Tamer Karadağlı'nın bilinmeyen yönleri
Abone olTamer Karadağlı: "Brokoli ve parmak arası terliğe tahammül edemiyorum.."dedi ve daha fazlasını anlattı
Hürriyet gazetesinin haberine göre Tamer
Karadağlı'nın bilinmeyenleri...
Siz en son bundan on yıl önce Haluk Bilginer Ve Zuhal Olcay’la
‘Dolu Düşün Boş Konuş’ oyununda rol almıştınız.
Oooooo! Sıkı tiyatro takipçisiyiz galiba. Evet ‘Bu Bir Efsane Cahide’ müzikalinden sonra en son Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’la ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ adlı oyunu oynayıp ara vermiştim tiyatroya.
Diziler, filmler… Ve on yıllık aradan sonra ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ ile tiyatroda… Nasıl dahil oldunuz bu projeye? Tiyatro Kedi ile bir araya gelmeniz nasıl…
Bir kere 10 yıl ara vermem ciddi bir süre. Dediğiniz gibi 10 yıl önce ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ oyunundan önce ‘Bu Bir Efsane Cahide’ müzikalinde oynadım Nükhet Duru’yla beraber. Yine Hakan Altıner sahnelemişti. İstanbul’a ilk gelişim o oyunla oldu. Benim İstanbul’a gelmeme sebeptir Hakan Altıner ve eşi İpek. Çünkü o ara Ankara’da ‘Ferhunde Hanımlar’ dizisini çekiyorduk. Çağırdılar. O günlerden bugünlere…
Bu kadar aradan sonra tiyatroya dönmek ne
gibi durumları beraberinde getiriyor?
10 yıl… Çok heyecanlandım tabii. Heyecan var, korku var, çekince var. ‘Acaba hâlâ sahne enerjim var mı, sahne korkum oluşacak mı’ endişesi… Çünkü ne kadar uzaklaşırsanız, ara verirseniz o kadar uzaklaşıyorsunuz. Bu da ciddi bir baskı yaratıyor. Güzel bir baskı yarattı bende. Hakan Altıner’in olması çok önemli ve kadro da…
Tiyatro Kedi’nin bu rol için sizi düşünmesi nasıl olmuş?
‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı ben okulda oynamıştım. Hakan (Altıner) beni gelip okulda bu oyunda seyretmişti. Orada Oberon’u oynuyordum. Hakan beni bu oyunda ‘Oberon’u oynamak için çağırmıştı. Ben ‘Oberon’u konservatuarda oynadığım için başka bir rol istedim. Bir değişiklik yaptık ve ben ‘Dokumacı Mekik’ olarak… ‘Oberon’u İsmet Üstekin oynuyor, çok da güzel oynuyor kadro da çok iyi.
KÖTÜ OLAN DAHA CAZİPTİR!
Canlandırdığınız ‘Dokumacı Mekik’ her rolü oynamak isteyen ama başarılı olamayan kötü bir oyuncu. İyi karakterleri oynamak bazı oyuncuları sıkıyor. Kötüyü oynamak daha mı yaratıcı kılıyor oyuncuyu?
Her rolün tadı ayrı. Ama kötü daha caziptir. Kötü değil de… Marlon Brando bir mafya babasını oynuyor Godfather’a baktığınızda. Mafyayı sunmak doğru bir şey değil ama ondaki kötü olsa bile ondaki insancıl, iyi tarafları ortaya çıkarmak daha cazip gelebiliyor. Evet ben de zaman zaman oynayabilirim. ‘Mekik’ iyi oynadığını zannediyor zaman zaman sakil olabiliyor.
OYUNUN BÜTÜN SÖZLERİNİ UNUTTUM! İLK REPLİĞİMİ SÖYLEYENE KADAR HAKİKATEN TİTRİYORDUM!
Bu oyunun sizin için bir özelliği daha var. Siz konservatuardan bu oyunla mezun olmuşsunuz. Yıllar sora aynı eserle seyirciler karşısında oynamanın heyecanı… Oyunun prömiyerindeki heyecanınızın yanı sıra, oynarken içinizden taşan hisler nelerdi?
O kadar çok his vardı ki içimden taşan. O kadar heyecanlıydım ki… Özellikle de ilk oyunda… Sahneye çıktım, ilk repliğimi söyleyene kadar hakikaten titriyordum. Acayip bir heyecan… Merdivenlerden aşağı inene kadar bir anda oyunun bütün sözlerini unuttum. Başıma ağrılar girmeye, midem bulanmaya başladı. İlk repliği söyledim ve devamı geldi.
Özlemiş misiniz sahneyi?
Çok özlemişim. Ama bu zamana kadar içime sinen bir oyun olmadı. Bu oyunu kabul etmemin birkaç sebebi var. Birincisi Shakespeare olması, ikincisi Tiyatro Kedi olması, Hakan Altınerin olması, İpek Kadılar Altıner’in olması, bu ekibin olması…
AŞKLARDA EŞEKLİĞİN BAKİ KALMASININ NEDENİ
İNSAN DOĞASI!
Oyunda eşek de oluyorsunuz. Büyük heyecanlarla başlanan aşklardan
genelde neden eşeklik baki kalıyor geriye?
İnsan doğası… Shakespaere bunu çok iyi gözlemlemiş. Kitabını yazmış
bu işin. Seviyoruz, seviliyoruz, ayrılıyoruz, üzülüyoruz. Bir
şeyler öğreniyoruz ama çok küçük adımlarla ilerliyoruz.
AŞKI, GÖNLÜNÜZDEKİ ÇEKMECEDE GÜZEL BİR ŞEKİLDE SAKLAYABİLMEKTİR
ÖNEMLİ OLAN!
Oyunda bir büyü sonunda yanlış anlamaların yanı sıra aşk da
karışıyor. Peki bir büyü müdür aşk? Nedir aşk büyüsünün Tamer
Karadağlı’ya kattıkları…
Aaaahhh… Neler katmadı ki ve neler almadı ki… Olsun, bunlar çok güzel duygular. İnsanın ayağını yerden kesen duygularsa bu, mutlaka yaşanmalı. Dünyada aşkın kötü bir şey olduğunu söyleyecek kimse olduğunu da sanmıyorum. Aşk güzel bir şeydir. Ne aşktır, ne aşk değildir, kimse bilmiyor. Förmülü de yok. Kim kime aşık olur? Niye aşık oluruz? Bunların förmülü yok.
İYİ Kİ ARZU’YA AŞIK OLMUŞUM!
Förmülü olmadığı gibi kimyasal bir olay…
Aynen öyle… Kimyasal bir şeydir, iki kimya birbirine karışıyor. İyi ki Arzu’ya (Balkan) aşık olmuşum ki bir meleğe sahip oldum. Ve o kadar büyük bir duyguymuş ki Tanrı bana bir tane daha verdi. Bu çok güzel bir şey. Tabii ki insan hayatta birçok evre, aşklar yaşayabilir.
Önemli olan yaşanan aşkı hep güzel ve tebessümle anmak belki de.
Aynen dediğin gibi… Yaşamışsanız gönlünüzdeki çekmecede güzel bir şekilde saklayabilmektir önemli olan.
TEBESSÜMLE BAKMAK LAZIM DİKİZ AYNASINA!
Mutlu sonla bitmeyen aşklar…
Her aşk mutlu sonla bitmeyebilir. Geriye dönüp baktığınızda tebessümle anabiliyorsanız önemlisi odur. Yoksa tabiî ki üzüntüler yaşamışızdır, ayrılıklar yaşamışızdır, ama her şey insanlar için. Tebessümle bakmak lazım dikiz aynasına.
Aslında bu rol, sizin imajınıza ters ama başarıyla altından kalktığınız görülüyor. Zıt karakterleri canlandırmak avantaj mıdır – dezavantaj mıdır bir oyuncu için?
Tiyatroda büyük bir avantajdır bu. Burada ben özellikle istedim bu rolü. Çünkü tiyatro bambaşkadır. Televizyon izleyicisi için biraz farklı gelebilir ama biz bu kontrast için eğitim aldık yıllarca. Bunun için zıt karakterleri oynayabilmeyi ben avantaj olarak görüyorum. Çünkü televizyonda, sinemada oynayamayacağımız rolleri tiyatroda dilediğimizce, gönlümüzce oynayabiliyoruz.
Shakespeare’in eserlerine baktığınızda; uyum, simetri, denge üçgeninden başka neler buluyorsunuz bir oyuncu olarak?
Çok güncel… Yani yıllar sonra bile aynı
şeyleri görebiliyoruz. Oyunda bir replik var. ‘Kızı ya kendi
istediği insanla evlenir ya da ölümün kucağına bırakır kendini!’
Bu, Doğu’da hâlâ yaşanan bir şey. Dolayısıyla Shakespeare çok iyi
gözlemlemiş insanları. Güncelliğini koruyor ve güncel olması
herkesi büyülüyor ve daha yıllarca da oynanacak.
Dünyada ilk defa bir Shakespeare oyunu müzikal versiyonuyla
sahneleniyor. Bir komedi klasiğini müzikale dönüştürerek
izleyenlere sunuyorsunuz. Komediye müzikal boyut da katmanın oyuna
kattığı avantajlar ve dezavantajlar neler?
Evet aslı müzikal değil. Ama Shakespeare’in oyunlarının avantajı ve
en güzel tarafı da budur. Her şekle sokulabiliyor. Dünyanın birçok
ülkesinde oynanabiliyor, Japon geleneksel tiyatro tarzıyla
oynanabiliyor. İngiltere’de her şekilde punk olarak da ‘Hamlet’i
oynuyorlar.
Bu oyunda Shakespeare eserlerindeki o ağırlık daha akıcı hale
getirilmiş sanki.
Evet, doğru gözlem… Bu da o eserlerin çok değişik şekillerde
yorumlanabiliyor olmasından… Bu bir avantaj çünkü dediğin gibi
Shakespeare oyunlarının bir ağırlığı vardır ya onu daha rahat
izlenir, daha akıcı, daha tempolu şekle getirerek o ağırlığı aldık
oyunun üstünden.
Şimdi ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ oyunundasınız. Siz Shakespeare’nin ‘Kuru Gürültü’ oyununu hem Türkçe hem İngilizce oynadınız konservatuarda.
Evet… ‘Kuru Gürültü’ oyunu ben tiyatro bölümüne girerken benim sınav parçamdı. Hem İngilizce hem Türkçe hazırladım. Sınavda önce İngilizcesini oynadım. Rahmetli Cüneyt Gökçer hocam o gür sesiyle “Şekerim, bunun Türkçesini de hazırladın mı” dedi, o yemyeşil gözleriyle. “Evet hocam hazırladım” dedim. “Görelim bakalım” dedi. O şekilde…
Sizin bir şansınız da tiyatrodaki usta isimlerin hocanız olması ve onlarla çalışmanız…
Aynen öyle Melike… İyi hocalarla çalışmalarım oldu. Hocaların hocası Cüneyt Gökçer, şu anda Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olan Lemi Bilgin benim hocamdı. Leyla Barutçu, Çetin Tekindor hocalarımdı.
EĞİTİM BİZDEKİ FAZLALIKLARI, ÇAPAKLARI
TEMİZLİYOR!
Konservatuarda eğitimini alıyorsunuz ama sahnenin öğrettikleri…
Eğitim yetenek katmıyor. Eğitim bizdeki fazlalıkları, çapakları
temizliyor!
Canlandıracağınız bir karakteri üzerinize giyinirken gözlem dışında ne tür kesip biçmeler yapıyorsunuz?
Kesmeler, biçmeler… Kendimizden bir şeyler katmalar… Mutlaka katıyoruz. Çünkü o rolü yorumlayan biz oluyoruz. Bu nedenle kendimizden ufak da olsa mutlaka bir şeyler katıyoruz.
Bu kendinizden kattıklarınız bilinçli ya da bilinçsiz sızıyor o karaktere.
Tabii. Çünkü zaten yazarın ve rejisörün yönlendirmeleriyle… Çünkü elinizde bir text var. Yönetmen o texti yorumluyor, siz de bir şey katıyorsunuz ve harmanlıyorsunuz ve en doğru şekilde sahneye koyuyorsunuz.
Sizin çocukluğunuz Amerika’da geçmiş.
Araştırılmışım… Doğru… Amerika yılları…
Küçük yaşlarda gidip yaşadığınız Amerika dönüşünüzde iki kültür arasında çok bocalamalar yaşadınız mı? Yaşadıysanız nasıl üstesinden geldiniz bunun?
Ooo, neler yaşamadım ki… 3. sınıfta Türkiye’ye gelmiştim. Hem de neler neler yaşadım. O kadar çok şey yaşadım ki… İşin komiği şöyle… Türkiye’de iken Amerikalı gibiydim, Amerika’da iken Amerika’da yaşayan Türk oluyordum. Lisedeyken tekrar gittim.
Çok bocaladınız mı?
Bocaladım. İlk başta bir anda başka bir kültüre adapte olamıyorsunuz. Lisede Amerika’ya gittiğimde tekrar adapte olma sorunu yaşadım.
AMERİKA’YA GİTMEKTEN ÇOK DÖNMESİ KEYİFLİ!
Hem adapte olma durumu hem kültür şoku…
Aynen… Amerika’da okumak istiyorum diye annem beni götürmüştü. Ama oraya gittiğimde ‘Bir dakika yahu hiç öyle istediğim bir şey değil’ dedim. Türkiye’yi özledim tekrar döndüm. Ama Ankara’ya… Ama şu var. Hâlâ Amerika’ya gidip gelirim ama gitmekten çok dönmesi keyifli oluyor. Gidiyoruz, geliyoruz.
Amerika demişken… Siz 2007’de, Hollywood’da Jon Keeyes’in yönettiği Ölümle Dans (Living & Dying) filminde rol aldınız. Devamı gelecek mi Hollywood macerasının?
Ölümle Dans’ta rol aldım dediğin gibi… Bundan sonra da olursa ne âlâ olmazsa da üzülmem. Onu da gitmeyenler hayal etsin.
HOLLYWOOD’DA BİR DAHA OYNARSAM BALLI KAYMAK OLUR!
Ben muradıma erdim diyorsunuz yani.
E tabii. Hepimiz birçok şey hayal
ediyoruz. Bazıları gerçekleştiriyor, bazıları… Ben hayalimi
gerçekleştirdim. Herkes hayallerinin peşinden gitsin. Önemli olan
hayal etmektir zaten. Her şey hayal etmekle başlıyor. Hollywood’da
film çekmeyi hayal etmiştim, gerçekleşti. Ha bir daha olursa ballı
kaymak olur. Şu anda öyle bir hırsım yok. Türkiye’de bir şeyler
yapmak daha güzel.
Lise yıllarında Ankara’da okulu asıp sinemalara abone olmuşsunuz.
Peki neydi sizi oyuncu olmaya iten ve ‘Oyuncu olmalıyım’
dedirten?
Valla o kadar çok film izliyordum ki… Seyrettiğim filmlerdeki karakterler çok ilginç geliyordu. Aslında çok entel dantel cevaplar vermeyeyim; para vardır bu işte diye girdim. Oyunculuk az çalışır çok kazanırım diye düşündüm.
OYUNCULUK BİLİNÇALTINA HİTAP EDEN BİR MESLEK!
Ama tiyatrocular az para kazanır diye biliyoruz.
Yanılmışız valla. (Kahkahalar…) Tabii bu işin esprisi… Ben öyle masa başı ve bilince yönelik işler yapabileceğimi sanmıyorum. Bizim işimiz, mesleğimiz bilinçaltına hitap eden bir meslek. Daha renkli, daha cazip. İşte bundan dolayı oyuncu olmayı kafama koydum.
Birçok oyuncuya genelde hep aynı roller verilerek, belli kalıplara sokuluyor farklı rollerde oynatmak yerine. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Alışılmışın dışına çıkmak istemiyor kimse. Yani eğer bir rolden ekmek geliyorsa…
Kolaya kaçmak belki de.
Evet kolaya kaçmak… Bu, oyuncu için de geçerli. Oyuncu da başka bir riske girmek istemiyor ve daha kolay bir şekilde çalışıyor.
SAHNEYİ VAZGEÇİLMEZ KILAN, İŞ DİSİPLİNİYLE
İÇ DİSİPLİNİ ÇOK GÜZEL BİR ŞEKİLDE BİRBİRİNE GEÇİRMESİ!
Bir de şu var. Aktörlükte, filmler, diziler… Ama sahne bambaşka
sanırım. Sizin gözünüzde nedir sahnenin farkı? Nedir oyuncu için
sahneyi vazgeçilmez kılanlar? Alkışlar mı mesela?
Alkışlar zaten tiyatroya girmek istediğimiz zaman istediğimiz
şeyler… Niye oyuncu oluyoruz? Alkışlanalım, beğenilenim, takdir
edilelim diye… Sahneyi vazgeçilmez kılan, iş disiplinle iç
disiplini çok güzel bir şekilde birbirine geçirmesi! Unun dışında
canlı, interaktif bir olay tiyatro. tiyatroya çıktığınızda yüzlerce
göz üzerinizde... Film veya dizi çekerken tekrar yapabiliyorsunuz,
en iyi sahneyi yakalayabiliyorsunuz, tiyatroda o şans yok.
Tiyatroda her şey o anda olup bitiyor. Dün akşam oynarken her türlü
aksilik oldu. Ama her türlü aksilik… Elektrikler kesildi, piyano
çalmamaya başladı, kızlar müziksiz şarkı söylemeye başladı. Ama hiç
açık verilmedi, toparlandı.
TİYATRO, SİNEMA, DİZİ AYNI HAVUZDA DEĞİŞİK KULVARLAR!
İşte o adrenalini, heyecanı yaşamak…
Hem de nasıl… O, müthiş bir adrenalin. Hiçbir şeye benzemiyor.
Bizim mesleğimiz oyunculuk; tiyatro, sinema, dizi aynı havuzda
değişik kulvarlar. Oyuncu da zekasıyla aradaki farkı kafasında
çeviriyor.
7. sanat denilen sinemanın diğer sanatlarla olan etkileşimini göz önüne alırsak, tiyatro kökenli olmanızın sinemaya olan yansımaları ve farklılıkları nelerdir?
Bir kere tabiî ki sinema artık çok hayatımızda ama tiyatro bir oyuncunun kendi enstrümanını tanıması ve neler yapabileceğini bilmesi, paletindeki değişik renkleri kullanabilmesi, o renkleri birbirine karıştırabilmesi çok önemli. Mutlaka aldığımız tiyatro eğitiminin hem sinemada hem dizilerde faydasını görüyoruz. Görmememiz mümkün değil.
Sizce sinema sanatında oyuncunun yönetmene teslim olması mı yoksa oyuncunun tüm yaratma cesaretiyle özgür kalması mı filmi esaslı kılar?
İkisinin arası olmalı bence. Yani herhangi bir yönetmenle çalışırken bana bir şey söylediğinde, şöyle şöyle dediğinde ilk sorduğum soru neden? Eğer yönetmen beni ikna edebiliyorsa çok güzel bir harman ortaya çıkar. Eğer yönetmenle oyuncu öyle bir dil birliği yakalayamamışsa projeye de zararı olur. Yani böyle bir ego yarışına girmemek gerekiyor.
‘ÇOCUKLAR DUYMASIN’A KÖTÜ BİR DİZİ DEMEK
HALKI ELEŞTİRMEK OLUR!
Çocuklar Duymasın yeniden başlıyor. Sevinenler olduğu kadar yıllar
sonra yeniden başlamasını eleştirenler de oldu.
Valla ‘Çocuklar Duymasın’ı herhangi bir dizi olarak düşünmek yanlış
olur. Çünkü Türk televizyon tarihinde örneği görülmemiş bir
başarıya imza attı. Tekrarları bile… 4000 kere gösterilen tek
dizidir. Onun için bu dizi ile ilgili ahkam kesenlerin biraz da
haddini bilerek konuşmalılar. Bunu hakaret etmek için
söylemiyorum.
İzlendiğine dair bir gerçek var.
Aynen… ‘Tutmaz – etmez’ diyerek eleştirmeleri yanlış. Nerden
biliyoruz tutmayacağını. Önce bir oynasın, seyredelim sonra
eleştirelim. Benim karşı çıktığım nokta bu. Bu kadar sevilen bir
diziyi halk bu kadar el üstünde tutmuşken ‘Efendim beğenilmez,
zaten kötü bir dizi’ demek halkı eleştirmek olur. Yoksa tabii ki
herkes sevmek zorunda değil. Bu cürette olmamalı kimse.
DİYELİM Kİ ‘ÇOCUKLAR DUYMASIN’ TUTMADI, ZİL ÇALIP OYNAYACAKLAR
MI?
Yıllar önce Birol Güven’le röportaj yaptığımda ‘Çocuklar Duymasın
anormal bir dizi!’ demişti. Bu dizinin bizi anlatmasından başka
sihri nedir? Bu kadar izlenmesine sebep ve yıllar sonra bile
çekilecek olmasının nedeni?
Bu diziyi yeniden çekmek milli görev oldu. Çünkü yıllardır sokakta
durdurup nerdeyse yalvarır bir şekilde ‘Ne olur ‘Çocuklar
Duymasın’ı çekin diyen bir sürü insan vardı. 6-7 sene oldu. Hâlâ
tekrarları oynuyor. Ben bu eleştirilerde art niyet hissediyorum.
Çünkü bu artık eleştiriyi geçip hakaret boyutuna ulaşıyor. Bu dizi
diyelim ki tutmadı zil çalıp oynayacaklar mı, sevinecekler mi? Ne
güzel, tutmadı diye göbek mi atacaklar bunları söyleyenler? Bu
işten çok kişi ekmek yiyecek çünkü.
1993 yılında rol aldığınız ‘Ferhunde Hanımlar’ dizisindeki hemen
hemen bütün rol arkadaşlarınız İstanbul’da başarılı oldu ve
yıldızlarınız parladı. Kimler yoktu ki… Siz, Melek Baykal, Güven
Hokna, Hatice Aslan, Simge Selçuk, Hülya Gülşen Irmak, Şahap
Sayılgan, İpek Çeken, rahmetli Baykal Saran… Ankara’dan gelen
tiyatrocuların bu anlamda farkı nelerde gizli sizce?
Çok güzel bir çalışmaydı. Hepsinin tiyatro kökenli olması… Ben yeni
mezun olmuştum, Simge Selçuk tiyatroya yeni girmişti. Diğer sanatçı
arkadaşlar Ankara tiyatrosundandı. Hepsi başarılı oyunlara ve
işlere imzalar attı.
Seslendirme sanatı da sizin için bir tutku. Antonio Banderas, Kevin
Costner, Al Pacino, George Clooney, Michael Madsen, Darth Vader,
Clint Eastwood’a sesinizle hayat vermek neler
hissettiriyor?
Seslendirme benim için çok önemli. Tiyatro bölümünde okurken Ankara’da, TRT’de başladım. 20 küsur sene oldu. Ünlüleri seslendirmek çok keyifli. Birçok kişiyi seslendirdim ama George Clooney’i devamlı, sadece ben seslendirdim. İzlerken tonlamalara bakıyorum. Michael Medsen’i ‘Rezarvuar Köpekleri’nde seslendirdim, 10 yıl sonra Michael Medsen’le film çektim beraber. Darth Vader hayalimdi zaten. Clint Eastwood bayıldığım bir oyuncu – yönetmen, onun gençlik filmlerini seslendirdim. Ayrıca Arzu Balkan’la seslendirme stüdyolarında tanıştım.
BİR İNSANIN KUMAŞININ KALİTESİ İLİŞKİ BİTTİKTEN SONRA ORTAYA ÇIKAR!
Seslendirme yaparken duygularınızın, kalbinizin sesini de bulmuşsunuz.
Aynen… Arzu Balkan 6 yaşından beri seslendirme yapıyor radyo çocuk saatinde. Bir de Arzu çok değerli bir insan. Sadece birlikte olduğum bir insan olduğu için değerli değil. Değerleri ve erdemleri çok fazladır. Biz çok uzun yıllardır beraberiz.
Uzun süreli birliktelik ve birbirini iyi tanımak nedeniyle kolay kopulmuyor sanırım evlilik bitse de?
Evet… Uzun yıllardır birbirimizi
tanıyoruz. Bu süreçte ayrılıklar – gel gitler yaşadık. Kopamıyoruz,
kopulmuyor. Az önce de dediğim gibi Arzu’nun değerleri ve erdemleri
çok fazladır. Özellikle şu son dönemde ayrılanlara baktığımda bunu
daha da iyi alıyorum. Bir laf vardır ya ‘Bir insanın kumaşının
kalitesi ilişki bittikten sonra ortaya çıkar!’ diye. Çok doğru… Bu
konuda çok şanslıymışım. Zaten insanların kalitesini hiç bozmaması
gerekiyor. İyi ki Zeyno’nun Arzu gibi bir annesi var.
Tiyatrodan hayata geçelim biraz. Shakespeare’in da dediği gibi
hepimizin birer oyuncu olduğu bir sahne dünya. Peki bu sahnede en
iyi rolünüzün hangisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Benim hayat sahnesindeki en sevdiğim rolün hangisi olduğunu hiç
düşünmeden söyleyebilirim; baba. Kızım Zeyno’nun babası. Bundan
daha keyifli bir şey yok. O kadar farklı bir şey ki bundan daha
yüce bir duygu hissedemiyorum. Hayatta bir sürü roller oynuyoruz;
sevgili, koca, arkadaş, dost ama hiçbiri Zeyno’nun babasının üstüne
çıkamıyor. Tamer Karadağlı olarak tanınıyor olmaktansa Zeyno’nun
babası olarak bilinmek daha çok hoşuma gidiyor.
Kızınız Zeyno ve mesleğiniz dışında hayatınızda en değer
verdikleriniz neler?
İnsanın çocuğu olduktan sonra her şeye değer veriyor. Yaşama daha
çok değer veriyorsunuz. Şu bitkilere, ağaçlara bile daha çok değer
veriyorsunuz. Eskiden ‘Aman işte bitki’ diye bakarken şimdi öyle
değil. Hayata değer veriyorsunuz. Ne kadar çok yaşarsanız yaşayın
hayat aslında çok kısa. ve yaşamın ve hayatın değerlerine
bakacaksınız.
ÖLDÜRMEYEN ŞEY GÜÇLENDİRİR!
Hayatın size öğrettiği en önemli tecrübeler neler?
Öldürmeyen şey güçlendirir! Bir de zirveye çıkmak başka zirveleri
görmeye yarar!
‘Olmazsa olmaz’larınız neler?
Tabii ki kızım, mesleğim, film arşivim...
BROKOLİ VE PARMAK ARASI TERLİĞE TAHAMMÜL EDEMİYORUM!
Tahammül edemediğiniz neler var?
Brokoli… Parmak arası terlik…
Bir de magazin basını…
Yooo… Dışardan bakıldığında çok kötü bakıyor gibi olabilirim ama o
çocuklar da kendi işlerini yapıyorlar. İşini doğru yapan da var
yapamayan da var. Bizim mesleğimizde olduğu gibi aktörlüğü de doğru
yapan da var yapamayan da var.
BEN BAŞARILI İNSAN OLDUĞUNA ÇOK İNANMIYORUM!
İşini doğru yapan demişken… İşi doğru yapmak başarıyı getirir. Peki
başarının kıstasları nedir sizin için?
Bir tek kıstası yok, birçok şey olması lazım. Kendi iç sesinizi
dinlemeniz lazım. Etrafınızdaki olumsuzluklara çok fazla kulak
asmamanız gerekiyor. Kararlı olabilmek çok önemli. Ben başarılı
insan olduğuna çok inanmıyorum.
Nasıl yani?
Başarılı insandan çok başarılı işler yapmış bir insana inanıyorum.
Başarılı işler yapmış, başarılı ilişkiler kurmuş insanlar var. Ama
bir insanın ‘Ben başarılıyım’ demesi… Bu bana hoş gelmiyor.
Sizin için mutluluk nelerde gizli?
Mutluluk hakikaten bazen küçük şeylerde gizlidir. Önemli olan
kazandığınız para, başarılarınız değil küçük şeylerde hayatın
anlamını bulduğunuz anlardır.
Sizi ne - neler çekiyor?
Bilmiyorum ki… Her şeyden zevk alabilirim. Hiçbir şeyden zevk
almayabilirim de… İnsanın o andaki ruh haliyle çok alakalı. Ama
film seyretmekten, motosikletimi kullanmaktan büyük keyif alıyorum.
Kızımla oyun oynamaktan çok büyük keyif alıyorum. Dostlarımla
birlikte olmaktan, yemek yapmaktan büyük keyif alıyorum. Bu arada
çok güzel hamur işleri, spagetti, et yemekleri yaparım.