Tasavvuf terimini burada uzunca anlatmayacağız. Bu gün
anlatılmak istenen Sufizmin gelişi,karşıt görüşlerin sebebi ve
Tasavvufun İslami öğretide gelecek yıllarda bizlere gerekli olduğu
üzerine olacaktır.
(Bugünkü yazımı T.J Winter’in “Postmodern Dünyada Kıbleyi
Bulmak” adlı eserinden yararlanarak kaleme aldım.)
Tasavvuf, tarihimiz boyunca Müslümanın entelektüel ve politik
hayatının fazlasıyla saygı duyulan bir parçası olagelmişken, bu
devirde onun aleyhine bir çok ses yükseliyor.
Bunun ise öncelikle iki sebebi bulunmaktadır;
İlki, 1992 den önceki oryantalist ilim anlayışının yaygın
olmasının etkisidir. Müslümanların dillerine çevrilen oryantalist
eserler, anahtar konumundaki Müslüman modernistler üzerinde etkili
olmuştur. Böylelikle modern takılmaya çalışan Müslümanlar ,İslâmda
sufi söylemenin merkeziliğini ve meşruiyetini sorgulamaya
başlamışlardır.
İkincisi ve en önemlisi ise, Vehhâbî davasının ortaya
çıkmasıdır. Bundan yaklaşık ikiyüz yıl önce Muhammed b.
Abdulvehhab Suudi kabilesi ile bir olup komşu aşiretlere
saldırdığında, bunu esas itibariyle İslam’ın neo-Harici versiyonu
etiketi altında yapıyordu. İbn teymiyye’den büyük ölçüde
faydalanmasına rağmen, onun hakkında dahi çekinceler
barındırıyordu. Zira İbn Teymiyye, bazı sûfi grupların
aşırılıklarını eleştirmiş olsa da, ana akım tasavvufun bir koluna
bağlanmış durumdaydı.
Bununla birlikte, İbn Abdulvehhab bunun çok ilerisine gitti.
Orta Arabistan’ın Necid bölgesinde yetişen bu zât ana akım Müslüman
ilim anlayışıyla ile hemen hiç bir temas kurmadı. Necd kaynaklı
Vehhâbi davası daha gür olarak, Suudi petrol serveti patlamasından
sonra duyurulmaya başlandı. Kahire ve Beyrut’taki İslami
yayınevlerinin pek çoğu, hatta hemen hepsi Vehhâbi teşkilatları
tarafından finanse edilmektedir. Böyle olduğu içinde Vehhabiler,
Tasavvufa ilişkin geleneksel eserlerin yayımlanmasını engelliyor ve
diğer eserlerde ki Vehhabi doktrinine aykırı kabul ettikleri
pasajları çıkarıyorlar.
Böylelikle ise Vehhabiliğin neo-Hârici niteliği onu diğer İslami
ifade biçimlerinin hepsine karşı hoşgörüsüz kılıyor. Ayriyeten,
kendine ait iç tutarlığı bulunan bir fıkhı bulunmadığından ve
antropomorfik (Allah’ı insan suretinde tasavvur eden) bir akidesi
bulunduğundan, bu inanca bağlı olduklarını ikrar edenler arasında
bölünmeleri ve alt bölünmeleri netice veren akışkan bir temayüle
sahiptir.
Aslında Orta Çağ İslamının neredeyse bütün büyük âlimleri;
Suyuti, İbn Hacer el-Askalani, İbn Haldun, Beydavi, es-Savi,
Ebussuûd, el-Beğavi, İbn Kesîr, Taftazâni ve er-Razi gibi isimler,
Tasavvufu destekleyici şekilde eserler bırakmışlardır. Hakikatte
birçoğu, sûfi ilham konusunda müstakil eserler telif
etmişlerdir.
İslam tarihininin, Osmanlılar ve Moğallar dahil büyük
hanedanlarının âlimleri, sûfi görüş açısını İslami ilimlerin en
merkezi ve en ayrılmaz olanı kabul ederek, ondan derinlemesine
dersler ve ilhamlar almışlardır.
Aynı şekilde, İslâmî cihad ödevi sûfî tarikatlar tarafından özel
bir gayret ve coşku ile yürütülmüştür. Tasavvufta lider olmuş
(Evliyalar Sultanı) Lakaplı Şeyh Abdulkâdir Geylani Hazretlerine
bakmak, Tasavvufun tüm inceliğini bizlere hakkıyla
gösterecektir.
İslami gruplar artık esas itibariyle tutarlı bir mezheple ve
Eş’ari veya Mâturîdî akidesi ile birlik üzere olamamaktadırlar.
Bilakis hepsi kendi başlarına Kur’ân ve Sünnetten hüküm ve akide
çıkarmaya çalışmaktadırlar. Sonuç olarak ise İslam’ın öznel yolu
olan Tasavvuf’a karşıt eylemler söylemlerin çoğalmasına neden
olmaktadır.
Tarihimizin bu kritik döneminde, Ümmetin ancak tek bir ayakta
kalma ümidi vardır. Bu da, sancılı münazara ve ilim asırları
boyunca üzerinde tahkik edilen, ve sofistike icma ile tespit edilen
“Orta Yolu” yeninden eski haline getirmekten geçer. Tek başına bu
icma, birliğin temelini sağlama hususunda ispatlanmış bir yeteneğe
sahiptir. Ne var ki, onu yeniden elde edebilmemiz ancak
kalplerimizi temizleyip şefkat, hürmet, hoşgörü gibi İslami
meziyetler ile doldurduğumuz takdirde mümkündür.
Tasavvufun kabiliyetini geleneksel olarak ispatladığı bu içsel
reform, İslami hareketin birliğini yeniden temini için şarttır.
Bunun alternatifi ise, sürüp gidecek olan ızdırap verici
başarısızlıktır.
Selametle...