Öncelikle siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin tatil, özel
hayat ve ailelerine ilgi hakları gibi konular gündemimize
girdi.
Bu arada Kızılay, Ensar Vakfı, Deprem vergileri, yardımlar gibi
konular üzerinde bir kez daha tartışmaya başladık.
En az tartıştığımız konu ise olası depremlere nasıl bir hazırlık
içinde olmamız gerektiği.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu deprem
sonrası Elazığ’a gitmiş, depremzedelere yapılan yardım
faaliyetlerine katılmış, oradan “önceden planladığı tatil
programını devam ettirmek üzere” Erzurum’a geçmiş.
Tartışma buradan başladı.
Sayın İmamoğlu tatili seven bir insan. Bunu saklamıyor.
“Alışacaksınız”, diyor. Alıştık.
Bulduğu her fırsatta ailesiyle, dostlarıyla birlikte tatil
yapıyor.
Normalde yaptığı tatiller yaşanan müessif hadiseler olmasa
bilinmeyecek. Ancak birinde İstanbul’u su bastığı için, birinde
İstanbul’da küçük çaplı da olsa bir deprem olduğu için, bu kez de
hemen deprem bölgesinden tatil programını gerçekleştirmek üzere
ayrıldığı için ortaya çıktı.
Tatil çalışan, yorulan ve özellikle yoğun stres altında bulunan
insanlar için gerekli.
Siyasetçilerin de, kamu görevlilerinin de tatil yapma,
aileleriyle birlikte olma, özel hayatlarını yaşama hakkı var.
Burada önemli olan zamanlamadır.
Kriz yönetilecek dönemlerde siyasetçinin ve kamu görevlisinin
tatile hakkı olamaz. Milletin genelinin üzüntülü olduğu bir süreçte
siyasetçi umursamaz davranamaz.
Sadece bizde değil, dünyanın hiçbir yerinde olmaz.
Kelimenin tam anlamı ile bu skandaldır. Böyle bir durum
Japonya’da harakiri, ABD ve AB ülkelerinde istifayı beraberinde
getirir. Bizde etkili olmaz. Unuturuz çünkü.
Siyasetçinin tatili esnasında olay oldu, gelmesi çeşitli
faktörlere bağlı olarak gecikti bu anlaşılabilir, izah edilebilir
ama felakete rağmen tatile önceden planlamış olmak gibi bir gerekçe
ile devam etmek kabul edilemez.
İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, deprem anından itibaren
Elazığ’a kamp kurdu. Çalışmaları ve yardımları koordine
ediyor, en ufak bir aksaklık olmaması için çaba sarf ediyor.
Önceki gün felaketzedelere battaniye dağıtımı esnasında
kameralara yansımış.
Birileri buna “show” diyor…
Bakan orada ve diğer insanlarla birlikte çalışıyor, takdir etmek
lazım iken böyle bir mantık tam bir ifrat – tefrit noktasına işaret
ediyor.
“Battaniyeyi bakan mı dağıtmalı?” diyorlar, bakan da insan,
dağıtabilir ve o böyle çalıştığı zaman herkese daha bir gayret
gelir.
Rol modeldir bakan, belediye başkanı, vali… Mesele bu…
Deprem vergilerine gelince, ülkemiz ne yazık ki sürekli deprem
tehlikesi altında. Bu bilinçle hareket etmek ve artık kalıcı hale
gelen vergilerin şehirlerimizin ve altyapının depreme daha mukavim
hale gelmesi için harcanması lazım.
Bu konuda muhalefete düşen Hükümete yüklenmek değil, Ankara,
İstanbul, Mersin, Adana gibi birçok büyükşehirde sorumluluk
üstlenmiş oldukları için projeler üretmek ve depreme hazırlıklı
olma çalışmalarına katılmaktır. Bu toplanan vergilerden projelerini
finanse ettirebilmektir.
Vakıflar ve dernekler sosyal ve toplumsal hayatımız için
önemlidir. Yardımlaşma ve dayanışma için gereklidir.
Yıpratmamak gerekir.
Eleştirecek olsak bile bunu makul bir şekilde yapmak
doğrusudur.
Kızılay dünyanın en saygın kurumlarından birisidir.
Yönetimini beğenmeyebiliriz. Zaman zaman performansını,
faaliyetlerini yetersiz bulabiliriz ama asla yıpratıcı bir söylem
içinde olamayız.
Mevzuata uygun bir şekilde Ensar Vakfı ile bir okul faaliyetine
girmiş, bir bağışçı da olaya dâhil olmuş; bunu böyle dile dolamak
değil, işin mantığına bakmak lazım.
Türkiye’nin ABD’de öğrencilerimiz için kimseye muhtaç
olmayacakları bir yurt ihtiyacı var mı yok mu?
Bunu sivil toplum üstlenmiş, bir bağışçı çıkmış ihtiyaç duyulan
paranın bir miktarını bu şekilde aktarmış, ne oluyoruz?
Burada da yapmamız gereken şudur, sadece ABD ile kalmayalım, en
çok öğrenci yolladığımız ülkeler başta olmak üzere sivil toplum
üzerinden yurtlar yapalım diye teşvik edici olmak…
İyi ki varsın Kızılay, Ensar, Türken, Türgev… Hayırda yarışın ve
hayırda buluşun hep…