Taşgetiren Turgut'u tahlil etti

Abone ol

Yeni Şafak yazarı Ahmet Taşgetiren, hayatının büyük bir bölümünde ateist olduğunu 'zanneden' Serdar Turgut'un 'hidayete eriş' öyküsünü tahlil etti.

Yenişafak Yazarı Ahmet Taşgetiren, hayatının büyük bir bölümünü ateist olarak geçirdiğini 'zanneden' Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut'u tahlil etti. Taşgetiren, Serdar Turgut'un öyküsünü mercek altına yatırdı:

Başlıktaki ifade, Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut'a ait. Nuriye Akman'ın Zaman Gazetesi'nde pazar günü yayınlanan mülakatında "New York kitabında ateist olduğunu yazmıştın" şeklindeki sualine verdiği cevabın ilk cümlesinde yer alıyor. Şöyle söylüyor: "Evet. Ateistim zannediyordum."

"Zannediyordum"dan sonra şöyle şeyler söylüyor Serdar Turgut:

"İçime döndüm ve manevi değerleri tanıdım. Bunun nedeni de hastalığımdır. Çünkü çok korktum. Bir anda bir baktım ne yürüyebiliyorum, ne kolumu kullanabiliyorum. Dehşet verici bir şey. Sonra aştık onları, ama bayağı güç bir süreçten geçtik. Dinin, dua etmenin bana çok yararı oldu. Tekrar düşündüm olayları. İçimde güç alacağım yerler aradım. Ve duanın gücünü keşfettim. Allah'tan yardım istedim. Şimdi her şeyi istiyorum O'ndan. Gazete yaparken de adımımı atarken de...

"Huzursuzluğun temel nedeni manevi yönün eksik kalması. Ben onu başka türlü dolduruyordum. Olmuyormuş o. Dini anlamaya çalışmak çok huzur verici bir şey."

Bütün bu sözler çok ilginç hiç şüphesiz. Ama benim dikkatimi en çok, "zannediyordum" ifadesinin çektiğini söylemeliyim. Serdar Turgut, eminim bilinçli bir tarzda, Türkiye'de bir kesimin ruh durumunu yansıtıyor. Ateist olmak Türkiye'de hem İslam inancını reddetmek hem de onun yerine bir başka şeyi ikame etmek gibi, iki kere inanç sağlamasını gerektiren bir hadise iken o noktada "zannederek" yer alan bir ruh durumunu...

Buradan yola çıktığımızda akla hemen "Acaba Türkiye'de ateist olduğunu zannedip de biraz "içinde güç alacağı şeyler aradığında" yolu duaya, Allah'a çıkacak ne kadar insan var?" sorusu geliyor.

Bir tv talk-shov'unda tanınmış bir aktris, yoga, meditasyon vs gibi bir yığın fiziksel-ruhsal arayıştan sonra ancak tasavvufla tanıştığını ifade ediyor ve Türkiye gibi tasavvufun çok derin zeminlere uzandığı bir ülkede böyle uzun yolculuklar yaşamanın çok garip olduğunu söylüyordu.

Serdar Turgut diyor ki:

"Laik kesime kendi Tanrımı anlatabileceğimi zannediyorum. Çünkü laik kesimde spritüel (ruhiyat - maneviyat) eksikliği var. Ve onu dolduramıyorlar. Tuhaf şeylere inanışlar dine inanma ihtiyacının göstergesi. Bunun modern insanın kaçınamayacağı bir şey olduğunu görmeleri lazım."

Benim fi tarihinde, Zaman'da yayınlanmış bir yazım vardı. Başlığı "Eve dönecekler" şeklindeydi. Ev, Allah'ın eviydi. İnsan ondan nasıl kaçabilirdi, ya da kaçınca nereye gidebilirdi? "Eyne'l meferr" diye sorulur Kur'an'da... "Kaçış nereye?" Bu ifade, ebedi âleme aitmiş gibi okunur genellikle... Ama bu dünya içinde insanoğlunun Allah'tan başka sığınağı var mı? Olabilir mi? Nefes alıp vermeniz O'na bağlı ve siz O'ndan uzak bir dünya düşüneceksiniz... Olur "zannedersiniz" ama olmaz! "Kozmik oyun" içinde sizi - tüm varlığı Yaratan'a başkaldırmak! O'nu yok saymak! Bu mümkün mü?

"Eve dönecekler" i hatırlıyorum ben hep bu durumlarda...

Rahşan Hanım'ın sözleri "Din elden gidiyor" flaşıyla yansıdı genelde medyaya ve eleştiri aldı. İfadeler karmakarışıktı, bir yandan "Türkiye'nin üzerine cüppe, çarşaf giydirildiği"nden, "başlara sarık türban dolandığı"ndan söz ediliyor, bir yandan da "AB modası" içinde Hristiyanlaştırma tehlikesine dikkat çekiliyor ve nihayet "Ben bir Müslümanım. Ülkemde Müslümanlığın gerilemesine razı olamam" diyordu. Rahşan Hanım'a yönelik tepkilerin bir bölümünde, Ecevit iktidarlarının islami alanı geriletmeye yönelik icraatı hatırlanıyor, bir bölümünde ise, "AB karşıtlığının bu biçimde ifade edilmiş olması" eleştiriliyordu. Elbet eleştirilebilirdi, ama işin bir de insanımızın derinlere gömdüğü hassasiyetlerinin su yüzüne çıkma boyutu vardı. İşte bir yerde, bir fay hattından fışkırıveriyordu. Ya siz dua ve sığınma arayışıyla içinize yöneldiğinizde buluyordunuz onu, ya da birileri damarınıza basıp içiniz dışınıza çıktığında... Asla kızmamak gerekiyordu onun için Rahşan Hanım'a veya onun gibi, bir gün, Ak Parti gibi bir iktidarı, İslam konusundaki hassasiyet eksikliği ile suçlayan, "laik bir politikacı" çıktığında...

Türkiye'de herkese, zaman tanımak lazım. Eve dönmesi için...

Hiç kimsenin sığınma arayışını, duaya yönelişini ve içine doğru yürüyüşünü engelleyici tavırlara girmemek lazım.

İnsanların "Ben aslında hoca çocuğuyum, benim dedem şeyhülislamdı" gibi sözlerini hafife almamak lazım. Kimin hangi savruluşta uzuvlarını nerede bırakabileceğini hep hesaba katmak lazım... Kalpler bir yerde, beyinler bir yerde, eller-kollar bir yerde nesiller bıraktı iki asırdır yaşanan savruluşlar...

Dün Yaşar Kandemir ve Raşit Küçük hocalarla birlikte kutlu bir yolculuğa çıkan İsmail Lütfi Çakan Bey, anasından bir söz nakleder. Dermiş ki anası: "Bizim kuzucuklar eve düzgün gelecekler ama, mahallenin yaramazları olmasa..."

Epey yolu kesildi insanlarımızın uzunca bir süredir... İşte içlerine yöneliyor ve evin yolunu buluyorlar... Evin yolunu bulanları kutluyorum.

Yazı: Ahmet Taşgetiren
Kaynak:

Günün Önemli Haberleri