TANRI ULU MUDUR?
Abone olİslam Düşünürü Ahmed Hulûsi'den geldi bu soru... Peki Hulûsi bu soruyu neden sordu?
Ahmed Hulûsi sorduğu soruya kendi adını taşıyan
www.ahmedhulusi.org sitesinde cevap veriyor:
Yazı: Ahmet HULÛSİ
www.ahmedhulusi.org
DİNLEMEK İÇİN
Tanrı ulu mudur?..
Ne kadar uludur?..
Tanrıya tapınılır mı?..
Kimilerine göre, tanrı vardır gökte bir yerde, arşı
üstünde oturur, uludur; o ulu tanrıya da tapınılır; yoktur ondan
başka tapılacak; çünkü o tek kraldır, pardon tanrıdır gökte!!!
Oysa...
Yeryüzünde yaşamış en muhteşem beyin ve Hakikatin dillenişi olan Allah Rasûlü Muhammed Mustafa’yı ve de açıkladıklarını, çeşitli sebeplerle kavrayamayanların, uydurdukları “tanrısallık” dini, sonu teröre varan bir şiddet anlayışıyla toplumları kuşatmaya başlarken…
Bir kısım düşünen beyinler de, her türlü kavga ve siyaset anlayışından ötede; kendi ebedî yaşamlarını inşâ etmeye çalışmaktalar, “Allah” ve “sünnetullah” isimlerinin işaret ettiği anlamların doğrultusunda.
Bir süre evvel düşünen beyinlere yeniden hız vermek amacıyla şu cümleyi yaymıştım:
“ALLAH” ismiyle neye işâret edildiğini fark etmeye çalışın!
Çünkü, “DİN” kelimesi kapsamındaki her şeyin çıkış noktasının hakkıyla anlaşılması ve değerlendirilebilmesi, “ALLAH” isminin neye işâret ettiğinin fark edilmesine bağlıdır.
“DİN”leri dedikodudan oluşmuş, taklitçi-tekrarcı beyinlerin bu tarz derin düşünsel konulara girmesi, elbette yaratılış programları gereği mümkün değildir! Bu yüzden de onlar, “Yukarıda tanrı var, ölünce biz onun oturduğu yere, huzuruna çıkacağız; o da bizi karşılayıp yargılayarak ya cennetine sokacak ya da cehennemine atacak! Şimdi gökten bizi seyrediyor; ne mezarda sorgu var, ne mahşer, ne kıyamet, ne de sırat!” şeklindeki bir anlayış içinde ömürlerini tüketirler. Zaten bu konuları tartışmaya akıl ve mantık kapasiteleri de müsait değildir! Sadece ezberledikleri, ama birbiriyle bütünleştiremedikleri bilgilerin hamallığıyla ömür tüketmişlerdir.
Oysa…
O, en muhteşem bilinç ve hakikat zuhuru Zât, daha işin başında “Lâ ilahe = Tanrı yoktur” (ve buna bağlı olarak tanrılık kavramı geçersizdir), diyerek; “DİN” olayının, tanrısallık esası üzerine değil, “Allah” ismiyle işâret ettiği üzerine, kurulu olduğuna dikkat çekmiştir!
Özellikle “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” isimli kitabımda ve diğer yazılarımda bu konuyu vurgulamaya çalıştım.
Bu yazımda ise “ALLAH İSMİYLE NEYE İŞARET EDİLİYOR” konusuna biraz daha farklı bir açıdan yaklaşmak istiyorum.
Bu konuda şu iki hususa çok iyi dikkat etmeliyiz:
“ALLAH âlemlerden Ganî’dir” âyeti vurgusuyla evrensellik ve boyutsallık noktasından öteye dikkatlerin yönlendirilmesi…
“ALLAH âlemlerin RABBİ’dir” işaretiyle, her algıladığımız veya algılayamadığımız zerrede, dilediği gibi açığa çıkanın; ve dahi kendisi dışında varlık müşahede edilemeyeceğinin, vurgulanışı yanında…
String teorisi, derin düşünebilme yetisi olan beyinlere, evren içre evrenler gerçeğini boyutsal derinlikli “TEK KARE RESİM” olarak fark ettirmeğe çalışırken…
Holografik evren gerçeği de, her zerre olarak algılanan, gerçekteki “tek kare resmin” her bir noktasının, tümel TEK’in açığa çıkış seyrinden başka bir şey olmadığını vurgulamaktadır!
Fili tanımaya koşuşan körlerin her birinin, fili bir yerinden tutuşu ve tuttukları organa göre fili tarif edişleri örneğindeki gibi; gerek bilim dünyası ve gerekse mistik dünya insanları, tanrıyı bir yerlere veya kendi içlerine oturtmaya çalışmakta iken; Hakikat Güneşinin mesajını anlamış bulunan beyinler, tenzih-teşbih dengesinde Vahdeti yaşayarak sonsuzluğa kanat açmaktadırlar.
Gelin önce âfâka (ufuklara), yani evrensel boyuta bir bakış atalım…
Dikkat!
Unutmayalım ki…
Ya da…
Fark edelim ki…
Tüm bu sorgulamaları, evrendeki sayısız ve sınırsız dalga boylu okyanus içinde, sadece santimetrenin onbinde 4’ü ilâ 7’si arasındaki dalga boylarını beynimize aktarabilen gözümüze GÖRE yapmaktayız…
Ya biraz daha kapsamlı algılayan organımız olsaydı!?
Neyse…
Hiç olmazsa bunu da hatırlayarak irdeleyelim konuyu…
1 milyon 303 bin dünya büyüklüğünde bir yıldız (güneş) çevresindeki uydu üzerinde yaşıyor ve evrenin sırrını çözmeye çalışıyoruz!.. 1 milyon 303 bin Dünya büyüklüğünde olan o yıldız yanı sıra, 400 milyarının daha varolduğunu saymış bilim adamları Samanyolu Galaksisinde... Hani şu varoşlarında yaşadığımız Galakside… Milyarlarca galaksi hesap edilmiş evrenimizin algıladığımız kadarında; her biri kendi içinde milyarlarca yıldızı barındıran…
Milyarlar kere milyarlar… Galaksiler… Yıldızlar… Parlayan veya sönük olan bize GÖRE!..
Tanrı bunun neresinde? Tapınılacak ulu tanrı; yanına varılıp konuşulacak tanrı; kendisinden başka tapınılacak olmayan ulu tanrı; ya da oğlunu(!) yanından yeryüzüne yollayan tanrı!!! Bu sonsuzluğun, neresinde oturmakta?
Neyse devam edelim…
Tüm bu, hayâlin alamayacağı, sadece rakamların tekrarlandığı boyutlardaki bir evrende lokalize olmuş “tanrı” anlayışını; veya bu anlayışa “ALLAH” ismini etiketleyenleri bir yana bırakıp; konuyu deşmeye devam edelim...
Bilim göstermiştir ki, milyar kere milyarlarca ve milyarlarca(!?) yıldızlar, aslında birbirinden kopuk, bağımsız bir halde boşlukta gezmiyorlar! Aralarında bir madde var gözümüzün göremediği! Her şey birbirine bağlı bir ara madde(!) ile, ve dahi gerçekte, evren tek bir bütün, onu algılayabilecek bir göze veya beyne veya bir bilince göre!..
Tek bir yapı, tek bir organik yapı evren; canlı, şuurlu!.. Uzay, bu şuurun bedeni!.. Hani şu eskilerin, “Allah’a ait ilim sıfatı” diye işaret ettikleri; “evrensel şuur-kozmik bilinç” adı altında açığa çıkış, Uzay ve sînesinde barındırdıkları!
Bilim derin daldı milyar kere milyar kere milyarlarca yıldızdan birinin içine… Baktı, yıldız adını verdiği kitle, yüz küsur atomdan bir kısmının bileşik hâli imiş meğer!
Hızını alamadı daha da derinlere inmeye çalıştı…
Onyüzbinmilyarlarca büyüklük ve küçüklük arasında turlayıp durdu… Proton ismini taktı, kuark ismini taktı, “string” ismini taktı çeşitli oransal büyüklükler olarak algıladığı terkiplere…
Bir kuark bir dünya büyüklüğü ise, dünya üzerindeki bir ağaç büyüklüğüdür “string” dedi…
Kuark, protona göre ne; proton, atoma göre ne; atom, dünyaya göre ne; dünya, yıldıza göre ne; yıldız, galaksiye göre ne; galaksi, evrene göre ne?.. Gel sen, yanına gidip huzuruna çıkacağın, seninle konuşup hesaba çekecek olan o Tanrını oturt istersen bunların arasında bir yere!.. Sonra da ister yolladığı oğluyla(!) muhatap ol, ister yeryüzünden seçip yolladığı postacılarıyla, elçileriyle, peygamberleriyle!!!
Fesubhanallah!.. Fe tebârekallahu ahsenül Halikiyn!.
İşte burada akıl çivileri attı bazılarının!.
Düşündüler...
Anlam veremediler!
ATEİST oldular!.. “Tanrı” ve “tanrılık” kavramını reddedip!
Akılları, bu sonsuz büyüklük ve küçüklük arasında şaşkına döndü… “Olmaz, n’olamaz, “tanrı” yoktur, din dedikleri de masaldır, afyondur! Akıllı kişilerin, toplumları uyutmak ya da gütmek için uydurmasıdır din” noktasında karar kıldılar!.
Haklı yanları vardı elbette; ama fark edemedikleri pek çok gerçeklik; deşifre edemedikleri çok fazla şifreler, mesajlar ve kodlar da vardı fark edebildiklerinin çok ötesinde…
Muhammedî şifre ve kodlara, kendilerine ulaşan şeklinden, ambalajından dolayı gereken değeri ve önemi veremedikleri için, evrensel gerçeklikleri değerlendiremediler.
Yeryüzüne gelmiş en muhteşem bilinç okyanusunun kıyısında, kumlarla oynayıp, okyanusun ihtiva ettiği güzellikleri tadamadılar; derinliklerindeki gizlere ulaşamadılar!.
TEK karelik evrensel resmin sahip olduğu şuurun (insan-ı kâmil), yeryüzündeki “halifesi” durumundaki bilinç olduklarını fark edip; evrensel şuur ile bir bütün olduklarını ve bunun getirisini yaşayamadan geçip gittiler bu dünyadan… Yalnızca bedensel zevklerle sınırlı kalarak!.
Yaşayamadılar “AŞK” denileni! Yaşayamadılar sevgiyi ve karşılıksız vermenin zevkini… “Veren Allah’tır”daki benliğin “yok”luğunu yaşamanın hazzını!. Yaradılışlarında olmadığı için, karşılıksız verme kavramını ve olayını anlayamadılar! Tanrının yokluğunu farketmekle perdelendiler, özlerindeki, sonsuzluk boyutundan ve evrensel şuurdan!.
Oysa…
Sır…
Derûnunda “GİZ”li idi her bir birimin!.
HOLOGRAFİK EVREN gerçekliği, bilim dünyasında “Âlemlerin Rabbı ALLAH’tır” gerçeğini-sistemini deşifre ederken; evrensel ruhtaki (RUH adlı melek) şuurun, her zerrede, o zerrenin yapısına göre açığa çıkmakta olduğunu vurgularken; düşünemediler bunların sonuçlarını...
“Zerre küllün aynasıdır” benzetmesiyle, en muhteşem evrensel gerçekliği 1400 küsur yıl önce insanlığa bildiren O yüce Zât’ın mesajını kavrayamadılar, değerlendiremediler...
“Ahad” ve Samed” tanımlamalarıyla kendini, Rasûlullah adı ve kisvesi altında açıklayanın seslenişini işitemediler, “holografik gerçekliğin” ne olduğunu kapsamlı düşünemedikleri için!. Zerrede yansıyan küllü, mikroda açığa çıkan tümel Tek’i fark edemediler!
Oysa işin sırrı, evren içre evrenler gerçeğini açıklayan “string teorisi” ile “holografik evren” gerçekliğini bir arada düşünerek, Mutlak TEK’liğin açılımını fark edebilmekte gizliydi...
“Subhanallah” kavramının, string boyutundaki stringlerin altı yönlü hareketiyle, evren içre evrenlerin “her an yeni bir şan” alışının dillenişi olduğuna...
“Elhamdulillah”ın, bu boyuttaki tekil hareketin (çokluktaki tekilliğin), ancak, onu meydana getiren tarafından değerlendirilebileceğinin dile gelişi olduğuna...
“Allahuekber”in, “tanrı uludur” demek olmadığını, bu yüzden ezanın böyle Türkçeleştirilemeyeceğine; sonsuz boyutları ilminde yaratanın, yaratılmış ilimle kavranamayacağına, işaret ettiğini...
Hiç düşünmediler… Akıllarına hayallerine bile getiremediler!
“Arşı taşıyan meleklerin tesbihidir bu” denildiğinde, varlığın oluşumundaki derinlikleri fark etmek yerine, gökte oturan tanrının koltuğudur arş, demeyi daha kolay veya yerinde gördüler!..
Evet…
Evren içre boyutsal evrenler, paralel evrenler, bir evrende olup bitenin diğer evrende açığa çıkması (suya atılan taşın yayılan dalgası gibi), ya da aynı anda değişik evrenlerde yer alan aynı bilinç türünden yaklaşımlar; hakikati noktasından hareketle “külden zerreye gidişi” ifade etmektedir…
“Tüm çokluk görüntüsü (algılayandan kaynaklanan), gerçekte, TEK şuurun (ilmin), her mikroda, onun yapısal özelliğine göre açığa çıkmasıdır” gerçeğini vurgulamaktaydı “holografik gerçeklik”…
İyi, peki bütün bunlar hoş da...
O zaman gelelim “peygamber neden gelmiş; kuran neden inmiş; tanrı yoksa kime hesap verilecek; berzah, mahşer, sırat, kıyamet masal mı; bizi kim cehenneme atacak ya da cennete sokacak” sorularına… Adaletin bu mu tanrı; 60 yıl yaşatıp 600 bin milyon milyar sene yakacaksın; bu ne biçim adalet” falan lâkırdılarına...
Akıl çivisi olmayan, tahtaları bir araya bağlayıp tekne yapamaz ve okyanusa da açılamaz!. O zaman da, tahta parçaları denizde kopuk kopuk kalır. Ancak bir tanesine tutunup belki hayatta kalabilir!.
Bu konuyu çözmenin sırrını eskiler şöyle açıklamaya çalışmışlar o günün mecazları arasında:
“Kul Allah’a eremez, Allah kulunu kendine erdirmedikçe!”
Bunu günümüzde yıllar önce şöyle açıklamaya çalışmıştık…
“Çokluktan TEK’liğe giden yol kapalıdır; TEK’ten çoka bakmasını öğrenenler sırlara ererler!”
Allah Rasûlü Muhammed Mustafa’yı, gökteki arş üzerinde oturan tanrının, tahtını taşıyan kanatlı melekleriyle yeryüzünde seçilmiş özel ulak peygamberi şeklinde kabullenen ilahiyatçıların kapasitesiyle değerlendirenler, elbette ki yukarıda sıraladığımız sayısız soru dalgaları arasında bocalayıp kalacaklardır.
Sistemi ve düzeni kavrayamayan sınırlı düşünce sahipleri, “DİN”i dogma olarak kabullenirler!.
“ALLAH” ismiyle neye işâret edildiğini fark edemedikleri için, “tek tanrılı bir dindir İslâm” derler!.
“Lâ ilâhe….” mesajını algılayamamışlardır.
Bu yüzden de kabullenişlerini, gökte tanrı, yerde özel ulak postacı peygamber anlayışı üzerine bina etmişlerdir!
“İslâm” kitabındaki “Materyalist Müslümanlık” başlıklı yazımda işaret ettiğim üzere, her şeyi beş duyu - madde boyutuyla ele almış, anlamaya çalışmışlardır.
Olayın, noktadan açılan string konisi içinde açığa çıkan şuursal algılamanın sonsuzluğu şeklinde, sonsuzluk yolculuğu olduğunu, hiç fark edememişlerdir.
Evren içre evrenlerin, tek bir noktanın konisel projeksiyonu olduğunu kavrayabilmek; ayrıca, içinde bulunan her şeyin dahi, o projeksiyon içindeki kendi noktasından oluşan konisel bir projeksiyon olduğunu algılayabilmek!
Bunun ötesinde, bilinmeli ki, evren içre evrenleri oluşturan stringler projeksiyonunun meydana geldiği nokta, sonsuzluk platformundaki sonsuz noktalardan yalnızca biri mesabesindedir!.
İşte “ALLAH“ ismiyle, bu sonsuz noktaları kapsayan ve her bir “nokta”dan sonsuz âlemler yaratana işaret edilmektedir ki, bu özellik “EKBER” kelimesiyle anlatılmaya çalışılmıştır.
Bu yüzdendir ki, Kurân-ı Kerîm’de “Allah’ın âlemlerden Ganî oluşu” vurgulanmıştır. (Ganî: Algılananla sınırlı olmaktan beri olan!)
Evren içre evrenler, adeta koni içre koniler olması itibariyle, ortak bir “nokta”dan varlıklarını almaktadırlar.
Çünkü “nokta”nın varlığı, “ilim sıfatı” diye anlatılan “nokta”lar düzlemindeki, ilmî-şuursal açılımlardır. “Akl-ı evvel” diye bahsedilen, ilim sıfatının “nokta”daki şuursal açılımıdır.
Holografik gerçeklik doğrultusunda tüm konisel projeksiyonlar ve bunun hâsılası olan “göresel bilinçler”, varlıklarını, kendi derûnlarındaki “nokta”larından alırlar. “Allah âlemlerin Rabbidir” işareti de, müşahede edebildiğimiz kadarıyla bize bunu anlatır...
İşte bütün bu gerçeklikler doğrultusunda…
Allah Rasûlü Muhteşem Bilinç, bize, içinde yaşadığımız, “sünnetullah” denen sistem ve düzenin yapısını anlatmıştır; kendindeki Hakikat “nokta”sından, bilincine gelen Cebrâil’î kuvve bilgisi doğrultusunda; “İKRA” hükmüyle “OKU”yarak sistemi ve “sünnetullah”ı!..
Bildirmiştir ki Allah Rasûlü ve son Nebîsi Muhammed Mustafa aleyhisselâm…
Tanrı yoktur ve tanrılık kavramı sözkonusu değildir; yalnızca ALLAH ismiyle işaret edilen vardır! ALLAH, tapınılacak dışımızdaki bir tanrı değil, kulluk edilen özümüzdeki Rabbimizdir (varlığımızı meydana getirip her an onu yeni hale sokan).
Dünya yaşamı süresince kişiden ne yolda bir kulluk açığa çıkmışsa (düşünsel-bedensel), ötesinde (âhıretinde) bunun getirisini-sonuçlarını yaşayacaktır.
Kabir âlemi haktır; bu boyuta geçen kişi dünyada yaşadıklarıyla geçtiği boyutun gerçekliğini sorgulayacaktır kendisindeki melekî kuvvelerle... Sorgu melekleri dışardan gelmeyecektir; kendi varlığında mevcuttur ve açığa çıkacaktır.
Kabir azabı ve kâbir cenneti haktır. Otomatik yaşanacaktır, kaçınılmazdır.
Kıyamet kopacaktır! Dünya eriyip yok olacaktır! Tüm insan ruhları, bilinçli olarak, bir ortamda toplanacaktır. O ortamda kişiler dünyada inandıklarına göre topluluklar oluşturacak ve inandıkları kişinin peşinden gideceklerdir.
Cehennem o ortamdaki tüm insanların içine girecekleri bir ortamdır. Mahşerden çıkanlar, cehennem ismiyle tanımlanan boyut veya ortamdan geçecekler ki bu yol “sırat”; çıkabilenler bir başka boyutta (cennet) yaşamlarına devam edeceklerdir sonsuza dek...
Bu konuda detaylı bilgi “İNSAN VE SIRLARI” isimli 1985 yılında yazmış olduğum kitapta mevcuttur.
Bu bir süreçtir. Herkes bunu yaşayacaktır Allah Rasûlü’ne göre…
Dünya yaşamında insana “ibadet” adı altında tavsiye edilen tüm çalışmalar, hep insanın ölüm ötesi yaşamda sıkıntı çekmemesi ve geleceğinin daha güzel olması içindir. Yapılacak çalışmaların gökteki tanrıya yaranmakla ilgisi yoktur. Hasta olmamak için tedbir almak veya hasta olunca iyi olmak için ilaç almak neyse, ölüm ötesi yaşam için de bu çalışmaları yapmak ve o ortama kendini hazırlamak aynı şeydir. Kişi ne yapacaksa kendi için yapacaktır.
Yukarıda kimse yoktur yaratılmışlardan başka!.
Kişi Rabbini kendi derûnunda keşfedecektir!.
Ölümü TADARAK boyut değiştiren kimse, yaşamın ve bulunduğu boyutun gerçekliğine göre, kendi kendini sorgulayacaktır derûnu itibariyle ki, bu durum “hesaba çekilmek” şeklinde tavsif edilmiştir!. “O gün hesap görücü olarak nefsin yeter” âyeti bu gerçeği vurgulamaktadır.
Zerre kadar hayır işleyen bunun karşılığını görecek, zerre kadar kötülük yapan da bunun sonuçlarını kaçınılmaz biçimde yaşayacaktır. Zelzele suresi bir kere daha ölüm tadıldıktan sonra yaşanacaktır.
Bunları bilmemek veya duymamış olmak gibi bir mazerete yer yoktur sistemde!
Çünkü mazeret serdedilecek bir tanrı yoktur kimsenin karşısında!
İşte dostum anlatılabilir kadarıyla, “DİN” olayının geçmişteki mecâzlarla bezenmiş anlatımının, çağımız gerçekleri ışığındaki bir kısım kodları...
Yaşam senin yaşamın!. Ne yapacağına kendi aklınla kendin karar ver! Olayı kendin değerlendir!
İster Allah Rasûlü’nün dediklerini değerlendir; ister onun dışında bir yol seç kendine!.. Tercih senin; sonucuna katlanmak da sana ait olacak!. Bu yüzden de DİN zorlama kabul etmez. Herkes kendi aklının getirisini ve sonuçlarını yaşar. Kimsenin kendi inancını zorla başkasına kabul ettirmesi mümkün değildir.
“Din dogmadır, bilimle açıklanmaz; din ve bilim ayrı şeylerdir; dini bilimle bütünleştirmek saçmalıktır” diyen aydınlarımıza(?) selâm olsun!.
Bu vesile ile, Ramazan Bayramı hepimize bereketli olsun.