Teomanın annesi ikna edilebilmeli!
Abone ol"Türk konuşmaya utanır dövüşmeye utanmaz" atasözünü hatırlatan Ahmet Turan Alkan'dan diyalog önerisi geldi....
Zaman Gazetesi'nin usta yazarlarından Ahmet Turan Alkan'dan
diyaloğa çağrı geldi. "Türk konuşmaya utanır dövüşmeye
utanmaz" atasözünden hareket eden Alkan, bu sözü ters yüz
etmeyi önerdi..
İşte Ahmet Turan Alkan'ın yazısı:
- Şarkıcı Teoman demiş ki: "Annem ve teyzem darbeci, ben değilim
meselâ. Ben böyle konuşmak istiyorum. Darbecilerle de annemle
konuştuğum gibi konuşursak ne darbe olur ne bir şey olur. Herkes
birbiriyle konuşsun."
Aklıma hemen, yıllar önce duyduğum mânidar atasözü geldi: "Türk
konuşmaya utanır, dövüşmeye utanmaz!" Öyle miyiz gerçekten?
Dövüşmek, konuşmaktan kolayımıza mı geliyor?
Aynen öyle; konuşurken veya tartışırken herhalde genetiğimize
sinmiş bir "baskın çıkmak" dürtüsünün kontrolüne geçiyor ve
konuşmayı, haklılığımızın isbatı sürecine dönüştürüyoruz. Konuşmak,
anlamak ve anlatmak esası üzerine kurulmalı halbuki. Teoman, yalın
kelimelerle o gerçeği işaret ediyor işte. Gerilmeden, haklılık
endişesine kapılmadan, birbirimize güvenerek konuşmak; anneyle,
teyzeyle konuşur gibi...
Daha "Darbe nedir; kimlere darbeci denilebilir?" gibi basit bir
anlamda bile ittifakımız yoktur. Hakikatte öyle olduğunu zannetmem
fakat Teoman'ın annesinde temsil olunan kısmımız, ortada darbe
filan olmadığını, hükümetin darbe söylentisi çıkarıp masum
insanları hapse atarak sivil dikta kurmak istediğini düşünüyor ve
biz onlarla meselenin lugât faslında bir türlü uzlaşamıyoruz. 27
Mayıs'ı darbeden saymayan bir insanla "darbe" üzerinde nasıl
uzlaşabilirsiniz; lugâttaki darbe karşılığı mânâsız, boş ve uçuk
derecede soyut kalır. Anlamak, kanaatlerimizi değiştirmeye hazır
olmak demektir biraz da; oysaki kanaatlerimizi nâmusumuz
derecesinde titizlenerek konuşmanın mânâsı yok: Kanaatlerimiz nâmus
fasîlesinden değildir.
Teoman'ın annesi gibi düşünenlerin psikolojisini anlamak lâzım;
onlar fecî bir hukuksuzluk ve keyfilik döneminden geçtiğimize
inanıyorlar. Kötü kaleme alınmış, demokratik hukuka sığmayan kanun
ve yönetmeliklere yaslanarak darbecilerin aslında vatanî
görevlerini yerine getirdiklerini söylüyorlar. İşte Veli Paşa; "Ben
görevim esnasında kanunların gereğini yerine getirdim" diye
savunuyor kendini. Balyoz planının bile bu mantıkta savunulabilir
vecheleri var. Orduya, doğru dürüst tarif edilmemiş ve
sınırlandırılmamış bir "koruma ve kollama görevi" vermiş kanun ve
hâlâ geçerli. Asker kişi elbette anladığı ve kavradığı gibi
yorumlar o maddeyi. Devran değişince, eski çamlar bardak olunca
önceden suç sayılmayan, darbe kapsamında görülmeyen eylemlerin suç
kapsamına girmesi büyük şaşkınlık ve hazımsızlık yaratıyor.
Şu halimiz, bana 19. yüzyıl başlarında Amerika'nın vahşi batısında
hukuk düzeninin nasıl tesis edildiğini hatırlatıyor: "Ne yani,
katili elimizle asmayacak mıyız; mahkemeye ne gerek var?" diye
homurdanan çiftlik sahipleri, sığır çobanları gibiyiz. Hukuk,
suçları ve cezaları tesbit eder. Biz henüz neyin suç olduğu
üzerinde Sherrif'in bürosu önünde tartışan öfkeli kalabalıkları
andırıyoruz.
"Darbecilerle annemle konuştuğumuz gibi konuşursak ne darbe ne bir
şey olur" sözünü kaale alalım, çünkü "hukuk devleti" denilen şeyi
henüz oluşturma sürecindeyiz; üst normlar hâlâ kesinleşmedi çünkü;
şöyle misâl verebilirim: Aynı darbecileri, aynı iddianame ile
yargılayan iki farklı mahkemeden biri beraate hükmederken, diğeri
sanıkları ağır cezalara çarptırabilir; bu tezat, mahkeme heyetinin
kanunları hangi açıdan yorumlayacağına bağlı bir şey. Bir sanık
yakınını, "12 ve 14. mahkeme bizden, 13'üncüsü onlardanmış" diye
konuşturan olgu budur. Asıl mücadele hukuk cephesinde olup bitiyor
ve en âcil ihtiyacımız, darbecileri caydırmak olduğu kadar, darbeci
takımına cesaret veren hatalı hukuk kurallarını, evrensel ölçülere
göre bir güzel tahkim etmektir.
Teoman'ın annesini de ikna etmeyen çözümü çözümden saymamalıyız