üvey babası tarafından öldürüldüğü, zorluklarla ve haksızlıklarla geçen yaşamı yüzünden örgüte sığındığını anlatan Mustafa Duyar, üyesi olduğu ve uğruna Sabancı suikastını gerçekleştirdiği terör örgütü DHKP-C'yi ve içinde olup bitenleri, örgüt liderlerini çarpıcı bir dille kaleme almış...
İşte Duyar'ın o ifadesi...
ŞANSLIYSANIZ ÖLDÜRÜLMEKTEN KURTULURSUNUZ:
“Açıkça bana şunu söylüyorlardı: ‘Biz seni nereye hatta Kuzey
Kutbu’na bile göndersek, nasıl davranacağını bilmeliyiz. Yoksa sana
nasıl güvenip görev verebiliriz.’ Evet Kuzey Kutbu’nda bile kendi
yarattıkları robotlarına güvenebilirlerdi. Ama robotları orada
başarılı olamadığında ya zaaflarına yenik düşmüştür ya haindir ya
da bu potansiyeli taşıyordur. Bu yüzden tehlikelidir. Bu nedenle
bir şekilde ortadan kaldırılmalıdır. Ama süreç içinde görürsünüz ki
tarihi bir hata yapmışsınız. Şanslıysanız bir sebep bulunup hain
ilan edilmekten ve öldürülmekten kurtulursunuz. Ama o şansa sahip
olan hemen kimse çıkmamıştır. Ya bir cezaevinde başınıza
geçirdikleri bir naylon poşetle boğarak öldürürler sizi ya iple bir
hayvan gibi boğazlayarak ya da bir inşaat köşesinde başınıza bir
kurşun sıkarak ödülünüz ölümdür. Onlar için bunu açıklamak zor
değildir; ‘Devletle, polisle işbirliği yaptı, dava arkadaşlarını
sattı...’”
ASIL HAKSIZLIK ÖRGÜTLERİN İÇİNE GİRİNCE
BAŞLIYOR
“Şimdi ne yapacağım’ diye sordum kendime. Beni yaşama yeniden
bağlayacak bir şeylere ihtiyacım vardı. İşte bu koşullarda
düzendeki boşlukları devleti ve ülkeyi yıkmak için kullanmaya
çalışan gruplarla tanıştım. İlk başta bana çok cazip geldi.
Dergilerinde, kitaplarında sömürünün olmadığı eşit, özgür bir
dünyadan söz ediyorlardı. Hiç kimsenin haksızlığa
uğramadığı, insanın insan gibi muamele gördüğü tozpembe bir dünya.
‘Bunun için mücadele etmeye değer’ dedim. Bu bedelleri ödemeye
hazırdım. Ancak bir süre sonra gördüm ki haksızlık, eşitsizlik daha
bu örgütlerin içine girince başlıyordu. Disiplin ve
merkeziyetçilik adına insana ait tüm değerlerini ortadan kaldırmak
ve bir makine haline getirmek istiyorlardı. A’dan Z’ye başkaları
tarafından programlanan bir yaşam, nasıl düşüneceğin, nasıl
konuşacağın ve davranacağın başkalarının tasarrufundaydı.
KAÇ SİGARA İÇECEĞİNİZE, EL KOL HAREKETLERİNİZE BİLE ONLAR KARAR VERİYOR...
[PAGE]
DEMOKRASİ ÖRGÜT LİDERLERİNİN TEKELİNDE: Sözde ne
kadar örgüt içi demokrasiden bahsedilse de son tahlilde bu
demokrasinin nerede başlayıp bittiği de örgüt liderleri tarafından
belirleniyordu. Öyle ki oturup kalkmadan, günde kaç sigara
içeceğine ve konuşurken yaptığın el kol hareketlerine bile onlar
karar veriyordu. Bir insanı disiplin altına almak
istiyorsanız, buna o insanın günlük yaşamından ve davranış
alışkanlıklarından başlarsınız. Buraya bir kez girdiniz mi o insan
üzerinde adım adım tahakküm geliştirir ve istediğiniz tip olmasa da
ona yakın olanını yaratırsınız. Örgüt de böyle yapıyordu.
HAYVAN TERBİYECİSİ GİBİ DAVRANIYORLARDI: Düzende kazandığımız tüm alışkanlıkları yok etme adına insani tüm yanlarımıza saldırıp adım adım üzerimizde bir kölelik geliştiriyordu. Aklıma hayvan terbiyecilerinin hayvanları terbiye etmek için kullandıkları yöntemler geliyordu. Onlar da çeşitli maskelerle sözde küçük burjuva zaaflara karşı savaş adı altında bir hayvan terbiyecisi gibi bizim tüm insan ve kendine özgü yanlarımıza savaş açıp dört bir yandan saldırıyordu. Bize ait hiçbir şey kalsın istenmiyordu.”
SİZ ONLAR İÇİN ÖLÜME GİDERKEN ONLAR LÜKS YAŞAMLARINDAN VAZGEÇMİYOR
[PAGE]AVRUPA'DA LÜKS YAŞAMLARINDAN ÖDÜN VERMİYORLAR:
“Özgürleşmek için geldiğiniz ve canınız dahil her şeyinizi vermeye
hazır olduğunuz örgütünüz sizden elinizdekini, yani yaşamınızı
almıştır. Elinizi kaptırdınız mı kolunuzu da isterler. Sosyalizm
için mücadele ettiklerini söylüyor, kollektivizmden, ortak mücadele
ruhundan söz ediyorlardı. Ama onlar için kollektivizm demek
yukarıda taktik ve strateji adı altında yaptıkları planların hayata
geçirilmesiydi. Yeri geldiğinde en keskin insan hakları,
hukuk ve adalet savunucusu kesilenler insanları ölüme göndermekte
ya da öldürmekte hiç tereddüt etmiyorlardı. İnsanlar onların
planlarını hayata geçireceğim diye ölürken ya da kelle koltukta
mücadele verip cezaevlerinde, sokakta her türlü zorluğa katlanırken
onlar Avrupa’larda rahat yaşamlarından ve lükslerinden taviz
vermiyorlardı.”
İNSANLARIN ÖLMESİ ONLAR İÇİN SORUN
DEĞİLDİ
“Bunları devletten defalarca duymuş ama o günkü
şartlanmışlıkla yalan olduğunu düşünmüştüm. Ama gözlerimle gördüm.
Özel şoför ve tercümanları, lüks arabaları dahil her şeye
sahiptiler. İnsanlar ölüm orucunda iskelete dönmüşken tıkabasa
yemek onlar için sorun değildi. Gültepe’de dört insanın ölümüyle
sonuçlanan olayda yapılan yorum çok ilginçti: ‘Prestij kaybettik.’
İnsanların ölmesi sorun değildi ama kaybedilen prestij canlarını
sıkıyordu. Sürekli ekip ruhundan ve ortaklıktan bahsediyorlardı.
Ama rodeo kızlarındaki ekip ruhu onlarınkinden daha fazlaydı. Benim
adıma mektup yazıp dergilerinde yayınladılar. Mektubu ben yazdım
ama onların elindeki, bana verdikleri numuneye bakarak yazmam
gerekiyordu. Üç kez yazdığım mektuplarda değiştirmem gereken
yerleri gösterip nasıl yazmam gerektiğini anlattılar. Sonunda
onların istediği gibi bir mektup ortaya çıktı. Kendi düşüncelerini
bana dikte ettiler. İdealleri paylaşmada eşit davranmayanlar; o
idealleri yazmada da eşit davranmıyorlardı.”
ONLARIN ELİNE GEÇEN BİR ÜLKE VE DÜNYANIN REZİL OLACAĞINI FARKETTİM
[PAGE]
BEN NEYMİŞİM BE DİYEN HASTALIKLI TİPLERDİ “Onlar
için idealler onların kişiliklerinde somutlanan ve onlar yaşadığı
sürece yaşayacak olan bir olguydu. Kendilerini (özellikle Dursun
Karataş) idolleştirip kendilerine hayranlık duyan ve sonra bakıp
‘Ben neymişim be’ diye şaşıran hastalıklı tiplerdi. Her şeyi en iyi
kendileri biliyorlardı. Bunların peşinde bir ideale takılıp
sürüklenmenin kullanılmak olduğunun farkına vardım. Her geçen gün
onlardan ve düşüncelerinden nefret ettim. Onların ellerine geçen
bir dünya ya da ülkenin rezil bir yer olacağını düşündüm."
NİŞANLIM BİLE ONLAR YÜZÜNDEN ÖLDÜ: Örgütü böyle
kişisel çıkarları için kullanan ve onu geçim kaynağı olarak
görenlerin daha büyük güçleri ellerine geçirdiklerinde
yapacaklarını düşünmek bile istemiyordum. Bu kadar insan onların
yüzünden ölüyor ya da acı çekiyor. Benim nişanlım da (Nişanlısı
Zeynep Poyraz 12 Mart 1995’te İstanbul’da meydana gelen olaylarda
öldü) diğerleri de onların yüzünden öldü. Birçoğunu da kendileri
öldürdü ve öldürmeye devam ediyor.”