Taşgetiren üst kimliği tarif etti
Abone ol"Deli dolu bir yazı" başlıklı yazısı nedeniyle Yeni Şafak'tan ayrılmıştı. Şimdi kendi kurduğu sitede yazıyor Ahmet Taşgetiren. Yazar son yazısında kimlik tarifini yaptı..
Anlaşılmak iyi bir şey. En kötüsü kategorize edilmek ve peşinen
dışlanmak. Türkiye, ne yazık ki birbirini anlamayan, anlamak
istemeyen ve anlamadan dışlayan insanlarla dolu. Bu, en çok da,
siyaset - medya dünyasında yaşanıyor. Onun için de memleket genel
olarak Babil Kulesi manzarası sergiliyor. Kadir Cangızbay, bir
düşünce adamı. Ben onu dobra dobra duruşuyla tanıyorum. Farklı
çizgilerdeyiz, ama bu, insanların birbirini anlamasına engel değil.
Sol eğilimli Birgün gazetesinde bir yazı yazdı. Yazının bir
paragrafı bize tahsis edilmişti. Cangızbay'ın değerlendirmelerini
sizinle paylaşmak isterim: "Muhtemelen çoğunuzun yakından
tanımadığı bir isim ; Ahmet Taşgetiren...... (burada bir cümleyi
atlıyorum, çünkü Yeni Şafak ve Başbakan'la ilgili yargıları yer
alıyor) Dürüstçe dedi ki, mesele, bu sözleri (Kürt sorunu) sarfedip
pazarlık masasına getirecekmiş gibi yapma manevralarıyla çözülmez;
önce bir gönül bağı kurmak lazım. Tabii o, bu bağı İslami değerler
temelinde arıyordu; ama, önemli olan gönül bağını nerede arıyor
değil, bizatihi bir gönül bağı arıyor olması idi....." (29 kasım
2005) Oh be, demek var! Evet tam da bu; yani gönül bağı. Ne yazık
ki, Yeni Şafak'la yaşadığımız gerilimde güme gitti. "Deli dolu bir
yazı" başlıklı yazım, tam da gönül bağı inşa etmenin gereğini
vurgulayan bir yazıydı. Üst kimlik aranıyor ya, işte o, Türkiye
insanının en geniş kesimleri için "ortak payda" olabilecek, en
geniş kesiminde bir "gönül bağı" oluşturacak şey olmalı. Ben
diyorum ki, bu İslam olabilir. Lozan'da bunun farkındaydı o gün
Türkiye adına konuşanlar, sonra ihmal edildi, hatta bu ortak payda
aşındırıldı. Yanlış yapıldı. Bunların hepsi tabii ki bana ait bir
değerlendirme. Yani İslam'ın ortak payda niteliğinde olduğu ve
aranan gönül bağını oluşturabileceği, bu ortak paydanın
aşındırılmış olduğu, bunun da yanlış olduğu... Bunlara itiraz
edilebilir; ama en azından şu iki hususta ittifak söz konusu
olmalı: 1. Toplumdaki gerilimleri giderecek bir gönül bağına
ihtiyaç bulunduğu. 2. Lozan'da bütün etnik farklılaşmaların azınlık
statüsü içinde nitelenmesinin İslam ortak paydası öne sürülerek
önlendiği... "Gönül bağı"na ihtiyaç yok" dediğinizde, fiilen
gerilimlerin kalıcılığına ya da güç kullanılarak ortadan
kaldırılabileceğine inanmanız gerekiyor. Lozan'la ilgili
değerlendirmeye itiraz ise, doğrudan bir tarih gerçekliğine itiraz
anlamı taşıyor. Belli ki Lozan'da Türk temsilci heyeti "Türkleri ve
Kürtleri İslam potasında erimiş bir tek millet" gibi görmüştür ki,
bunun için kullanılabilecek ıstılah - terminoloji de "ümmet" ten
başkası değildir. "İslam"ı bir "ortak payda" ve "gönül bağı"nı
sağlayacak en hakim değer olarak görmüyorsanız, o zaman başka gönül
bağı üretmek gerektiğini düşünüyor olmalısınız. Nedir o? Bakınız,
80 küsur yılın ortaya çıkardığı bir gerçek var; o da bölgedeki
sancılı ortamdır. Nasıl gelindi bu noktaya, ya da neler tükendi
gönül bağı olarak bu süreçte? Bir şey daha söyleyeyim: İslam bile,
bir ölçüde tüketildi bu süreçte... Ankara'nın İslam konusundaki
tutarsızlıklarının sonucu olarak... Tutarsızlıklarının, yani
Batı'da başka Doğu - Güneydoğu'da başka politikaların sonucu
olarak... Doğu - Güneydoğu'da "cihad ayetleri" atılırken uçaklarla,
Batı'da inanç özgürlüğü problemleri ortaya çıkarmak gibi... Ya da
Doğu - Güneydoğu'da, islami zemini besleyen Medreseler'in kökünü
kurutarak... Ama gene de imkanlar sıralamasında "İslam'ın sunacağı
imkan"la kıyaslanabilecek bir "gönül bağı unsuru" ortada
görünmüyor. Bunu söylerken, bir hayal aleminde dolaştığımız,
Irak'ta İslam mensubiyeti aynı olan mezhep ve kavimlerin
farklılaşmasını, Türkiye'de benzeri sancı potansiyelleri
bulunduğunu (bizatihi müslüman kavimlerin Osmanlı'yla yaşadığı
gerilimi) görmezden geldiğimiz sanılmasın. Türkiye'de ve bölgede
Osmanlı'nın çözülüş dönemi sürecinde ve sonrasında öyle büyük
tahribatlar yaşandı ki, bölgeyi "İslam coğrafyası" kılan her şey,
bir ölçüde zaafa uğratıldı. Zaten onun sancılarını yaşıyoruz.
Şimdi, Osmanlı'yı yıkanlar, bölgeye yeniden düzen vermeye
çalışıyorlar ve zemini işliyorlar... Her müslüman kavim üzerinde
ayrı ayrı çalışıyorlar ve bu coğrafya ortak paydalar etrafında
buluşmasın diye ellerinden geleni yapıyorlar. Tabii bizim
zaaflarımızı kullanarak. Ama sonuçta hedefleri, kendi patronlukları
altında bir dünya oluşturmaktır. Türkü, Arabı, Kürdü, İranlıyı
onlar kontrol etsin, ama tüm bu milletlerin kendi aralarında
ihtilaf bulunsun... Kavimlerimizle öğünerek, sınırlarda vuruşarak,
petrol kuyuları başında birbirimizi kırarak boğaz boğaza gelelim,
çatımızda da Amerikan ortak paydası bulunsun... Petrolün kaymak
tabakasını İngiltere kullansın! Oturup düşünelim, diyorum,
birbirimizin memleket sevgisini sınamadan önce... Türkiye'de ortak
gönül bağı ne olsun? Dayak korkusu mu? Devlet bizi terbiye eder,
alt şuuru mu? Uyandırılmış etnik bilinçler içinde birinin diğerine
hakim kılınması mı? "Gönül bağı" ne anayasada öyle yazdığı için
oluşuyor ne de sembol bir isim öyle olmasını uygun gördüğü için...
Gönül bağı, adı üstünde gönül bağı işte... Gönüllü oluşacak bir şey
ve gönül gibi evrilip çevrilmeye son derece müsait bir iç dünyanın
katılımını - doyumunu gerekli kılan bir şey... Üzüm yemek,
Türkiye'nin huzur içinde, her yaşayanın sevgilerini buluşturan bir
vatan olarak algılandığı bir ülke olmasıdır. Bağcı dövmek... gücü
gücü yetene atmosferi içinde herkesin bir şeyler koparmaya
çalışması ve sonunda herkesin herkesin hayatını cehenmneme
çevirmesidir. İslam barışı... Ben bunun altını çiziyorum. Kaç
zamandır İslam'la mesafeli kılınmış insanların henüz Türkiye
gerçeğini anlayamamalarını normal karşılıyorum, ama biraz
yüreklerinin derinliklerine ulaştıklarında "Derin Türkiye"
gerçeğini (derin devlet değil) göreceklerini düşünüyorum.