Taşgetiren Aksiyon'a dert yandı
Abone olBaşbakanı eleştirdiği yazısı gazetesi Yeni Şafak'ta yayınlanmayan yazar Ahmet Taşgetiren, Aksiyon dergisine dert yandı
Başbakan’ı eleştirdiği yazısı gazetesinde yayınlanmayan Yazar
Ahmet Taşgetiren, hatalara aferin demeyeceğini vurguluyor. AK
Parti’nin alternatifsizliğine rağmen yıprandığını da belirterek,
“Ama farkında değiller” diyor.
Türkiye’nin önde gelen yazarlarından biri Ahmet Taşgetiren.
Toplumun dertleriyle dertleniyor, hissettiklerini, gördüklerini,
bildiklerini kaleme almaktan çekinmiyor. ‘Muhabbetim var’ dediği
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı bile, yapıcı özelliğini bırakmadan
yeri geldiğinde rahatlıkla eleştirebiliyor. Geçtiğimiz hafta Ahmet
Taşgetiren, başyazarlığını yaptığı Yeni Şafak’ta bir yazısının
yayımlanmaması ile gündeme geldi. Kendisiyle son yaşananları,
bundan sonraki planlarını, hükümete bakışını, gazetesiyle iktidar
arasındaki ilişkiyi konuştuk. Tabii güncel meseleleri de ihmal
etmeyerek...
-Son yazdığınız köşe yazısı gazeteniz Yeni Şafak’ta
yayımlanmadı ve bunun üzerine ayrıldığınız söylendi. Nedir son
durum?
Gazete ile ilgili olayımız acaba sadece son yazıyla mı ilgili yoksa
o yazıya getiren süreçte çıkan yazılarla mı ilgili, o benim için
netleşmiş değil. Benim düşünceme birkaç yazıyla ilgili eleştirel
duruşumdan kaynaklandı. Sayın başbakanın “Kürt sorunu”
tanımlamasını etnik bir tanımlama diye niteledim. Başından beri
Erdoğan’ın bu meselede farklı bir misyon ifa edebileceği
düşüncesinde oldum. Çünkü AK Parti bölgeden ciddi oy almıştı, daha
önce HADEP’lilere ait olan belediyeleri kazanmıştı. Benim edindiğim
izlenim, Erdoğan’ın toplumda bir sempati zemini olduğu yönündeydi.
Ben oradan yola çıkarak çözümler üretmenin daha sağlıklı olacağı
inancındaydım.
-Peki, olay nasıl gerçekleşti? Yazıyı yumuşatmanızı mı
istediler?
Bunu koymayalım dediler. Bir yazar yazı yayımlansın diye yazar,
süzerek yazar. Ben yazının yayınlanmayacak bir boyutunun olmadığını
düşünüyorum. Bunun üzerine “Bir süre ara vereyim.” dedim. Daha
sağlıklı bir yazar-gazete ilişkisi doğsun diye düşünüyorum; ama
bakalım ne doğacak. Şu anda verilmiş bir kararım yok ama yazmak
istiyorum.
-Türkiye’de birçok yazarın başına yazıyı çıkarma hadisesi
geliyor. Siz yönetici olsanız yazarlarınız için kırmızı
çizgileriniz neler olur? Hangi yazıları kullanmak
istemezsiniz?
O konuda temel ölçüler vardır; hakaret olmaması, şiddete çağrı
yapmaması gibi... Ama eleştiri çizgisi her zaman olmalıdır.
Yazarınızla ona göre bağlantı kurarsınız. Bir kere bağlantı
yapmışsanız ondan sonra sansürlemek yanlış.
-Başbakanla hukukunuz ne düzeyde? Başbakan olduktan sonra
görüştünüz mü?
Başbakan olduktan sonra gazete yazarları olarak bir görüşme yaptık.
Aynı ortamı paylaştığımız olmuştur. Erdoğan’la doğrusu bir
muhabbetim var. Belediye başkanlığı döneminde, cezaevine girdiğinde
bu muhabbeti ifade eden yazılar yazdım. Türkiye’ye hizmet
edebilecek bir siyasi figür olarak değerlendirdim onu ve önemsedim.
Samimi buluyorum. Halkın içinden gelen, halkın dertlerini paylaşan
ve hisseden bir insan. Allah siyasette önemli imkânlar verdi ona.
Büyükçe bir siyasi kadronun başında. Toplumda bir sevgi zemini var.
Bunlar olumlu görüntüler ve hizmet imkânı verir. Ben hizmet
etmesini istiyorum.
-Bu görüşleriniz hâlâ geçerli mi?
Bir siyasetçi ne kadar altın değerinde olursa olsun hizmetler bir
kadroyla oluyor. İyi insanlar olduğunu düşünüyorum etrafında ama
problemli yapılar olduğu kanaati de var. Bunun sonucunda zaman
zaman zikzaklar ortaya çıkıyor. O durumlarda bunları yazıyorum.
Belki o yazılmamasını bekliyor ama ben o muhabbetin bu tarz
eleştirileri zarurî kıldığına inanıyorum. İnsanlara yanlışlarında
aferin demek dostluk değildir.
-İcraatlar noktasında hükümete temel eleştirileriniz
neler?
İktidara bütünüyle eleştirel yaklaşmak noktasında değilim. Benim
düşünce çizgim üzerinde de doğmuş bir siyasi hareket. Gittiğimiz
yerlerde toplum çok memnun olsa, biz de bundan memnun oluruz.
Sonuçta onların başarısından memleket kazanır. Problemlerin çözümü
elbette kolay değil, sadece hükümete de bağlı değil. Türkiye öyle
sorunlarla karşı karşıya ki hükümet tek başına altından kalkamaz.
Demirel siyaseti rodeoya benzetip at üstünde durma sanatı olarak
tanımlıyor. Belki bu hükümetin en önemli sorunu, at üstünde durma
psikolojisinin onları ciddî olarak etkiliyor olması. Meşruiyet
denen noktada bir eksiklik hissediliyor ve bu hükümet kadrolarını
etkiliyor. Sağlıklı adımlar atılmasını önlüyor. Bunun bütün vebali
hükümette değil, zaman zaman iç ahengin altını çiziyorum. Türkiye
bir iç insicamı yakalasa, içerideki güç odakları, kuvvet merkezleri
birbirini daha iyi anlayan, niyetlerini sorgulamayan, niyetlerinden
emin olan bir tavır sergileseler ve el ele verseler belki
Türkiye’nin birçok problemini çözmek kolay olacak. Herkes birbirine
bakarken arkasını kolluyor. Güç odakları birbirini frenlemek için
uğraşıyor. Bunların içinde iktidar da var. Dolayısıyla dışarı ile
ilişkileri düzgün götürerek içeride etkin olabilme gibi zaman zaman
arayışlar içine giriliyor. Bunu sadece hükümet değil, başka güç
odakları da yapıyor. Dışarıdaki güç odakları da bu yapıyı iyi
bildiği için ona göre stratejiler geliştiriyor. Bunu Kürt sorunu
denen sorun için de düşünebilirsiniz. Ben Türklerle Kürtlerin
birbiri ile sorunu olamayacağını düşünüyorum. Ancak biz artık
birbirimizin dilini anlamaz hale geldik. Amerikancayı, Almancayı,
İngilizceyi anlıyoruz ama Kürtçeyi anlamıyoruz. Onlar bize
birbirimizden daha yakın değil ki! TSK ile AK Parti arasında neden
bir anlaşmazlık bulunur? İç ahenk konusu bence Türkiye’nin en
önemli sorunudur ve hükümetin önündeki en büyük engellerden
biridir. Türkiye’nin askeri, siyasetçi bir araya gelip zorlukları,
problemleri konuşabilmeli. Bu küçük adımlar atılsa büyük sonuçlar
alınacak. AK Parti yolsuzlukla mücadele stratejisi ile geldi. Ancak
bazı çıkar çevrelerinin birtakım imkânlara kavuştuğu şeklinde
eleştiriler seslendirilmeye de başlandı.
-Erken yıpranma mı var sizce?
Erken yıpranma var. Daha kötüsü onların bunun farkında
olmadıklarını görüyorum.
-Biraz önce bir noktaya temas ettiniz. İktidarla TSK
arasında bir sürtüşme mi gözlemliyorsunuz?
Sürtüşme ifadesi belki sert bir ifade ama bir gard alma durumu,
özellikle asker açısından olduğu söylenebilir.
-Peki sivil bürokrasinin muhalefetini nereye
koyuyorsunuz
Onların muhalefeti elbette var; ama onların bile tavrında
belirleyici olan askerin tavrıdır bence. YÖK’le ilgili bir
düzenleme neden yapılamadı. YÖK adına konuşanlar hükümetin
prestijini pas pas edip geçiyor. YÖK’le ilgili düzenleme neye mal
olacak ki Türkiye bunu yapamıyor? İşin içinde YÖK’ten başka
kudretlerin olduğunu gösteren belirtiler var.
-Türkiye’de çiftçi, memur, emekli gibi sıkıntılı kesimler
var. AK Parti bu kesimlere eskisi gibi yine bol keseden dağıtsa, on
sene sonrasını düşünmeden popülist davransa, o zaman iyi bir
iktidar mı olacak? Şikayetlerin artmasında popülist politika
uygulamamasının etkisi yok mu?
Yansıttığım izlenimlerin tümü katıldığım izlenimler gibi
algılanmamalı. Bu tepkilerin hükümet açısından savunma noktaları
vardır. Memur şikayet eder, devlet verdiği zaman rahatlatmıyor
diyebilir ama iktidarın da savunma gerekçeleri vardır. Bu uzun
vadede ya halkı ikna ederseniz ya da ikna edemezsiniz, seçimlere
yansır. Önemli olan tepkiyi bilmek. Esnaf, memur, çiftçi şikayetçi;
bunu bilmeli ve bunları kazanmanın yollarını aramalı. Bu tepkiler
birikim oluşturuyor. Bazen işsiz bir genç meydanda işsizim diye
sesleniyor, o da ‘Ne yapalım, seni devlet kadrosuna alalım da yan
gelipo yatasın mı?’ diye azarlıyor. İnsanların feryadına cevap azar
olmamalı. Üslup hataları var. Tayyip Erdoğan bu değil. Erdoğan,
işsizin derdini anlayan adam olmalı. Nereden gitti, gecekondularda
iftar açarak başbakanlığa gitti. Ben ona “Kendin ol” diye bir yazı
yazdım. Bana göre kendi olsun yeter.
-Peki siz Erdoğan’ın “Kürt sorunu” diye adını koyduğu
problemi nasıl nitelendiriyorsunuz?
Ad koymak gerekmiyor diye düşünüyorum. 20 yıllık çatışmalar büyük
acılar bıraktı. Şehit analarının acısı kadar dağda oğlu ölen ananın
acısı da var. Bunların da görülmesi lâzım ve bu kadro bunları
görebilir. Kürt sorunu dediniz, bu kadar tartışma çıktı, ama neyi
çözdünüz?
-Aydınlarla diyaloğu sağlıklı buluyor musunuz?
Bu mesele üzerinde kafa yoran insanlar onlarla sınırlı değil.
Adalet Ağaoğlu çok olumlu şeyler koydu ortaya, ama dün bir demeç
verdiniz bugün aydınlar kadrosuna girdiniz. Nereden seçildi bu
kadro? Ortaya çıkan Kürt sorunu tanımlamasının başbakanın kendisine
ait olmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar başka her şeyler dendi de
bu denmediği için sorun çözülemedi diye bir düşünce sürecinin
içinden çıktığı kanaatinde değilim. Başbakan sanki onu demek
istemiyor ya da öyle anlaşılmasını istemiyor gibi. Endişeleri
olduğunu tahmin ediyorum. Etnik tanımlama, etnik bilinç
kazandırmayı geliştirdiğiniz ölçüde bölgedeki parçalanma ve atomize
olma sürecini hızlandırırsınız. Ben bölgenin Türk, Kürt, Arap
hepsinin daha fazla entegrasyona ihtiyacı olduğunu söylüyorum.
Avrupalılar yıllardır birbirini boğazladı ama şimdi entegre
oluyorlar; hatta entegrasyonun ucu bize kadar uzanıyor. Oysa biz
küçücük coğrafyamızda entegre olamıyoruz, dillerimizi anlamıyoruz.
Onun için diyorum Amerikancayı anlayıp, Kürtçeyi anlamıyoruz.
Amerika, Avrupa Kürt’e bizden daha yakın olmasın.
-Ama böyle bir durum da var...
Maalesef var. Türkiye’nin bir kısım Kürtleri AB’yi ve Amerika’yı
kullanarak Türkiye’de bir statü elde etmeye çalışıyor. Bunlar
sağlıklı değil. Birbirimize karşı dış bir gücü kullanmakla sonuç
elde etmek, statü elde etmek sağlıklı değil. Bunu iç ahengimizle
bozabiliriz. Türkiye hepimize yeter, birbirimizin boğazına
sarılmamız gerekmiyor.
-Bir de size Türkiye’de son yıllarda yaşanan ilginç bir
gelişmeyi sormak istiyorum. Son yıllarda bir kavram karmaşası
yaşanıyor. Hayatlarında asla yan yana gelmeyecek siyasi partiler
veya gruplar bir araya geliyor. AB bayrağını İslamî kökenlerden
gelen bir parti taşıyor ve muhafazakâr kitle destekliyor. Mesela
Rahşan Ecevit bir dönem ‘din elden gidiyor’ diye bir çıkış
yapmıştı. Bu durum bir kafa karışıklığını mı gösteriyor yoksa
taşlar yerine mi oturuyor?
Taşlar yerine oturmuyor. Türkiye kendi sorunlarını sağlıklı
konuşamadığı, dengeler sağlıklı oturmadığı için böyle savruluşlar
yaşanıyor. Hakikaten acaba AK Parti’nin misyonu muydu AB bayrağını
taşımak. Neden böyle oluşmak durumunda kaldı? Erdoğan şu andaki
haliyle Tayyip Erdoğan’ın ta kendisi midir? İçimde acılar var
diyor, onları merak ediyorum. Onlar nedir ki başbakan olarak bile
etkisiz kalabiliyor. Türkiye, bana göre sistemi sağlıklı
parametreler üzerine oturtamadı. Dinin, devletin, toplumun
rollerini sağlıklı belirleyemedi. Arayışlar ortaya çıkıyor bunun
için. Toplum, İslam’la ilişkisinden ortaya çıkan sorunları nasıl
çözeceğinin yollarını arıyor. Dindar bir adam AİHM’e gidip ülkeyi
şikayet etmeyi aklından geçirmezdi ama Türkiye’deki savruluşlar
sancılara zemin hazırlıyor. Türkiye’nin kaderi üzerinde düşünenler
bu konuyu göz ardı etmemeli. Devlet ile toplum ilişkilerindeki
sancının kaynağı nedir? Alevi ile Sünni neden bir iletişim dili
geliştiremez. Neden Amerika Kürt’e bizden daha çok dosttur? Neden
Kürt hakkını Avrupa’da arar? Herkesin aklını başına devşirip
Türkiye’de nasıl birbirimizle ortak bir dil üretebiliriz diye
gayret göstermemiz lazım.
-Burada derin çelişkiler var. Tayyip Bey asıl bu değil
diyorsunuz ama onun değişmesi üzerine umut bina edip
değişmemesinden ürken bir kesim de var.
Onların hepsini ayrı ayrı tahlil etmek lazım. Bazıları bizim
günahlarımızı seviyor. Bir başörtülü göbeğini acaba bu modernite
zaferi olarak sunuluyor ve sürmanşetlere çıkıyor. Emine Hanım
başını açsa herhalde bu bir devrim falan olurdu. Ben Tayyip Bey’in
bile o tür taleplere biraz bıyık altından güldüğünü
düşünüyorum.
Söyleşi: Zafer Özcan
Kaynak: