Tayyip Erdoğan'ı okuma sanatı
Abone olDeneyimli Başbakanlık muhabiri Fatma Sibel Yüksek, Tayyip Erdoğan’ı Okuma Sanatı” adlı kitabıyla ilginç sorulara yanıt aradı.
Gazeteci Fatma Sibel Yüksek, yeni kitabında
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan analizi yapıyor. Uzun yıllar
Başbakanlık muhabirliği yapan ve halen internet sitelerinde yazılar
yazan Fatma Sibel Yüksek, Tanyeri Kitap’tan
yayınlanan “Tayyip Erdoğan’ı Okuma Sanatı” adlı
kitapta şu sorulara yanıt veriyor:
“Türkiye Cumhuriyeti'nin 26. Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan, bir demokrat mı, yoksa despot mu? Batılılaşmaya sıkı
sıkıya bağlı bir reformcu mu, yoksa gizli ajandası olan bir radikal
İslamcı mı?
Milliyetçi, liberal, muhafazakâr veya devrimci mi? Dindar mı,
özgürlükçü mü? Çevreci, militarist, halkçı veya elitist mi?
Hem Ahmet Kaya ve Nevzat Çelik için, hem de Seyid Rıza için
nasıl aynı anda gözyaşı dökebiliyor?”
Merhametli mi, zalim mi? Alçakgönüllü mü, kibirli mi? Cesur mu,
yoksa korkak mı? Anlayışlı ve babacan mı; yoksa hayatın her
alanını düzenlemeye kalkışmış bir diktatör mü? Öfkesinin ve
enerjisinin kaynağı ne?
Erdoğan’ın on yılı aşan iktidarı boyunca bu soruların hepsinin
doğruluğunu ve yanlışlığını ortaya koyacak söz, eylem ve icraatlar
ortaya koyduğunu belirten Yüksek, Erdoğan’ın kişiliğine yönelik şu
analizleri yapıyor:
“Böyle bir 'çoğul kişilik' modeli üzerinden genel bir çizgi
yakalamak oldukça zor; o bakımdan Tayyip Erdoğan dönemi, tarihin en
tartışmalı konuları arasına şimdiden girmiş muktedirlerden birisi
sayılmalıdır.
Çelişkiye düşmek, sözlerinin yanlış çıkması, vaatlerini yerine
getirmemiş olmak; bunların siyasi, ahlaki ve vicdanı bedel
taşıyacağı gibi 'sorunlarla' hiç ilgilenmedi. O an ne söylemek ve
yapmak gerekiyorsa onu yaptı. Toplumun hafızasını
genellikle hiçe saydı ve her şeyin sadece kendi istediği şekilde
algılanacağına, kendi işaret ettiği şekilde düzene gireceğine
inandı.
Tayyip Erdoğan için aslolan tek gerçek, iktidarını devam
ettirmekti. Bunun için hiç bir şeyi sorgulamayan, hesap
sormayan ve alternatif düşünmeyen kemik bir oy tabanının kendisine
yeteceğine inandı. Siyasi dinamizmi ise bu kemik yapının
dışında kalanları ‘düşman’ ilan etmekten ve hedef göstermekten
beslendi.
Korkutmak, taltif etmek, dışlamak veya yükseltmek… Herkesin
kaderini ellerinde tuttuğunu hissettirmek… Çevresini yönetmede
kullandığı formül buydu. En yüksek makamlara getirdiği
insanları bir sözüyle yerle bir edebiliyor; en fazla inisiyatif ve
yetki verdiklerinin bütün rütbelerini bir kaç dakika içinde
sökebiliyordu. Kendisine olan bağlılığı ‘düşmek’ korkusunu ve
‘yükselmek’ umudunun diri tutarak güçlendirdi.”