Taksim'de olanlar demokratik olgunluktur
Abone olHükümetin ılımlı kanadında yer alan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'ten son günlerde yaşanan gerginliklere ilişkin açıklama geldi
İNTERNETHABER- Kültür ve Turizm Bakanı Ömer
Çelik, Taksim Gezi Parkı'nda başlayan ve dalga dalga Türkiye'nin
dört bir yanına yayılan protestolarla ilgili konuştu.
Hükümetin gösterilere karşı ılımlı kanadında yer alan Çelik, gösterilerin Türkiye'nin yükselen demokrasi değerinin bir göstergesi olduğunu söyledi ve ekledi:
“Gençlerin Kendilerini Meydanlarda İfade Etmesi, Demokrasinin Olgunluğudur”
Habertürk 'te canlı yayına katılan Bakan Çelik.
MAKUL BİR BOYUTU VAR
Tek boyutlu bir mesele değil, çok boyutlu bir mesele. Fakat
şimdi kadar gördüğüm, genelde bir boyutu önceleyerek onun
prizmasından diğer boyutunu okumak şeklinde…
Ben ta başta da söyledim, İşin içerisinde bir gençlik, bir orta
sınıf hareketi olarak demokratik, meşru talepleri gündeme getirme
şeklide son derece anlaşılır, makul boyutu olan ve boyut aslında
esas itibarıyla ana gövdeyi oluşturma bakımından güçlü bir boyut.
Fakat zaman içerisinde birtakım aşamalardan geçerek, ki bu
aşamaların içerisinde orantısız güç kullanımının yarattığı bir
tepki, buna karşı duyulan tepki, arkasından birtakım siyasi
istismar gruplarının ya da birtakım suç örgütlerinin olayı başka
türlü boyutlandırma çabaları vesaire derken diğer bir boyut da
eklenmiş oldu buna.
SON 10 YILDA ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ
Doğrusu ben şöyle bakıyorum:
Türkiye 10 yıl içerisinde demokrasinin standartlarını yükseltti, orta sınıfın güçlenmesi bakımından ekonomik olarak çok ciddi bir performans gösterdi. Dolayısıyla, bugün kültürel değerlere daha çok sahip çıkma bilinci, doğal çevreye daha çok sahip çıkma bilinci gibi...
ZENGİNLİK OLARAK DEĞERLENDİRMELİ
Bu hassasiyetle ortaya çıkanlar aslında yeni Türkiye’nin siyasi talepleriyle, yeni Türkiye’nin toplumsal talepleriyle ortaya çıkıyorlar. Fakat buna provokasyon, yakma, yıkma boyutu kazandırmaya çalışanlar da eski Türkiye’nin reflekslerini üretiyorlar. Dolayısıyla, bu tek boyutlu bir meseledeyken, aynı anda hem orada yeni Türkiye var, demokratik, sivil ve meşru talepleri dillendiren genç insanlar, orta sınıftan insanlar, aileler şeklinde, somut olarak şu proje, bu projesinden de öte bir duyarlılık sergiliyorlar. Bunun içerisinde birden çok şey olabilir; siyasetin diliyle ilgili talepleri var, hayat tarzı kaygılarını yüksek bir biçimde ortaya koyuyorlar. Bunların içeriği ayrı bir tartışma, konuşuruz yine onları.
İşte kendi kimlikleriyle ilgili hissettikleri sıkıntılar, kaygılar var. Bu tamam, bunu tespit etmek gerekir, bunu anlamak gerekir, bununla empati kurmak gerekir. Zaten bu yeni gençlik hareketleri, yeni orta sınıf talepleriyle ilgili dünyada da çok ciddi çalışmalar var. Türkiye de nihayetinde böyle bir durumla karşı karşıya. Bu durumu Türkiye’yi zenginleştirecek, Türkiye’nin demokrasisini, siyasal hayatını zenginleştirecek bir biçimde değerlendirmek gerekir.
TÜRKİYE'NİN KÖHNELEŞMİŞ YAPILARI
Ama bunun içerisine bir tür şiddet boyutu, provokasyon, yakma-yıkma boyutu eklemeye çalışanlar, hele de meşru Başbakanı ve meşru Hükümeti bir tür hedefe koyma şeklinde refleks üretmeye çalışanlarsa eski Türkiye’nin köhnemiş yapıları. Eski Türkiye’nin köhnemiş yapıları, yeni Türkiye’nin dinamikleri üzerinden kendisini üretmeye çalışıyor. Tabi o meydana gelip meydanlarda buluşup da bu sivil, demokratik taleplerini dile getirenler esasında buna ciddi bir set çektiler, o sebeple orada eski Türkiye’yi temsil eden CHP yer bulamadı, diğer gruplar yer bulamadı.
DEĞERLENDİRME ŞART
Şimdi dolayısıyla, bunu ayrıştırarak algılamak gerekir, her birini doğru yerde konumlandırmak gerekir. Birinin zaviyesinden bakıp, birinin prizmasından bakıp diğer boyutuna karşı indirgemeci bir yaklaşım üretmemek gerekir. Türkiye’de hala bu eski Türkiye zihniyeti, resmi kurumları işgal etme, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı bir işgal hareketi üretme, Başbakanlığa karşı, Başbakanlık makamına karşı işgal hareketi üretme şeklindeki gayrimeşru refleksin hala ne kadar hırslı ve ne kadar büyük bir şeyle fırsat kollayarak bu zihniyeti yeniden diriltmek üzere ne kadar dinamik bir biçimde meydanda olduğu da gözüküyor; tabi bunun da ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
BU OLGUNLUK AK PARTİ DÖNEMİNDE GELİŞTİ
Bakın, oradaki vatandaşlarımızın meşru, sivil ve demokratik taleplerine bu duyarlılıklar üzerinden ifade etmesi, Türkiye’nin demokratik olgunluğunun bir göstergesidir. Ben, dünyanın çeşitli yerlerinden beni arayan muhataplarıma da, çeşitli dış politikayla uğraşan arkadaşlarım, dünyanın çeşitli yerlerinde bakanlık görevi yapan ya da siyasette bulunan kişilere de anlatıyorum. Bir ülkede toplumsal tercihler ve siyasal tercihler üzerinden tartışma yapılması, bunun bir orta sınıf hareketi, bir şey olarak, gençlerin içinde yer aldığı bir hareket olarak meydanlarda kendisini demokratik bir biçimde ifade etmesi, o ülkenin demokrasinin olgunluğunu gösterir.
Nihayetinde bu olgunluk da AK Parti hükümetleri döneminde üretilmiştir. Yani en fakir gelir grubunun yok edilmesi, alt gelir grubunun sürekli olarak orta sınıfa doğru ilerletilmesi, Türkiye’de demokratik standartların artık kendi içerisinde daha yüksek bir kapasiteyle tartışılır olması, bu başka bir şey. Ama bir de öteden beri her meseleyi rejim tartışmasına, her meseleyi bir ulusal güvenlik tartışmasına dönüştürmeye çalışan gruplar vardı ki, bugün itibarıyla o gruplara siyasal sözcülük yapma talebinde bulunan tek odak olarak Cumhuriyet Halk Partisi öne çıktı, o da dinamik bir biçimde kendisini göstermeye çalışıyor; ama tabi Cumhuriyet Halk Partisi’nin onları temsil etme talebini bu gruplar bile ret ettiler. Ve şu anda neyle gözüküyor? Demokrasi dediğimiz şey, nihayetinde bu meşru zeminlerin varlığıyla mümkün. Şimdi bu meşru zeminleri yok etme şeklinde bir refleks üretmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, vatandaşlarımızın demokratik talepleriyle bu meşru zeminleri yok etmeye çalışan dinamik arasında net bir biçimde ayrım koymak gerekir.
Nihayetinde, o meşru talepleri dile getirenler, demokratik
talepleri dile getirenler, Hükümete, Sayın Başbakanımıza
sesleniyorlar, bu taleplerini dillendiriyorlar, bu taleplerini
duruyorlar. Ama öbür taraftakilerse, daha farklı bir zemin üreterek
meşru Başbakanı ve meşru Hükümeti hedef alma, onun meşruiyet
zeminini tahrip etme şeklinde son derece antidemokratik ve
gayrimeşru bir yola giriyorlar ki, bunun da zaten kategorik olarak
ret edilmesi lazım.
Ben ilk olarak bir çevre duyarlılığıyla bu işin içine giren
birtakım genç arkadaşlarımızla da konuşuyorum, onların da bu
durumdan fevkalade rahatsız olduğunu, kendilerinin yürütmeye
çalıştığı bu hareketlilikle, buna şiddet, terör ve bir tür eski
Türkiye’yi diriltme çabası üretenlerin buna eklemlenmeye çalışma
biçimlerine mesafe koymaya çalıştıklarını; buna ne kadar güçleri
yetiyor, bunu ne kadar başarıyorlar, ayrı bir tartışma konusu ama,
bu konuda bir hassasiyet ürettiklerini görüyorum. Dolayısıyla, hani
tek boyutlu bir mesele değil, çok boyutlu bir mesele dediğim, yani
birden çok açıdan değerlendirilmesi gereken bir mesele dediğim
odur.
AMAÇ İSTİKRARSIZLIK
Türkiye’de aslında rejim tartışması, bir ulusal güvenlik tartışması yaratmak üzere üretilmiş ve zihinlere kodlanmış en önemli meselelerden bir tanesi, gündelik hayatla ilgili, hayat tarzı kaygılarıyla ilgili bir hassasiyet meselesidir. Tabi ki insanlar kendi kimliklerine, kendi gündelik hayatlarına, hayat tarzlarına sahip çıkma konusunda hassas olmaları önemlidir. Fakat bunun geçmişten itibaren devlet eliyle üretilmiş biçimi ve olağanüstü dönemi ayakta tutmak, olağanüstü dönemi daha da güçlendirmek üzere silahsız kuvvetler iş başına şeklindeki çağırıların zemini olması meselesi ayrı bir meseledir.
Şimdi şunu tespit etmek gerekir: Birtakım, belki de büyük çoğunluk oradaki vatandaşlarımız, aileleriyle gelmiş olanlar, bu protestolara katılanlar, sivil itaatsizlik hakkını kullananlar, tabi ki demokratik bir hak kullanıyorlar, demokratik bir meşruiyet içerisinde sivil itaatsizlik haklarını kullanarak hareket ediyorlar. Ama bunun yanında, hemen yanı başında bütün bu işte dünya televizyonlarına servis edilen şiddet eylemlerini ortaya koyanlarınsa, o geçişteki silahsız kuvvetler iş başına çağırısının bir neticesini üretmek üzere, yani bir olağanüstü durum yaratmak üzere, bir siyasi istikrarsızlık ve bir ekonomik istikrarsızlık yaratmak üzere bütün bu meseleyi sevk ve idare etmeye çalıştıkları görülüyor.
İKİ NOKTAYA DİKKAT
Şimdi birincisi; çok net bir şekilde organize olma biçimi.
İkincisi; güvenlik birimlerinin verdiği şekilde, gayet iyi
donanımlı bir şekilde bir haberleşme ve örgütlenme kurma biçimleri
ve sürekli olarak iktidar partisinin binalarını, resmi kurumları
işgal etme şeklinde topluluk hedef göstermeye çalışmaları.
Ve sürekli olarak iktidar partisinin binalarını resmi kurumları işgal etme şeklinde bir toplulukları hedef göstermeye çalışmaları. Bakın o Twitter’dan da takip ediyoruz Gezi Parkı’nda sivil ve demokratik duyarlılıklarla oturan insanlar çağrı yapıyor. İşte Dolmabahçe’yi, Başbakanlık makamını hiç kimse hedef almasın, oraya doğru bir yürüyüş yapılmasın diye. Ama bu organize suç örgütlerinin yaptığıysa tamamen burayı hedef almak şeklindedir.
ORANTISIZ GÜÇ KULLANIMINA KARŞI UYARIDA BULUNULDU
Bugün Hükümet yetkilileri, Sayın Başbakanımız başta olmak üzere orantısız güç kullanımı konusunda resmi güvenlik güçlerine karşı birinci elden uyarılarda bulundular, bunun yapılmaması gerektiği konusunda. Ama burada hassasiyet en yüksek bir biçimde ortaya konuldu.
Her eylemde kendine ait, kendi eylemin kendi doğasına ait
birtakım yönetim şeyleri olabiliyor, yönetim hataları olabiliyor.
Bu da kendi içerisinde zaten Bakanlıkta soruşturuyor, başka
soruşturmalarda yürütülüyor nihayetinde bu devam ediyor. Tespitler
ortaya çıkar ve neticeleri de belli bir zaman içerisinde açıklanır.
Burada bununla ilgili sorumluluğunu yerine getiriyor Hükümet. Şimdi
şunu unutmamamız gerekir: Bir eğer mesele birileri tarafından meşru
Başbakana ve meşru Hükümete karşı bir eylemliliğe dönüştürülüyorsa
öncelikle o meşru ve sivil taleplerini dile getirenlerin kendi
eylemliklerinin böylesine gayrimeşru bir yola sevk edilmesi
karşısında çok dik bir duruş sergilemesi gerekir, net bir ayrım
koyması gerekir. Şimdi o sebeple çok boyutlu diyorum.
Az çok dile getirildi ama bunun çok güçlü ve net bir biçimde olması
gerekir. Bakın ben dünyadaki pek çok toplumsal hareketi takip
ediyorum. ... işte iç dinamikleri nedir, nasıl bir araya geliyorlar
hangi saiklerle bir araya geliyorlar siyasetten talepleri nedir
diye?
WALL STREET ÖRNEĞİ
HABERİN DEVAMI İÇİN DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ...
[PAGE]
En son derinlemesine baktığım işte Şili’deki öğrenci olayları oldu, Amerika’daki Wall Street’i işgal et ya da çay partisi hareketi oldu. Bunlarda gördüğüm ortak nokta şu oldu benim:
Nihayetinde siyasetten, siyaset kurumundan katılım bekliyorlar yani katılım kanallarının daha çok açılmasını bekliyorlar ve ortak siyasi dilin kurulması konusunda birtakım talepleri var karar alma mekanizmalarıyla ilgili, siyasetin dilinin inşa edilmesiyle ilgili. Şimdi bu tartışmayı bizim yürütmemiz bizim Hükümetimiz bunu tehdit kabul etmez, bunu tam tersine Türkiye’nin zenginliği kabul eder. Biz Parti ve Hükümet olarak böyle bir tartışmanın tarafı olabilecek entelektüel kapasiteye, demokratik kapasiteye bundan memnuniyet duyabilecek, bunu Türkiye’nin zenginliğine dönüştürebilecek bir siyaset kapasitesine de sahibiz bunda hiçbir şey yok tereddüt yok. Bugün önümüze gelen mesele bunu zaten konumlandırıyoruz doğru bir yerde, meşru bir yerde konumlandırıyoruz ve bunu duyuyoruz, bunu algılıyoruz, bunu değerlendiriyoruz. Ama bu taraftaki şiddet meselesi artık hakikaten Türkiye’nin marka değerine, Türkiye’nin siyasi istikrar ve ekonomik istikrar görüntüsüne zarar verir bir hale gelmiştir.
Bakın uluslararası medyada haberlerin verilme biçimine bakın bunun bir tür Suriye haberlerinin içine yedirilmesi şeklinde bir tabloyla karşı karşıya geliyoruz ki, hiçbir kompozisyon değerden bağımsız değildir. Türkiye’nin böyle bir kompozisyon içine sokulması, Türkiye’nin rakiplerinin Türkiye’ye biçmeye çalıştığı rolle çok yakından alakalıdır. Dolayısıyla bu noktada artık bu yol ayrımına girmemiz gerekiyor. Yani bu meşru olanın kendisini bu şiddet eylemlerine karşı çok yüksek bir sesle ve net bir biçimde bunu ortaya koyarak ayrıştırması gerekiyor.
EYLEMLERİN ŞİDDETE DÖNÜŞMESİNE KARŞI ÇIKIYORUZ
Ne anlıyoruz sivil itaatsizlik dediğimizde bir meşru hakkı dile getirmek üzere başkalarının meşru ve üstün hakkını ihlal etmeksizin şiddete başvurmadan kanuna karşı da gelebileceği bir eylem yapma biçimi. Bu demokrasilerde mümkündür bunlara karşı tabi ki şiddet kullanılması hiçbir şekilde kabul edilemez hiçbir şekilde meşru ve mazur görülemez bunda bir mesele yok. Belki şunu da görmek gerekir: Türkiye nihayetinde bu gençlerin yani çocukluktan, gençliğe geçiş dönemleri AK Parti iktidarının demokratik ve ekonomik performansla oluşturduğu Türkiye’nin içerisinde oldu. Dolayısıyla bu AK Parti iktidarının ürettiği Türkiye’nin demokratik olgunluğunu artırma, Türkiye’nin demokratik hazmetme kapasitesini yükseltme siyasetinin bir neticesi olarak ortaya geldi.
Dolayısıyla bu genç arkadaşlarımız biz bunları karşımızda olan insanlar değil, bu hep beraber oluşturduğumuz Türkiye’nin meşru bir parçası olarak görüyoruz, böyle değerlendiriyoruz zaten. Yani burada bir karşılılık ilişkisi söz konusu değil. Dediğim gibi, kim ki meşru zeminde sivil ve demokratik taleplerini dile getiriyor zaten bu ülkenin demokratik kapasitesinin yükseltilmesi, toplumun demokratik açıdan olgunlaşması konusunda performans gösteren buna karşı darbe tehdidiyle mücadele eden, partimizin kapatılma tehdidiyle mücadele eden zaten bizim partimizin kadroları. Yani biz bu süreçle zaten paralel bir siyaset ürettik ve o gençlerin çocukluktan gençliğe geçiş dönemlerinin Türkiye’sini hem demokratik istikrar, hem ekonomik istikrar açısından üreten iktidar AK Parti iktidarıdır zaten.
Bizim buradaki eylemlere müdahale etme biçimi konusunda orantısız güç kullanılmasına ne kadar karşı çıkıyorsak, bu eylemlerin meşru zeminlere karşı şiddet ve terör şeklinde bir şeye dönüştürülmesine de o kadar karşı çıkıyoruz. Türkiye şimdi bu yeni hadiseyle, yeni hadiseyi değerlendirme şeklinde okuyorum ben sosyologların yazılarını okuyorum, psikologların yazılarını okuyorum, çeşitli siyasi yaklaşımları değerlendiriyorum. Nihayetinde bunu bu meşru ve sivil talepleri en iyi anlayabilecek entelektüel kapasiteye, siyasi kapasiteye ve demokratik dile en yatkın parti açık ara önde olan parti AK Partidir zaten. O sebeple o gençler zaten bu taleplerini halen Başbakanımızdan ve AK Partiden istiyorlar bunlar yoksa Cumhuriyet Halk Partisinin bu taleplere öncülük etmesi gibi bir tavır ortaya koymasını zaten reddediyorlar.
MHP VE BDP’NİN HASSASİYET GÖSTERMİŞ OLMALARI OLUMLU
Taban yani onların tabanlarından buraya katılanlar o meşru sivil ve demokratik taleplerini dile getiren vatandaşlarımızın eylemlerine katılmak üzere orada bulundular. Parti yönetimleri ise, bunların birtakım suç örgütleri ya da eski statükoyu diriltmeye çalışan birtakım gayrimeşru odaklar tarafından çerçevelenmeye çalışıldığını bunun başka bir yere sevk ve idare edilmeye çalışıldığını gördü ve kendisini oradan kurumsal bir biçimde ayrıştırmak için bu hassasiyeti ortaya koydu. O farklılık denilen şey aslında o bakımdan olumlu bir şey. Çünkü net bir biçimde görülüyor yani buradaki doğal, demokratik zeminde gelişen, kendiliğinden ortaya çıkan işte gençlik ya da orta sınıf grupların olduğu hareketle orada örgütlü, suç örgütleriyle bitişik düzen yürüyen hareketlilik arasında ciddi bir ayrım var. Ama bunu oradaki sahaya indiğiniz andan itibaren neyin neye nasıl karışacağı konusunda çok fazla konusunda çok fazla kontrollü olunamayacağı için siyasi partilerin özellikle MHP’nin ve BDP’nin bu hassasiyeti göstermiş olması bu bakımdan olumlu. Peki diyeceksiniz ki, CHP bunu okuyamadı mı? Hayır, tam tersine CHP bunu okudu ama o statükoyu diriltme çabasının o yöntemlerle bile olsa kendisine bir siyasi alan yaratacağını düşünüp maalesef böyle bir işin içine bilinçli girmeye çalıştı. Onu da nihayetinde oradaki vatandaşlar, sivil ve demokratik eylemlilik üreten vatandaşlar reddettiler. Yani Sayın Bahçeli’nin konuşmasında meydandaki o diğer talepleri de olumsuzlayan bir boyut da ufak çapta gözüküyordu ya da BDP Lideri farklı hassasiyetlerle hareket etmiş olabilir. Fakat o iç bilgiyi, iç karar mekanizmasını tabi ben bilemem.