Eğer insanlığın bir tarihi varsa ve o tarih kutsal kaynaklarda anlatıldığı gibiyse suikastin de bir tarihi vardır. İlk suikasti işleyen kardeşini öldüren Kabil'dir. "Sen de mi Brütüs?" sözüyle tanıdığımız Roma imparatoru da suikaste kurban gitmiştir. Suikast sonucu öldürülen ve tarihi etkileyen kişiler sadece bu ikisi değil elbet. Yakın tarihimizde kaybettiğimiz iki değerli gazetecimiz Uğur Mumcu ve Hrant Dink, Amerikan Başkanları John F. Kennedy ve Abraham Lincoln, sırtından hançerlenen Hazreti Ömer, Pakistan'ın kadın lideri Benazir Butto ve daha niceleri... İşte kan donduran detayları ile tarihin gidişatını değiştiren suikastler... Jül Sezar M.Ö. 44 Korsanların elinden kurtuldu. Roma'ya imparator oldu. Siyasetiyle, savaşıyla, stratejisiyle hep tartışıldı. Muhalifleri onun hayatına aralarına aldıkları oğlunun kılıcıyla son verdi. 15 Mart M.Ö. 44 tarihinde bir grup senatör, Senatoya gücünü geri vermesini rica eden bir dilekçe taslağını okuması için Sezar'ı çağırdı. Ancak, dilekçe bir kandırmacaydı. Sezar, sahte dilekçeyi okumaya başladığı sırada, dilekçeyi kendisine sunan Tillius Cimber, Sezar'ın togasını aşağı indirdi. Sezar, bağırmaya başladığı anda diğer düşmanları da gelip etrafını sardı. Sezar'ı hançerleyenlerin yaklaşık 60 kişi olduğu söyleniyor. Romalı diktatörün son sözleri bilinmiyor ama, kendisini hançerleyenler arasında oğlunu görüp: "sen de mi Brütüs?" dediği ifade ediliyor. Tam olarak son sözlerinin ise "Sen de mi Brütüs? Sen de mi çocuğum? Öyleyse yıkıl öl Sezar." olduğu rivayet ediliyor. Sezar'ın ölümünden sonra Brütüs ve beraberindekiler "Roma halkı bir kez daha özgürüz" diye haykırdı. Sezar'ın üzerinde 23 yara izi bulunan heykeli dikildi. SUİKASTİN SONUÇLARI Sezar'ın öldürülmesi, suikastçilerin öngöremediği şekilde Roma Cumhuriyeti'nin sonunu hızlandırdı. Sezar, tek mirasçısı olarak yeğeni Octavian'ı işaret etmişti. Sezar öldüğü sırada henüz 19 yaşında olan Octavian, Büyük Sezar'ın da evlatlık oğluydu. Ancak, Brütüs ile Marcus Antonius arasındaki anlaşma, pozisyonunu yeniden gözden geçirmesine neden oldu. Marcus Antonius, daha sonra Sezar'ın sevgilisi Kleopatra ile evlendi. Hz. Ömer (581- 644) Adaletiyle ün saldı. Yahudi bir köle tarafından "adaletsiz vergi alınıyor" gerekçesiyle secdede hançerlenerek öldürüldü. Hz. Ömer, "Müslüman oluşu fetih, hicret edişi zafer, halifeliği ise rahmet" olarak tanımlanan bir halifedir. Mekke'de doğan İslam dinini durdurmak üzere yola çıkmış; hatta, Hz. Muhammed'i öldürmeye de gönüllü olmuştur. Kur'an okuyan kız kardeşi ve kocasını görünce ellerinden alıp okumaya başlar. Ve Hz. Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktığı anda bu niyetinden vazgeçer. İşte Kur'anla tanıştığı o günden sonra Hz. Muhammed'in yanından hiç ayrılmaz. 637 yılında Müslümanların Kudüs'ü savaşmadan teslim almasında büyük rol oynamıştır. Halife olduğu dönemde halktan birinin kendisine sunduğu bal şerbetini içmemesi ilginç bir anekdottur. Kendisine özel ayrılan şerbeti sunan Medineli Müslüman'a "halkın çoğu içmek için su bulamazken, ben burada bal şerbeti içemem" cevabını verir. 10 yıl halifelik yapan Hazreti Ömer, 644 yılında sabah namazını kılarken bir köle tarafından sırtından hançerlenerek ağır yaralanır. Yaraları dikildikten sonra namaz kılmaması tavsiye edildi ancak o "namazımı bırakmaktansa, karnım yarılsın daha iyi" diyerek tavsiyelere uymadı. Hz. Ömer, secdede "Allah'tan geldik ve tekrar ona döneceğiz" diyerek can verdi. Uğur Mumcu (1942- 1993) İsmi Türkiye'de suikast sonucu öldürülen ve failleri konusunda somut adımlar atılmış olsa da kamuoyunun "failleri bulunamadı" diye inandığı bir suikast olarak tarihe geçti. Sol düşünce dünyası içinde yer alan Mumcu, aldığı ödüller, hazırladığı dosya ve haberlerle ses getiren bir gazeteciydi. Derin çeteler, mafya- devlet ilişkisi, yolsuzluk dosyaları onu "polisiye gazetecisi" haline getiriyordu. Onun gazeteci olarak aktif olduğu dönemde Türkiye gündemi de oldukça yoğun bir gündem yaşadı. PKK eylemleri, terörist saldırılar, Papa'ya Ağca suikasti bunlardan bazılarıydı. Öldürülme olayının yeri, zamanlaması ve şekli hep tartışıldı. Asıl tartışılan konu ise, Mumcu'nun öldürülmesiyle neyin amaçlandığıydı. Mumcu'nun ölümüyle sonuçlanan suikastin asıl amacının Türkiye'de laik- anti laik çatışması yaratmak ve kargaşa ortamı oluşturmak olduğu bugün gün yüzüne çıkmıştır. Mumcu'nun suikastinde İran'ın mı İsrail'in mi parmağı olduğu yıllarca tartışıldı, ancak kimse asıl suçluyu bulamadı. 1982’de Ağca Dosyası, ardından Terörsüz Özgürlük adlı makale derlemesi yayımlandı. 1983 yılında Ağca ile cezaevinde röportaj yaptı. 1984 yılında Aziz Nesin öncülüğünde bir grup tarafından Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına sunulan, ancak Kenan Evren'in imzalayanları "vatan hainliği" ile suçlayarak dava açtığı Aydınlar dilekçesinin hazırlanmasına katıldı. 12 Eylül döneminde aydınlara yapılan işkenceyi anlatan Sakıncasız adlı oyunu yazdı; Papa-Mafya-Ağca kitabını yayımladı. 1987’de araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve 12 Eylül adlı kitapları; 1991’de en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı. Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde Mossad ve Barzani isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve Mossad arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi: Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi? SUİKASTTEN BİR GECE ÖNCE 23 Ocak 1993 Mumcu, ailesiyle birlikte Cuma günü akşam yemeğini dışarıda yedi ve Renault marka arabasını yan apartmanın karşısına park etti. Mumcu, arabasını genellikle güvenlik açısından 50 metre ötesindeki Tunus Büyükelçiliği civarındaki polis noktasına yakın bir yere park ederdi. Fakat cuma akşamı her zaman park ettiği yer doluydu. Mumcu, iki gün boyunca arabasını kullanmamıştı. 24 Ocak Pazar günü eşi Güldal Hanımla, Ankara Üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi'nde yatan Prof. Dr. Nazım Türker'i ziyaret edeceklerdir. Mumcu, o gün eşinden önce evden çıktı, arabasına bindi ve polis raporlarına göre, kontak anahtarını çevirmeden arabasına yerleştirilen bomba harekete geçti ve patladı. Bomba, tahrip gücü yüksek bir bombaydı ve Mumcu'nun sol tarafı tamamen parçalandı. Cinayet soruşturmasını yürüten DGM Başsavcısı Nusret Demiral, Mumcu cinayetinde RDX patlayıcı madde içeren C4 bomba tipinin kullanıldığını ve bu tip bombaların genellikle yabancı terör örgütleri tarafından kullanıldığını söylemişti. Dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal, olayı duyunca şu ifadeleri kullanmıştır: "Bu bir provokasyondur". Mumcu cinayetinin provokasyon olduğu tezini savunanlar çoktur. Bu teze göre, Türkiye yine bir çatışmanın içine sürüklenmek isteniyordu: Laik- anti laik çatışması. Cinayetten hemen sonra açıklama yapan DGM Başsavcısı Demiral, suikasti 1 yıl içinde çözeceğini iddia etmiştir; ancak aradan 1 yıl geçmesine ve Demiral'ın emekli olmasına rağmen bugün bile hala tam anlamıyla aydınlatılmamıştır. Peki Mumcu neden hedef seçildi? Mumcu, öldürülmeden önce PKK, istihbarat örgütleri, Kürtler, İsrail, devlet içinde yuvalanmış çeteler, yolsuzluk konularında yazılar kaleme almıştır. Pek çok konuda yazılar yazan Mumcu'nun rahatsız ettiği birçok kişi olmuştur. İşte bu çokluk da cinayeti daha da karmaşık hale getirmektedir. Nizamülmülk (1018- 1092) Devlet için kendini adadı. Adil ve güvenilir bir vezir oldu. Atamasını yaptığı Hasan Sabbah'ı onursuz bir şekilde görevden alınca düşman kazandı. Melikşah'ın gazabını üzerine çekti. Sabbah'ın fedailerince suikaste kurban gitti. Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri Nizamülmülk, Sultan Alparslan ve Sultan Melikşah'ın yanında devletin kurumsallaşmasını sağlayan en önemli şahsiyettir. 27 Kasım 1072'de Alparslan şehit edilince, oğlu Melikşah'ın tahta çıkmasını sağladı. Melikşah'ın da sultanlığını kabul etmeyenler vardı. Amcaları ayaklandılar. Nizamülmülk, bütün bu karışıklıkları büyük bir ustalıkla düzeltti ve Melikşah'ın sultanlığını meşru hale koydu. Nizamülmülk'ün devletteki nüfuzunu ve Melikşah'a olan yakınlığını çekemeyenler, Melikşah ile veziri Nizamülmülk'ün arasını açmaya çalıştılar. Nizamülmülk'ün oğlunun öldürülmesinden sonra da vezir ve Şah'ın arası iyice açıldı. Nizamülmülk, Ömer Hayyam'ı İsfahan'daki istihbarat görevine getirmek ister; ancak Hayyam bu görevi kabul etmez. Arkadaşı Hasan Sabbah'ın bu göreve getirilmesini tavsiye eder. Sabbah ise göreve geldikten sonra ikinci sayfası eksik olan bir raporla Şah'ın karşısına çıkar. Bu duruma kızan sultan, Sabbah'ın öldürülmesini ister. Sabbah ise ölüm emrinde vezir Nizamülmük'ün parmağı olduğunu düşünür. Ömer Hayyam, ölüm emrinin önüne geçer ve Sabbah, içinde büyük bir kinle Selçuklu topraklarını terk eder. Semerkant'a kaçan Hasan Sabbah'ı ele geçirmek isteyen Melikşah, ülkeyi ele geçirme planları yapar. Melikşah'ın gözde cariyelerinden Terken Hatun'un Semerkant hükümdarı olan yeğeninin esir alındığı haberini yayar. Bu plan Melikşah üzerinde etkili olan Terken Hatun'u ve dolayısıyla da Melikşah'ı kızdırır. Dedikodular ve fitne fesat yüzünden Nizamülmülk ile Melikşah'ın arası iyice açılmıştır. Melikşah, bir gün elçisiyle Nizamülmülk'e "ülkeyi sen mi yönetiyorsun ben mi?" yazan bir not gönderir. Bu arada Nizamülmülk, cilt kanseridir ve 1 aylık ömrü kalmıştır. Melikşah'ın notuna karşılık olarak "ben yönetiyorum, çünkü şimdiye kadar yapılan her şeye ben yardımcı oldum. Tahta çıkmana da ben yardım ettim ve sana o gücü ben verdim." diye bir not gönderir. Bu notu okuyan sultan Melikşah, Nizamülmük'ü öldürtmeye karar verir ve bu iş için azılı düşmanı Hasan Sabbah'ı seçer. Nizamülmülk, hekimi ve dostu Ömer Hayyam ile vedalaşır. Melikşah'a ölmeden birkaç gün önce rüyasında Peygamber Efendimizi gördüğünü ve kendisine "Allah senin canını sen istediğin zaman alacak" dediğini söyler. Kendisinin de peygambere "insanın, ne zaman öleceğini bilmesi çok kötü bir şey, onun için Allah benim canımı sultanımın canından kırk gün evvel alsın." dediğini de ekler. Anlattığına göre, Peygamber efendimiz de onun bu dileğini "tamam, Allah senin canını sultandan kırk gün önce alacaktır" diyerek onaylar. Melikşah, bu sözlerden sonra açıkça tehdit edildiğini anlar ve boğazı düğümlenir. Yemekten sonra çadırına doğru ilerleyen Nizamülmük, gizemli bir adam tarafından hançerlenerek öldürülür. Cinayeti işleyenin, Hasan Sabbah'ın kurucusu olduğu suikast örgütü "haşhaşiler"den biri olduğu anlaşılır. Mahatma Gandi (1869-1948) Büyük yüce ruh anlamına gelen "Mahatma" ünvanına layık görülen Gandi, Hindistan'ın Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlık kazanma mücadelesinin lideridir. Hayatı boyunca şiddet ve terörizmi reddetmiştir. Bir suikast sonucu öldürülmüştür. Sivil itaatsizlik akımının en önemli figürüdür. Vejeteryanlığı ile ünlü Gandi'nin Hindistan'ın lideri konumuna gelmesini sağlayan üyesi olduğu ilk dernek "et yemeyenler derneği"dir. Derneğin liderliğine kadar yükselen Gandi hayatı boyunca, Hint halkının haklarını savunmuş ancak yine bir Hintli tarafından öldürülmüştür. Gandi'nin Britanya hükümetine karşı kazandığı en büyük zaferlerden biri toprak anlaşmasıdır. Bu anlaşma ile toprak sahipleri, işçilerin grev ve protestoları sonucunda, bölgenin yoksul köylülerine daha fazla yardım edeceklerine, ürettiklerini tüketebileceklerine ve kıtlık bitene kadar vergileri kaldıracaklarına dair bir anlaşma imzaladı. İşte bu karışıklık esnasında insanlar, ona "Baba" ve "Mahatma" (Yüce Ruh) diye hitap etmeye başladılar. Gandi'nin büyük başarıya ulaşan "işbirliği yapmama" silahı sayesinde İngiliz ürünleri boykot edildi ve bağımsızlık hareketi böylece başlamış oldu. Hint halkı, kendi dokudukları "khadi" kumaşını kullanarak, yabancı ürünleri boykot ettiler. Geniş katılım sonucu başarıya ulaşan barışçıl boykot, daha sonra şiddete dönüştü. Kampanyasını sona erdiren Gandi, 1922'de tutuklanarak 6 yıl hapis cezası aldı. Hindistan'da siyasete atıldıktan sonra 1934 yazında 3 başarısız suikast girişimine uğradı. Ülke yönetiminde söz sahibi olan Gandi, Hindistan'ın ikiye bölünmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Ancak, şiddet olayları ile çalkalanan ülkede 1946 ile 1948 yılları arasında 5 binden fazla kişi öldü. 30 Ocak 1948'de ise ülkenin bölünmesinden onu sorumlu tutan biri tarafından vurularak öldürüldü. Siyaset, devlet ve halk, Gandi'nin ölümünden sonraki şoku üzerinden atamadı; o öldükten sonra "babamız öldü" şeklinde yorumlar yapıldı. Abraham Lincoln (1809- 1865) "Uşak olmayı istemediğim gibi, uşak kullanmayı da sevmem; benim demokrasi anlayışım budur" sözünün sahibi ünlü Amerikan Başkanı Abraham Lincoln. Hukukçu olarak yetişen Lincoln, "Bir Hayalim Var" sloganı ile seçimi kazanmıştı. Hayali özgür insanların yaşadığı, siyah beyaz ayrımının yapılmadığı bir Amerika'ydı. 16. Başkan olarak seçildikten sonra ilk işi çatışma halinde olan Güney ve Kuzey eyaletlerinden Güney eyaletleriyle uzlaşmaya çalışmak oldu. Amerikan İç Savaşı'nın başlamasından sonra ise isyanların bastırılması için 75 bin kişilik gönüllü ordu hazırladı. 1862'de yayınladığı "Özgürlük Bildirgesi" ile tüm eyaletlerdeki köleler, azat edilmiş sayılacaktı; ancak, hiçbir eyalet bu çağrıya uymadı. 1863'te birlik kuvvetlerinin Gettysburg, Vicksburg ve Chattanooga gibi eyaletleri ele geçirmesiyle savaşın sonları yaklaştı. Lincoln 1865 yılında tekrar seçimleri kazanarak başkan oldu. "Hiç kimseye kötülük, herkese iyilik" temasını vurgulayan başkanlık konuşması ile tarihe geçti. 1965'te son eyaletin de kuşatılması ile İç Savaş sona erdi. 14 Nisan 1965 yılında "Amerikalı Yeğenimiz" isimli bir temsile katılan aşırı güneyli bir casus olan John Wilkes Booth tarafından başından vuruldu ve ertesi gün öldü. Suikastçinin ilk planı Lincoln'ü kaçırıp Güneyli esirlerin salıverilmesi koşuluyla serbest bırakmaktı. Ancak sonradan planını suikaste çevirdi. Lincoln'ün temsili izlediği locanın giriş kapısına bir delik açan suikastçi, en komik sahnede kahkahaların yükseldiği anda silahını ateşledi. Başından vurulan Lincoln yere yığıldı. Aynı gece, Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı da suikaste uğradı ancak şans eseri kurtuldu. Lincoln suikastinin sırrı ancak 1961 yılında çözüldü. Philadelphia'daki bir sahafta bulunan kitaptaki şifreli mesajlar cinayeti aydınlattı. Dönemin Savunma Bakanı Edwin Stanton, Lincoln'ün yerine geçmek için suikasti planladığı anlaşıldı. Stanton o gece tiyatroya giderken: "sahneden ayrıldığım zaman Amerika'nın en ünlü adamı olacağım!" diyordu. Martin Luther King (1929- 1968) Irk ayrımı kaldırılsın diye uğraş verdi. "Bir hayalim var" dedi ve ABD tarihindeki en etkili konuşmalardan birini yaptı. Hayali gerçekleşmedi ve bir beyaz tarafından kaldığı otelin balkonunda vurularak öldürüldü. Amerikalı siyah bir Baptist rahip olan Martin Luther King, Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi olarak tanınır. ABD'nin zenci- beyaz ayrımıyla savrulduğu dönem onun dengeli ve barışçıl tutumu sayesinde aşıldı. 1 Aralık 1955 günü Rosa Parks, Jim Crow Yasaları gereği yerini bir beyaza vermesi gerektiği halde buna karşı geldiği için tutuklandı. Bunun üzerine King, Montgomery Otobüs Boykotunu düzenledi. Boykot 382 gün sürdü ve durum o kadar gerginleşti ki King'in evi bombalandı. Bu boykot sırasında King tutuklandı. Boykot, Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin eyaletlerarası otobüslerde ve diğer ulaşım araçlarında ırk ayrımcılığını kanun dışı ilan etmesine kadar devam etti. Çeşitli defalar Martin Luther King, siyah Amerikalıların tarihi haksızlıklar nedeniyle tazminat alması gerektiğini ifade etmiştir. King, kölelik nedeniyle mahrum olunan maaşların geri alınmasını amaçlamıyordu, zaten bunun imkânsız olduğunu düşünüyordu. King, 50 milyar dolar değerindeki paranın bir devlet tazminat programı çerçevesinde 10 yıl içinde siyahlara dağıtılmasını öneriyordu. "Kanlı Pazar" King ve SCLC, SCNC'nin de kısmi katılımıyla 25 Mart 1965 tarihinde Selma şehrinden eyalet başkenti Montgomery'e bir yürüyüş düzenlemeyi denediler. 7 Mart tarihindeki ilk deneme karşıt görüşlü kalabalığın ve polisin şiddet uygulaması nedeniyle iptal edildi. Bu gün, sözkonusu tarihten itibaren "Kanlı Pazar" olarak adlandırıldı. Kanlı Pazar, Yurttaş Hakları Hareketine halk desteği sağlanması konusunda bir dönüm noktasıydı. Fakat, King gösteri sırasında mevcut değildi. 1968 yılı Mart ayında King, siyah sağlık çalışanlarını desteklemek için Memphis'e gitti. Beyaz işçilerden farklı olarak siyah işçiler kötü hava nedeniyle evlerine gönderildiğinde ücret alamıyor ve beyazlara göre daha az ücret alıyorlardı. 3 Nisan günü King, Memphis'te bir topluluğa hitaben konuştu ve "I've been to the Mountaintop" (Mountaintop'a gittim) isimli konuşmasını yaptı. O akşamki toplantıda "Aziz Tanrım" ilahisinin mutlaka çalınmasını istemişti. King, 4 Nisan günü öğleden sonra saat 6'da Memphis'teki Lorraine Motel'in balkonunda uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Motel odasındaki arkadaşları silah seslerini duyunca balkona koştu ve King'i boğazından vurulmuş şekilde buldular. King'in balkonun beton tabanına düştüğünü görmeyenler bir donanma fişeği patlatıldığını sanmışlardı. Kurşun, King'in ensesini ve çenesini parçalayıp geçmişti. Katil, ikinci kurşuna gerek kalmadığını anlayarak silahını kutuya koydu. King'in yardımcıları ve motelde bulunanlar hemen 2. kattaki balkona koştular. Yardım gelinceye kadar rahip Jackson, King'in başını dizine koydu. Bakanlık görevlisi bir beyaz da odasından kaptığı havlu ile yarasını temizlemeye çalışıyordu. Cankurtaran ölmek üzere olan Dr. King'i yakındaki bir hastaneye getirdiğinde saat altıyı 16 geçiyordu. Saat 7:04'de King, kan kaybından öldü. Suikast, 60'dan fazla şehirde isyanların çıkmasına neden oldu. 5 gün sonra, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, yas ilan etti. Aynı gün 300,000 kişilik bir kalabalık cenazesine katıldı. Başkan yardımcısı Hubert Humphrey, Başkanı temsilen cenazeye katıldı. Hrat Dink (1954- 2007) "Ermeni bir Türk vatandaşıydı. Çocukluğu bir yetimhanede geçti. Kendimizi anlatmalıyız kaygısıyla gazete çıkarttı, yazılar yazdı. Ermeni Diasporası'na hizmet etmedi. Tehditler aldı ve bir gün gazetesi AGOS'un önünde suikaste kurban gitti." Türkiye'de ne zaman Avrupa'ya dönük imaj faaliyetleri yoğunlaşsa ya bir Ermeni ya bir Rum'a yahut bir kiliseye saldırı oluyor. Bu kronik saldırının son dönemdeki hedef ismi Türkiye Ermenilerinden Hrant Dink oldu. Dink'in katil zanlısı 17 yaşında Ogün Samast adlı Trabzonlu bir gençti. İlk şüphe tutuklandığı emniyet görevlileriyle çekilen hatıra fotoğrafıyla başladı. Arka fonunda Türk Bayrağı ve Atatürk'ün "vatan toprağı kutsaldır, satılamaz" sözünün bulunduğu fotoğraf basına yankılandı. Mesaj açıktı: Ogün Samast Ermeni kökenli Hrant Dink'i "milliyetçi" duyguları dolayısıyla vurmuştu. Gençlik yıllarında Sol eğilime yönelen Dink, Ermeni kimliği ile sol düşüncesi arasında bağlantı kurulmasın diye mahkeme kararıyla ismini değiştirir. Yeni ismi "Fırat"tır. 5 Nisan 1996'da ilk sayısı yayınlanan Agos Gazetesi'nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlenen Dink, Zaman ve Birgün gazetesinde de yazmaya başlar. Yazılarında Türkiye'de azınlıklarla ortak ve barış içerisinde yaşanması gerektiğini ifade eden Dink, 1915 olayları için soykırım kelimesi içermeyen daha yumuşak bir ifade kullanılması gerektiğini de yazmıştı. 2002 yılında Urfa'da verdiği bir konferansta "Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim" dediği için "Türklüğü aşağılamaktan" üç yıl yargılanarak, beraat etti. 13 Şubat 2004'te yayımlanan bir makalesindeki "'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur." sözlerinden dolayı Ekim 2005'te 301. maddeden "Türklüğe hakaret" gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ölümünden önceki son yazısı olan "ruh halimin güvercin tedirginliği" başlıklı yazısında da bu hapis kararını eleştirdi. Bu yazısında, yoğun tehditler aldığını ve bu tehditler arasında Bursa'dan kendisine gelen bir mektuptan çok tedirgin olarak, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurduğunu ancak hiçbir sonuç alamadığını da belirtmişti. Hrant Dink 19 Ocak 2007'de Şişli'de Halaskârgazi caddesi üzerindeki Agos Gazetesi'nin çıkışında, 14:54'de yakın mesafeden yapılan üç el silah atışıyla öldürüldü. Katil zanlısı olarak, 17 yaşındaki Ogün Samast adlı bir kişi, güvenlik kameralarından elde edilen görüntülerin yayınlanmasından sonra, zanlının babası tarafından polise ihbar edilerek, Samsun otogarında sivil giyimli jandarma ve polis ekipleri tarafından yakalandı. Türkiye'nin dünyada "farklı etnik grupların hoşgörü içinde yaşadığı bir ülke imajı"na zarar vermeyi hedefleyen bu suikastin amacına ulaşıp ulaşmadığı tartışılır. Kimileri Dink'in ölümünden sonra saldırıyı lanetleyen ve "Hepimiz Ermeniyiz" "Hepimiz Hrant'ız" şeklinde sloganlar atan binlerce Türk vatandaşının birlik ve beraberlik mesajı verdiğini savunuyor. Kimileri ise suikastin ardından Ermenistan Dışişleri'nden sert tepkiler geldiğini ve iki ülke arasının açıldığını savunuyor. Benazir Butto (1953- 2007) Pakistan'ın kaderi değişmiyor. Askeri darbeler ülkedeki siyaseti yok ediyor. Benazir Butto'nun babası Ali Butto da bir darbe sonrası idam edilmişti. Kızı da sürgün hayatından sonra suikastle ortadan kaldırıldı. Darbeler ülkesi olarak anılan Pakistan'da iki dönem Başbakanlık koltuğuna oturan Butto, Oxford ve Harvard'da eğitim almıştı. Siyasetten dolayı babasız büyüdü, sürgün yedi, mağdur edildi ve yine siyasetin çirkin yüzüyle tanışıp suikastle ortadan kaldırıldı. Seçim çalışmalarına katılmak üzere Pakistan'a dönüş kararı alan Butto'ya karşı, El Kaide örgütünün saldırı tehdidinde bulunması üzerine, Müşerref, Butto'nun dönüşünü ertelemesini ve yüksek mahkemenin kendisiyle ilgili af istemine ilişkin kararını beklemesini istedi. Bu isteğe uymayan Benazir Butto, 18 Ekim 2007 gecesi, 8 yıllık sürgünden sonra Pakistan'a geri döndü. Ancak yandaşlarının sevgi gösterileriyle karşılanan Butto aynı gün bombalı bir suikast girişimine hedef oldu. Karaçi kenti yakınlarında gerçekleşen ve Benazir Butto'nun yara almadan kurtulduğu bu saldırıda 138 kişi yaşamını yitirdi, 248 kişi de yaralandı. Saldırının üzerinden iki ay geçtikten sonra Butto, halk mitinglerine katılmaya devam etti ve güvenlik sorununa rağmen Ravalpindi'de düzenlenen mitinge katıldı. 27 Aralık 2007'de Ravalpindi'de toplanan muhteşem kalabalık Butto'nun ayak izleri gibiydi. İlgi müthişti, ama bu kalabalık içinde ya bir suikast olursa? Ve korkulan oldu. Butto konuşması bittiğinde aracının sunroof'undan halkı selamlıyordu. Halka gönderdiği selamı ve gülümseyen yüzüyle mutluluk içindeyken, araca yakın bir yerden silah sesi duyuldu. Sonra iki el ateş edildi. Butto, aracın içine saklanarak, yara almadan kurtuldu; ancak saldırgan kararlıydı. Silahla istediğini elde edemeyince aracın yakınında üzerindeki bombanın fitilini ateşledi. Patlamanın şiddetiyle başının sağ tarafını aracının sunroof'unun koluna çarpan Butto, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Kafatasında kırık olan Butto, ameliyata alındı; fakat kurtarılamadı. Butto'nun yerel saatle 18.16'da öldüğü açıklandı. Suikast sonrasında, Pakistan hükümeti suikastle ilgisi olduğu düşünülen 15 yaşında bir çocuğu tutukladı. Butto'ya suikast düzenleyen timden olduğunu kabul ettiğini belirten polis yetkilileri ayrıca Pakistan'daki Şii azınlığa karşı yeni bir intihar eylemini önlediklerini duyurdular. Butto suikastini terör örgütü El Kaide üstlendi ama Butto'nun Amerikalı sözcüsü Mark Siegel'e gönderdiği bir elektronik postada "Pakistan'da başıma bir şey gelirse sorumlusu Pervez Müşerref'tir" yazdığı ortaya çıktı. John F. Kennedy (1917- 1963) ABD'nin otuz beşinci başkanı John Fitzgerald Kennedy, 22 Kasım 1963 cuma günü saat 12.30'da Dallas'ta öldürüldü. Kennedy, reform yasasını geçirmesinde kendine engel çıkarabilecek John B. Conally ile Senatör Ralph Yarborough arasında süren çekişmeyi bitirmek için iki siyasetçiyi yanına alarak Texas'ta bir gezi düzenlemeyi kararlaştırdı. 22 Kasım 1963 cuma günü, yerel saat ile 12.30'da eşiyle birlikte açık bir araba içinde Dallas'ta bir konvoyun arasında ilerlerken ateş açıldı. Kennedy üstü açık araba ile halkı selamlar iken ilk kurşun ensesinin altından girip kravat düğümünden çıkmış ikinci mermi Dallas Valisi Connaly'i sırtından ağır yaralamış üçüncü ve ölümcül darbe Kennedy'nin kafasının üst bölümünü parçalamıştır. O şekilde araç doğrudan hastaneye yönlenmiş ancak Kennedy tüm çabalara karşın kurtarılamamıştır. Aynı gün, cinayetin sorumlusu olarak yakalanan 24 yaşındaki Dallaslı Lee Harvey Oswald iki gün sonra bir gece kulübünün sahibi olan Jack Ruby tarafından Dallas polis müdürlüğünün önünde öldürüldü. ABD'nin o zamanki başkan yardımcısı olan Lyndon B. Johnson, yemin ederek Kennedy'nin yerine 36. başkan olarak göreve başladı. Bugüne kadar söz konusu cinayet aydınlatılamadı. Cinayetle uzaktan yakından ilgisi veya bilgisi olan tüm kişiler birer birer delil bırakılmadan ortadan kaldırıldı. Kennedy'ye yapılan bu suikastin arkasında İsrail olduğu iddiaları vardır. Bunun nedeni ise Kennedy'nin İsrail'in nükleer programına karşı çıkmasıdır. Abraham Lincoln'den sonra John F. Kennedy' nin de suikastı ABD halkında derin izler bıraktı.