Taraf gazetesi nasıl basılmadı?
Abone olTaraf gazetesinin Anadolu baskısı cumartesi çıkmadı. Ahmet Altan saatlerce süren krizin detaylarını yazdı.
Taraf gazetesinin Anadolu baskısı Cumartesi günü basılmadı,
sadece şehirlere dağıtıldı.. Gazetenin basımını yapan Star gazetesi
ile Taraf arasında Cumartesi akşam 21.00'de başlayan gerilim
sabahın ikisinde son buldu.
Taraf'ın tepesindeki isim Ahmet Altan'a göre "bir el" gazetenin
matbaasına uzandı ve Taraf'ın basımını engelledi.. O elin kim
olduğunu birilerinin bildiğini söyledi ama isim vermedi.
Mustafa Karaalioğlu'nun açıklamaları ve tarafların beyanları
çarpıcı.. İşte o aralıkta yaşananları Altan, bugünkü köşesinde tüm
ayrıntıları yazdı..
(...)Cumartesi gecesi saat dokuz civarında benim odada Yasemin
Çongar, Mustafa Cesur, Yıldıray Oğur gazetenin Anadolu baskısını
göndermenin rahatlığıyla yemek yemeye hazırlanıp laflıyoruz.
O sırada, sayfa editörlerimizden biri, matbaanın "biz sizi bugün
basmıyoruz, niye sayfalarınızı gönderdiniz" dediğini söyledi.
Başar Arslan'ı arayıp, "Star Gazetesi bizi basmıyormuş, bir
sorun mu var" dedim, "hayır, hiç bir sorun yok,
daha iki gün önce çeklerini verdik, herhalde size yanlış haber
geldi" dedi.
Mustafa Cesur matbaayı aradı. Haber doğruydu.
Gazeteyi basmıyorlardı.
"Kâğıt yok, basmayacağız" dediler.
Yeniden Başar'ı aradım. Hayır, kâğıt sorunu da yoktu.
Sadece iki günlük kâğıt eksiğimiz vardı. Bizim bir aylık kâğıt
giderimizin Zaman ya da Hürriyet Gazetesi'nin bir günlük giderine
tekabül ettiği düşünülürse "bizim iki günlük kâğıt
eksiğimiz" çok cüzi bir miktardı.
Ne olduğunu anlayabilmek için Mustafa yeniden matbaayı aradı.
Devreye bizim genel müdür Hilmi Bey girdi. O da matbaayı aradı.
Defalarca konuşuldu. Cevap netti. Basmıyorlardı.
Sonra, matbaadan bir yetkili, "sadece dört bin gazete
basarız, nerede istediğinizi söyleyin orada dört bin gazete
basalım" dedi.
Biz ortalama 85 bin gazete basıyoruz günde, dört bin gazete
basmanın bir anlamı yoktu, Mustafa, eski arkadaşı olan matbaa
yöneticisine "böyle vicdansızlık yapmayın, dört bin gazete
basmanın ne anlamı var" dedi.
Defalarca telefondan sonra gazetenin basılmayacağı ortaya
çıktı.
Saat o sırada artık on bir olmuştu. Başka matbaa aradık. Onu da
bulamadık.
Gazete çıkmayacaktı.
Saat ikiye doğru matbaadan yeniden aradılar, "talimat geldi
gazeteyi basacağız" dediler. "Kâğıt yok onun için
basmıyoruz" lafının doğru olmadığını anladık.
O saatte basılan gazetenin Anadolu'ya gitme ihtimali kalmamıştı,
sabaha karşı ikide basılacak bir gazete Anadolu şehirlerine ancak
ertesi akşam varabilirdi.
"Sadece şehirlerde basın" dedik.
Epeyce üzgün bir şekilde dağıldık.
Mustafa Karaalioğlu Yasemin Çongar'a ne
dedi?
Sabahleyin ben gazeteye geldim. Yasemin Çongar aradı: "Şimdi
Star'ın Genel Yayın Müdürü Mustafa Karaalioğlu bana telefon etti,
'Ahmet Bey matbaa müdürlerine bağırmış, oraya gelirsem
matbaayı yakarım demiş, matbaa müdürleri de onun için kızıp
gazeteyi basmamışlar, gazetenin basılmamasının, sizin attığınız AKP
manşetiyle bir ilgisi yok, ben öyle bir şey yapmam,' dedi.
Ben de kendisine, 'biz hep birlikteydik Ahmet Bey matbaadan
kimseyle konuşmadı,' dedim." Bunun üzerine ben Karaalioğlu'nu
aradım.
Başbakan'la birlikte gittiği Libya'dan yeni dönmüştü.
Ona, "ben sizin matbaadan kimseyle konuşmadım, bu
yalan" dedim.
"Onu yanlış söylemişim. Siz bağırmamışsınız, sizin adınıza
arayan biri bağırmış," dedi.
"Benim adıma arayan Mustafa Cesur bütün telefon
konuşmalarını benim yanımdan yaptı, kimseye bağırmadı. Bu da
yalan." "Ben bir daha araştırayım, tekrar
konuşalım" dedi.
Biraz sonra gene aradı.
"Gazetenin basılmamasını siz istemişsiniz"
dedi.
"Matbaadakiler, İstanbul şehri basmayacaklarını
söylemişler, siz de hiçbir yeri basmayın demişsiniz, onun için
basmamışlar." "Bu da yalan" dedim,
"çünkü öyle bir talimat vermedim. Kim, gazetesinin
basılmasına engel olur?" Sonra da asıl düşüncemi
açıkladım.
"Sana bu kadar çok yalan söylediklerine göre biri bilinçli bir şekilde, gazeteyi sabote etmek için basmamış. Aksi takdirde durumu açıklamak için niye birbirini tutmayan bu kadar çok yalan söylesinler?" Karaalioğlu, "bizim gazeteden kimse Taraf \ sabote etmez. Burada benden habersiz böyle bir şey yapamazlar. Bizimkiler, 'bazı yerlerde dört bin gazete eksik basacağız' demişler, siz yanlış anlayıp sadece dört bin gazete basılacağını sanıp, hiçbirini basmayın demişsiniz." "Bu da yalan," dedim, "çünkü matbaayla en az on beş kere konuştular, ben hepsini dinledim, bir konuşma yanlış anlaşılır, on beş konuşma yanlış anlaşılmaz. Gazetenin basılmasını istemesek bir defa söyleriz, neden on beş kere arayıp bastırmak için ısrar edelim?"
Karaalioğlu'na "bir para sorunu mu var" diye de sordum, "hayır, bir para sorunu yok, hepsinin çeklerini ödediniz, kâğıt konusu da önemli değil, çok az bir açığınız var, basılmamasının nedeni bunlar değil, sadece yanlış anlaşılma," dedi.
Ben de "yanlış anlaşılma olamayacağını, artarda bu kadar
çok ve birbirini tutmayan yalanlar söyleyenlerin gazeteyi bilinçli
olarak sabote ettiklerini," tekrar edip gerçeği ortaya
çıkarmasını rica ettim.
Karaalioğlu da gerçeğin sadece "yanlış anlaşılma"
olduğunda ısrar etti.
Benin anladığım Karaalioğlu seyahatteyken "bir el"
gazetenin matbaasına uzandı ve bizim gazetenin basılmasını
engelledi.
"O elin" kimin eli olduğunu birileri
biliyordur.
Yakında hepimiz öğreniriz.
Böyle büyük "mesleki günahların" suçlusu hiçbir
zaman gizli kalmaz.
Bu tür "günahları" da ne gazeteciler affeder, ne
de okurlar affeder.