Talu Milliyet'in Peker haberini kınadı
Abone olMilliyet'in Sedat Peker haberi, bomba etkisi yaptı. Umur Talu, bu haberi kınadı. Telefon konuşmasını yayınlamayı ahlaki bulmadı. Milliyet'in başı bu haberle çok ağrıyacak g
Umur Talu, başlıklı yazısında Milliyet'in dünkü manşeti "Reis'in hayranları" haberini eleştirdi. Talu, bu haberi kınadı. Çünkü Güler Kömürcü'nün başına gelen olaya, ne Sedat Ergin, ne de Ertuğrul Özkök yabancı değildi. Bu haber, Milliyet'in başını derde sokacak gibi...
Yazı : Umur Talu
Kaynak :
Diyecektim ki...Bizim, bizlerin gerçekten, hakikaten, sahiden herhangi bir tutarlı "ilkemiz" olabilir mi?
Biz... Gazetecilerin.
Siz... Okur, vatandaş, izleyicilerin.
Gerçekten sapına kadar sahip çıktığımız ilkemiz, ilkelerimiz olabilir mi?
Milliyet gazetesi dün Sedat Peker'le bir şekilde "ilişkili" isimlerin telefon kayıtlarını yayınladı.
Bir tiyatro eseri titizliğiyle, bir sinema senaryosu akıcılığında, bir "Şekspir trajedisi"nin çarpıcı tiratlarıyla.
Gazete ihtimamla "dava dosyasından çıktı" ve "yasal dinleme" tabirlerini kullanmıştı ki, "ayıp" olmasın! Hep birlikte röntgenci, dedikodu meraklısı, bayağıyız ya...
Merakla, ilgiyle okuduk.
O telefonlarda menfaatten ziyade duygularıyla yakalanmış bir meslektaşımıza da şaşırdık, çok ayıpladık. Kınıyoruz hatta.
Gazetecilerin girdikleri ilişkilere, eş dost, ahbap çavuşlarına filan bak olduk!
Sonra...
Sonrası şu: Başta "Peker"in adaşı Sedat Ergin, (Kendi başına da bu telefon teşhirinin bir benzeri gelmemiş miydi) Milliyet yazı işlerinde bulunan arkadaşların hepsini severim.
Ama şimdi, alınmaz ve katılırlarsa, hep birlikte düşünelim.
Bu konuşmalar, ne "Sedat Peker'in çete ilişkileri"ni ortaya koyuyor, ne büyük bir vurgunu, ne bileyim bir cinayetin perde arkasını filan ortaya çıkarıyor.
Bunlar sadece teşhir; seyirlik, eğlencelik, bilemedin vah vahlık, ah ahlık.
Bunların bir haberin unsurları olma gibi bir şansı da yok.
Fakat diyelim ki ben yanlış düşünüyorum.
O zaman, buyrunuz ilkeye gelelim.
Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, aynı zamanda Milliyet'in filan da üst yönetimi manasındaki Medya Grup şeysi sıfatıyla, bir telefon kaydında (yasadışı) basılıp teşhir edildiğinde...
Bunu "haberleşme özgürlüğü" adına şiddetle kınamadı mı?
Biz de, misal o zamanki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetimi olarak, olayın bu tarafını da kınamadık mı?
Özkök, üstelik o vakadan bir ders çıkartarak, o güne kadar böyle telefon kayıtları yayınlamakla yanlış yaptıklarını kabul ederek, bunu ancak başına geldiğinde, bu teröre maruz kaldığında anladığını söyleyerek...
"Bi daha yapmayız" demedi mi?
Onun dinlenmesi "yasadışı" olduğu halde, kayda geçen ve teşhir edilen sözleri, eylemleri, talepleri, başbakanı tehdidi, bir bakanı azarlayışı, ağlamaklı ve sinirli üslubu, iş takibi vesaire...
Daha bir "haber", daha bir "tuhaf", bir gazeteci açısından daha "ayıp" değil miydi? Bu içerik de kınanmıştı nitekim; ama geriye, telefon dinleme ve uluorta teşhirinin ayıbı ile...
Umuyorduk ki, Medya Grup şeysinin çıkardığı ders kalmıştı.
Yani, bırakın Ceza Kanunu'nu filan, her şeyden önce bir ilke, bir tutarlılık.
Yok öyle bişiy!
Bu diyarda ders yok, oportünizm çok... İlke yok, başına geldiğinde anlamak ve ağlamak var... Tutarlılık yok, başına geleni hemen unutmak var.
Ayıp yok ve kayıp çok!
Kayıt zaten çok da... Kayıtsızlık da çok.
Yazı : Umur Talu
Kaynak :
Diyecektim ki...Bizim, bizlerin gerçekten, hakikaten, sahiden herhangi bir tutarlı "ilkemiz" olabilir mi?
Biz... Gazetecilerin.
Siz... Okur, vatandaş, izleyicilerin.
Gerçekten sapına kadar sahip çıktığımız ilkemiz, ilkelerimiz olabilir mi?
Milliyet gazetesi dün Sedat Peker'le bir şekilde "ilişkili" isimlerin telefon kayıtlarını yayınladı.
Bir tiyatro eseri titizliğiyle, bir sinema senaryosu akıcılığında, bir "Şekspir trajedisi"nin çarpıcı tiratlarıyla.
Gazete ihtimamla "dava dosyasından çıktı" ve "yasal dinleme" tabirlerini kullanmıştı ki, "ayıp" olmasın! Hep birlikte röntgenci, dedikodu meraklısı, bayağıyız ya...
Merakla, ilgiyle okuduk.
O telefonlarda menfaatten ziyade duygularıyla yakalanmış bir meslektaşımıza da şaşırdık, çok ayıpladık. Kınıyoruz hatta.
Gazetecilerin girdikleri ilişkilere, eş dost, ahbap çavuşlarına filan bak olduk!
Sonra...
Sonrası şu: Başta "Peker"in adaşı Sedat Ergin, (Kendi başına da bu telefon teşhirinin bir benzeri gelmemiş miydi) Milliyet yazı işlerinde bulunan arkadaşların hepsini severim.
Ama şimdi, alınmaz ve katılırlarsa, hep birlikte düşünelim.
Bu konuşmalar, ne "Sedat Peker'in çete ilişkileri"ni ortaya koyuyor, ne büyük bir vurgunu, ne bileyim bir cinayetin perde arkasını filan ortaya çıkarıyor.
Bunlar sadece teşhir; seyirlik, eğlencelik, bilemedin vah vahlık, ah ahlık.
Bunların bir haberin unsurları olma gibi bir şansı da yok.
Fakat diyelim ki ben yanlış düşünüyorum.
O zaman, buyrunuz ilkeye gelelim.
Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, aynı zamanda Milliyet'in filan da üst yönetimi manasındaki Medya Grup şeysi sıfatıyla, bir telefon kaydında (yasadışı) basılıp teşhir edildiğinde...
Bunu "haberleşme özgürlüğü" adına şiddetle kınamadı mı?
Biz de, misal o zamanki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetimi olarak, olayın bu tarafını da kınamadık mı?
Özkök, üstelik o vakadan bir ders çıkartarak, o güne kadar böyle telefon kayıtları yayınlamakla yanlış yaptıklarını kabul ederek, bunu ancak başına geldiğinde, bu teröre maruz kaldığında anladığını söyleyerek...
"Bi daha yapmayız" demedi mi?
Onun dinlenmesi "yasadışı" olduğu halde, kayda geçen ve teşhir edilen sözleri, eylemleri, talepleri, başbakanı tehdidi, bir bakanı azarlayışı, ağlamaklı ve sinirli üslubu, iş takibi vesaire...
Daha bir "haber", daha bir "tuhaf", bir gazeteci açısından daha "ayıp" değil miydi? Bu içerik de kınanmıştı nitekim; ama geriye, telefon dinleme ve uluorta teşhirinin ayıbı ile...
Umuyorduk ki, Medya Grup şeysinin çıkardığı ders kalmıştı.
Yani, bırakın Ceza Kanunu'nu filan, her şeyden önce bir ilke, bir tutarlılık.
Yok öyle bişiy!
Bu diyarda ders yok, oportünizm çok... İlke yok, başına geldiğinde anlamak ve ağlamak var... Tutarlılık yok, başına geleni hemen unutmak var.
Ayıp yok ve kayıp çok!
Kayıt zaten çok da... Kayıtsızlık da çok.