Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
“Annesi Deniz Gezmiş’e ve kardeşi Hamdi’ye etek mi giydirirdi?”
Öldürülüşünden 51 yıl sonra Deniz Gezmiş üzerine yazılan bir yazının başlığına bu mu konur diyeceksiniz…
Haklı da olabilirsiniz.
Ama, onun ilk defa gördüğüm bir fotoğrafında gazeteci merakım ile dikkatimi çeken bir şey olduğu için soruyorum…
Üstelik, bu fotoğrafı, bana göre, Deniz Gezmiş üzerine bugüne kadar yazılmış en ilginç kitapta gördüm.
Brüksel’de yaşayan sanatçımız Ali Cabbar bir fotoroman kitabı hazırlamış.
Adı “Aşk Olsun Çocuk: Deniz Gezmiş’in Yaşamı ve Mücadelesi…”
Deniz Gezmiş’in hayatını bir fotoroman haline getirdi ve geçen yıl, öldürülüşünün 50’nci yılında kendi sitesinde tefrika halinde yayınladı.
Şimdi o fotoroman bir kitap olarak yayımlandı.
Dün Pazar’dı..
Oturdum baştan sona okudum.
O kadar değişik, o kadar espirili ve Türkiye’nin o günlerini popüler kültür öğeleri ile o kadar güzel anlatıyor ki…
Herkese tavsiye ederim…
Deniz Gezmiş’in 1947 yılında başlayıp, 1972 yılında darağacında biten 25 yıllık hayatı boyunca Türkiye’nin tarihi o kadar ibret verici bir şekilde insanın gözünün önünden geçiyor ki…
Bu kitap aynı zamanda öylesine hepimizin hayatı, hepimizin ıskaladıklarının kısa bir tarihi ki…
Bizim kuşağımızın solcu evlerinde mutlaka Cemal Süreya’nın “Üvercinka” kitabı vardır.
Tabi hatıra olarak Ant dergileri, Bjlgi Kitabevi’nden alınmış kitaplar da vardır.
İşte tam da onların arasına konacak bir sanat eseri bu kitap.
Artık gittikçe azalan günlerimizin hafıza koleksiyonunun tamamlayacak bir kitap bu.
Seçime 6 gün kaldı;
Bu sabah içimden şu ses geldi:
“Keşke Tayyip Bey bu kitabı 15 Mayıs sabahı okusaydı…”
Ondan 7 yaş büyük bir insan olarak seçtiğim, özellikle okumasını istediğim “Eski Türkiye” sahneleri bunlar…
Neden, “Cumhurbaşkanı” değil de, “Tayyip Bey” diye hitap ettiğimi de yazının sonunda anlatacağım.
Tayyip Bey doğduğunda o çocuk henüz 7 yaşındaydı…
Kitap Deniz’in doğduğu 1947 yılında değil, Tan gazetesine saldırıya uğradığı 1945 yılından başlıyor.
Yani tek parti döneminden.
Ancak ilk sayfalara 1943 yılında doğan Mick Jagger’e ait bir not ve fotoğraf da var.
Üstelik bu fotoğraf kitapta tam 12 ayrı sayfa ile temsil edilen Che Guevara fotoğraflarından bile önce konmuş.
Kitapta başka rockçılar da var.
Elvis Presley, Beatles, John Lennon…
Bir de popçu..ABBA…
Deniz’in devrim tarihi fotoromanının bir Rock’çı ile başlaması benim için hiç şaşırtıcı değil.
Ama 60’l yılların sonunda uzun saçlarımı kestirmek için bana haber gönderen Mülkiye’nin kantin solcuları için hala şaşırtıcı mıdır bilemem.
Yine de Upper Cihangir sakini gazeteci Tuğrul Eryılmaz’ın bu fotoğrafa itiraz etmeyeceğinden eminim.
Mesela David Bowie…
Carlos Santana, Elton John, Iggy Pop, Mick Fleetwood da…
Hepsi pop müziğin devrimcileri…
Bizden de Hümeyra…
Ayrıca Glen Close, Hülya Koçyiğit gibi sinema sanatçıları…
Paul Auster, Salman Rüşdü, Paulo Coelho gibi yazarlar.
Futbolcu olarak da Johann Cruyff…
“Dönek” kontenjanından kendimi de yamayayım 1947’liler listesine…
Kitapta Deniz Gezmiş ve çekirdek ailesinin bugüne kadar pek görmediğim fotoğrafları da var.
Annesi ve babası varlıklı insanlar değil ama dönemlerine ve yaşadıkları şehire göre modern giyinen insanlar.
Kitabın 17’nci sayfasında Deniz Gezmiş’in kardeşi Bora ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı var.
Deniz’in üzerinde resmen bir kız çocuğu eteği görünüyor.
Tesadüf mü diyeceksiniz…
Ama kitabın 36’ıncı sayfasında, Gezmiş ailesinin iki ayrı fotoğrafı daha yer alıyor….
Birinde üçüncü kardeş Hamdi’nin saçları kız çocuğu gibi uzatılmış, ötekinde de Hamdi’nin üzerinde de bir etek var.
Deniz’in geçmişini en iyi bilen insanlardan biri olan Bedri Baykam’a sordum.
O da ilk defa görmüş. “Kardeşi Bora’ya sorup döneyim” dedi.
Ama henüz dönmedi.
Arif Sağ geçtiğimiz günlerde Armağan Çağlayan’ın Youtube programında konuşurken, onun çocukluğunda annelerin erkek çocuklarına rahat hareket etmeleri için uzun kız elbisesi gibi elbiseler giydirdiğini söyledi.
Ayrıca Koç Holding eski yöneticisi Can Kıraç hayatını anlatan kitabında, kardeşi İnan Kıraç’ın da saçları kız gibi uzatılmış, etekli bir fotoğrafını yayınlamıştı.
Kız çocuk arzulayan bir anne psikolojisi mi..Yoksa çocukların rahat hareket etmesi için düşünülmüş bir giyim mi…
Önemli değil ama insan gazeteci olunca bir ayrıntı olarak gözüne çarpıyor işte.
Deniz’in ve 47’liler kuşağının hafızasında 6-7 Eylül 1955 olaylarının çok derin ve travmatik bir yeri vardır.
Bunu kitapta da görüyoruz.
O olaylar sırasında Fenerbahçeli futbolcu Lefter Küçükandonyadis’in Büyükada’daki evi de saldırıya uğramış,
Lefter sabaha kadar elinde silah evini savunmuş. Sabaha doğru Fenerbahçe taraftarları adaya gelip evini korumuşlar.
Kitapta bu 2 vahşet gecesinin çok dramatik bir bilançosu da var.
Bugün camilere içkiyle girildi yalanını hala tekrarlayanlara bunun nelere mal olabileceğini göstermesi için yayınlıyorum.
O iki günde;
(*) 1000 ev
(*) 4348 dükkan
(*) 27 eczane
(*) 21 fabrika
(*) 110 lokanta
(*) 73 kilise, 2 manastır, 8 ayazma
(*) 26 okul
(*) 5 spor kulübü tahrip edilmiş, yağmalanmış.
Milliyetçilik ve “Kızıl elmacılık” konusunu ağzına geleni söyleyen, sadece kendilerini “Milli” toplumun geriye kalan bütününü “Hainlikle” suçlayıp hapise gönderenler için de bu bölümü seçtim.
Bugün “Kürk Mantolu Madonna” kitabı okullarda okutulan, en çok satan listelerinden ilk 10’dan aşağı inmeyen büyük yazarımız Sabahattin Ali, baskılar yüzünden ülkesinden kaçarken 1948 yılında sınıra yakın bir yerde öldürüldü.
Katil ifadesinde şunu söyledi:
“Milli duygularım şahlandı. Gözüm döndü…Vurdum kafasına…”
Yıl 1957…
Dönemin her 10 yaşına gelen çocuğu gibi o da Teksas ve Tom Miks okuyor.
Ama hepimiz gibi onun asıl kahramanı Teksas çizgi romanındaki Çelik Bilek.
Çünkü o devrimci..
Bağımsızlıkçı…
Sömürgeci “Kırmızı Urbalılara” karşı bağımsızlık savaşı veren bir direnişçi…
Devrimci olacak çocuk kahramanından bellidir.
Bu ülkede her 47 devrimcisinin içinde bir Çelik Bilek yatar…
Tabi bir de Che Guevara…
Aynı yıl…1957…
İstanbul’da büyük bir “İstemezük” kampanyası başlıyor…
Pankartlarda yazılı slogan şu:
“Streap Tease ve Rock’n Roll yasaklansın…”
Sebep:
“Harsımıza, milli hislerimize aykırı…”
Peki bu kampanyayı kim düzenliyor?
“Milli Türk Talebe Birliği…”
Vay beee…Güya okumuş çocuklar…
66 yılda geldiğimiz nokta da şu olmuş:
“LGBT’yi yasaklayın”, “Konserleri yasaklayın…”
Çünkü bu arkadaşların “Milli hars ve hissiyatlarına hala uymuyor…”
1957 verimli bir yıl…Biraz daha kalalım orada…
İkinci Yeni’nin o harika şiirini hangimiz bilmeyiz ki..
“Biliyor musun Az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz
İçimize bir karanfil düşüyor gibi…”
Bir çok 47’linin devrimci kız arkadaşlarına okuduğu bu dizelerin yazarı Edip Cansever “Yer Çekimli Karanfil” kitabını işte o yıl çıkarmış…
O yıllarda Kapalıçarşı’da halı ticareti yapıyormuş…
Yeni Türkiye’nin demir vergi kanunları yokmuş. Ve rakı ucuzmuş…
Şairler bile içebiliyormuş yani…
Yıl 1960…
Demokrat Parti iktidarda…
Bütün işinsanları iktidar partisinin ağır baskısında…
En büyük hedefleri ise dönemin de büyüğü Vehbi Koç..
Çünkü o CHP’yi destekleyen bir insan.
Sonunda CHP’den istifa ediyor ve DP’ye 50 bin lira bağış yapmak zorunda kalıyor.
Daha sonraki yıllarda düzenlenen Hazineye Bağı kampanyası sırasında ise 26 kilo altın bağışlayacaktır.
Ama bu defa Devletin hazinesine…
Bugünün parası ile ne mi eder?
33 milyon Türk lirası…
Sonra ilk kötülüğün başladığı yıllar geliyor.
27 Mayıs askeri darbesi…
Yıl 1961…
Adnan Menderes’in idama gönderilmeden önce çekilen bir fotoğrafı.
Sandalyede oturuyor.
Üzerinde pijamaları var.
Başında iki üniformalı subay.
Ve ricasını iletiyor:
“Pijamayla resmimi çekmeyin lütfen…”
Ricasını kırıyorlar…
Pijamalı fotoğrafı çekiliyor…
Cumhuriyet’in kravatlı merkez sağ dönemini bitiren kare bu belki de…
Onun bir ricasının manasını ve zarafetini anlamayanlar, 36 yıl sonra türbanlı muhafazakar kızların ricasını da anlamayacaklardı…
Yıl 1961…
İyi bir Hürriyet okuru olarak o yıl benim de en çok ilgimi çeken gazete haberlerinden biri Necdet Elmas…
Namı diğer “Kibar Hırsız…”
Daha önce hapisten kaçmış, yakalanmış.
Basına “Yine kaçacağım” demiş, yine kaçmış.
Sonunda 30 Ağustos günü yakalandı.
Gözünde sanki Ray Ban gözlük..
Takım elbise içinde filinta…
Gazetenin birinci sayfasında onu bu en yakışıklı haliyle görüyoruz.
Karşısında güzel bir kadın duruyor.
Ve gazetenin başlığında kadınların polisten ricası:
“Lütfen onu fazla dövüp yakışıklılığını bozmayın…”
Yıl 1961…
Adnan Menderes yargılanıyor.
Ve halkın ve medyanın ilgisi onda çok, Ayhan Işık’a benzeyen bu hırsızın üzerinde…
Oysa, daha bir buçuk yıl önce İzmir’de 500 bin kişi Adnan Menderes’i karşılıyor, bağrına basıyordu.
Onların arasında ben de vardım.
Kendini sonsuza kadar iktidar koltuğunda zannedenlere bir tarih hatırlatması…
Bir sonraki yıla geçelim…
Adnan Menderes idam edilmiş…
Toplumun ve basının yeni bir konusu var artık:
Sülün Osman…
Hani şu Galata Kulesi’ni, Sirkece ve Haydarpaşa Garını saf vatandaşa satan dolandırıcı…
Yakalanmış ve hapise girmiş.
Bunu nasıl yaptın diye soran gazeteciye, “Sülün Osman ekonomik kanunlarının ilk maddesini açıklıyor:
“Piyasa kuralıdır…Alan varsa satan da olacaktır…”
Ekonomi derslerine o yıl cezaevinde verdiği konferanslarla devam edecektir.
İlk konferansının konusu ise şudur:
“Alın teri ile yaşamak…”
Aradan 60 yıl geçti.
Bugün artık köprüler, kuleler, otoyollar, garlar Cumhurbaşkanı kararnamesi ile satılıyor.
Değişen şey ise şu:
“Alan yandaş varsa, satan devlet de vardır…”
Bugünün Marvel çocukları “Vilain” denilen kötü kahramanlarını tanımadan önce biz kendi kötü adamımızı keşfetmiştik.
Ahmet Tarık Tekçe’ydi o kötü adam…
Açık hava sinemalarında seyrederken onu yuhalardık.
Ama bir araba kazasında öldüğünü öğrendiğimiz gece çok ağlamıştık.
Yıl 1964’dü…
Şimdi kitaptan öreniyoruz ki, meğer o kazada aynı arabada Filiz Akın da varmış…
Bizim sarışın, modern kolejli harika kızımız…
O gece Allah onu bize bağışlamış…
Evet o bizim ilk Kasımpaşalı Recebimiz…
Ama ikincisi değil birincisi…
Yılmaz Güney’in sinemada oynadığı karakter.
Karakter çok farklı mı…
Siz karar verin.
Yılmaz Güney o yıl 21 film çekiyor.
Kitapta Kasımpaşalı Recep’in fotoğrafının balonunda şu yazıyor:
“Kızdığım zaman değil, sustuğum zaman bitmiştir…”
Vallahi çok doğru bir tesbit.
Yıl 1967…
Türkiye Büyük Millet Meclisimizde Türkiye İşçi Partili milletvekilleri var.
O milletvekillerinden biri Çetin Altın.
Dokunulmazlığı kaldırılıyor ve polis onu TBMM kapısında tutuklayıp götürmek istiyor.
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü engelliyor.
O günlerde Anayasa Mahkemesi var.
Mahkeme dokunulmazlığın kaldırılma kararını iptal ediyor.
Şimdi geriye bakıp söyleyelim.
Hangisi daha demokratikmiş.
Eski Türkiye mi Yeni Türkiye mi…
Ölümünden önce Çetin Altan’a bunu sordular.
Cevabı şu olmuştu:
“Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…”
Tek tek saydım. Bütün kitap boyunca sadece 5 gazetecinin adı geçiyor.
Yıl 1971..
Devrim gazetesini çıkaran 2 gazeteci Doğan Avcıoğlu ve Hasan Cemal…
Yanlarında dönemin bir başka önemli gazetecisi Altan Öymen…
Hasan Cemal henüz Hasan Abi olmamış…
Gazeteci olarak bir de Çetin Altan ve Fikret Otyam geçiyor.
Hasan Abi inşallah işte özeleştirisini yaptığı o dönemlerin hafızasıı ile girecek TBMM çatısı altına.
Yıl 1971…
Deniz Gezmiş ve arkadaşları Ankara’da Amerikalı bir çavuşu kaçırıyor.
Ancak sabah saat 03’te kaçırdıkları askeri gece saat 21’de bırakıyorlar.
Çünkü kaçırdıkları asker siyah bir Amerikalıdır.
O da mazlumdur yani…
Cebine 20 lira da taksi parası koyup evine gönderirler…
Türk sol hareketinin muamması olarak kalmıştır.
Acaba o asker siyah değil beyaz olsaydı Mahir Çayan’ın İsrail Büyükelçisini öldürmesi gibi onlar da öldürür müydü…
Ve 1972…
Adnan Menderes ve iki arkadaşının asıldığı ilk kötülük gününden 11 yıl sonra…
Meclis’te sağ parti milletvekillerinin “Üç bizden üç sizden” çığlıkları altında idam kararları onaylanan 3 genç insan asılıyor…
Aynı günlerde “Denizler asılmasın” diye dilekçe veren aydınların isimlerini öğreniyorduk.
Kimler yoktu ki…
Öğrencisi olmakla ölünceye kadar gurur duyacağım hocam Nermin Abadan-Unat…
Tabii ki başka yürekli kadınlarımız…
Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Gülriz Sururi, Suna Kan, Esin Avşar, Ayla Algan, Füsun Erbulak…
O günün Kıvanç Tatlıtuğ’ları; Kartal Tibet, Rutkay Aziz, İzzet Günay..
Bugün değerini çok daha iyi anladığımız komedyenimiz Levent Kırca tabii ki…
Ve daha niceleri..
Hepsine selam olsun…
Yıl 1972’ydi…
ABBA grubu Waterloo’yu söylüyordu.
Sinemalarda “Paris’te Son Tango” filmi gösteriliyordu.
Amerika bir zamanlar komünist diye kovduğu Asri Zamanlar filmi kahramanı büyük sanatçı Charlie Chaplin’e Oscar vererek özür diliyordu.
Savaşı bitirmek için Vietnam’a giden Jane Fonda’ya fanatikler “Hanoi Jane” diye tehditler savuruyordu.
Ve Eski Türkiye dediğimiz bu güzel ülkede, bir LGBT bireyi, Bülent Ersoy assolist olarak Maksim’de sahneye çıkıyordu.
Oğuz Abi (Aral) ise, iktidar siyasetçilerini yerden yere vuracak efsane Gır Gır dergisini yayınlamaya hazırlanıyordu.
Çok değil, 3 yıl sonra 1974 yılı gelecekti…
Ecevit başbakan olacak. Ülkenin merkez solu ile muhafazakar sağı el sıkışacak…Ülkeye barış havası gelecek, sürgündeki bütün vatan evlatları ülkelerine dönecekti…
Selda Bağcan o yıl müzik tarihimizin en güzel şarkılarından birini, “O Günler’i” söyleyecekti.
Gerçekten o günlerdi…Öyle günlerdi…
Yıl 1959..
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Uşak’ı ziyaret ediyor.
Demokrat Parti’nin örgütlediği bir grup Kurtuluş Savaşı kahramanını taşlıyor. Atılan taşlardan biri kafasına isabet ediyor ve yaralıyor.
İstanbul’a geldiğinde bu defa arabası taşlanıyor.
İsmet İnönü’nün onlara verdiği cevap ise şu oluyor:
“Uşak’ı 37 sene önce düşman işgalinden ben kurtardım…”
Hafıza yoksunu nankörlere verilecek en güzel cevap…
Dün Erzurum’da işte yine bu CHP’nin Cumhurbaşkanı Yardımıcısı adayı taşlandı.
Bence bu kitabın son bölümü 14 Mayıs günü yazılacak.
O nedenle seçimin ertesi sabahı Erdoğan’ın bu kitabı mutlaka okumasını çok isterdim.
Seçimi kazanmışsa;
Cumhurbaşkanı olarak, önümüzdeki 5 yılda bu ülkeyi nasıl yönetmesi gerektiği konusunda çok ders var bu kitapta…
Kaybetmişse eğer…
Tayyip Bey olarak geçmiş 20 yılda yaptığı iyi ve kötü şeyleri birbirinden ayırdedebilmesi için epey bilgi var.
Sadece onun değil…
Ayrıca çok rahatlıkla okullarda ek ders kitabı olarak bile okutulabilir.
Hepimizin yeniden okuması, hatırlaması gereken bir 25 yıl bu çünkü…
(*) Ali Cabbar; “Deniz Gezmiş’in Yaşamı ve Mücadelesi; Fotoroman; Aşk Olsun Çocuk”, Editör: Fahire Kurt; Boyut Yayınları, Mart 2023