Tahribatı elimizle yaratıyoruz

Abone ol

Dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisi Sadun Boro: "Gökova Santralı'nın kusacağı zehir ormana gelecekti. Gelene kadar biz yakıyoruz. Elde kalan son yerler buralar.

Milliyet yazarı Derya Sazak'ın konuştuğu denizci Sadun Boro çevre tahribatına dair veriyor.  

Yazı: Derya Sazak
Kaynak:

DERYA SAZAK: Denize, rüzgâra, tuza, yeşile, insana karışmış bir yaşam. Kısmet'le dünya turuna çıkışınızın bu yaz 40'ıncı yılını kutladınız. Onca serüvenden sonra Okluk Koyu'na demir atmak nasıl bir duygu?

SADUN BORO: 1952 yılından itibaren yabancı sularda dolaştım, şanslı bir insanım tabii, dünyanın pek çok yerinde güzel denizler, koylar, adalar var. Ama yat turizmine bu kadar elverişli, iklimi, tarihi ve doğal zenginliği, korunaklı kıyılarıyla Avrupa'dan ulaşımı kolay çok az yer var. Knidos'ta demirliyorsun, 2000 yıllık antik medeniyeti geziyorsun. Yok böyle bir şey dünyada. Ne yazık ki bu zenginliği hızla yok ediyoruz, denizlerimizi kirletiyor, sahillerimizi betonlaştırıyoruz.

Okluk bu anlamda hâlâ dokunulmamış bir koy. Rahmetli Özal cumhurbaşkanlığı döneminde yazlık ikametgâh olarak kullanıyordu. 1980'li yıllarda kamu kuruluşları bu koylarda yazlık tesis furyası başlatmıştı. Özel sektör de otel kuruyordu. Bir kampanya başlattık. Can Pulak, Necati Zincirkıran ve basındaki çevre dostlarıyla, rahmetli Özal döneminde Marmaris'ten Göcek'e kadar bu koylar birinci derece doğal sit alanı ilan edildi ve inşaatlar durdu. Buralarda yaşamadan, üzerinde helikopter ile dolaşarak bu koyların kıymetini anlayamazsın. Bir denizci gözüyle bakacaksın. Gökova, dünyada son yer. Bu kıyılara otel yaptığın an ne kıymeti kaldı, gider memleketinde demirler. İşte İspanya sahilleri ne oldu? Beton yığınına döndü.

Gökova'da, Göcek'te koylara karadan yol açarak, turizm bölgesi ilan ederek otelleşmeye ortam hazırlanıyor.

Buralara inşaat sokmak günahtır. Bu koylar yat turizminin bel kemiği. Özal'dan sonra bir devlet adamı gelip şu Gökova'yı gezmedi. Çevre bakanları, valiler bu denizleri görmeden gidiyorlar. Şimdi koyları turizme açalım diyorlar. Rahmetli Özal'ın bugünküler kadar aklı yok muydu? Birinci derece sit alanını özel çevreye dönüştürdü ki, hiçbir şey yapılmasın.

ÖZAL'IN VİCDAN AZABI

Özal da önceleri fazla duyarlı değildi, isteseydi Gökova termik santralını denizden uzağa çekerdi. Yaşamının son döneminde Ege koylarına tutkusu arttı. ABD'de geçirdiği bir ameliyat sonrası Okluk Koyu'nda bir röportaj yapmıştık, o zaman 'Gökova'da ısrar etmemeliydim' dediğini hatırlıyorum. Okluk'ta yüzerken 'Bu deniz beni iyileştirdi' demişti. Pişman gibiydi...

Pişman değil, vicdan azabı çekti Gökova santralı yüzünden.

Özal ile bunları konuşur muydunuz?

Okluk'a geldiği zaman balık çorbasıyla ahtapot salatası isterdi. Bizim buralarda Kambur Kemal, Gülsüm Bacı falan derken bir de cumhurbaşkanı hasbelkader komşumuz olmuştu. Şimdi gelen giden yok. Şimdiki Cumhurbaşkanı bir kez gelip kahve içmiş diye duydum.

Kısmet'in okyanus serüveni çocukluğumuzun 'Uzay Yolu' macerası gibiydi. 1960'ların gazetelerinden iki efsane isim hatırlıyorum. Yaşar Kemal'in İnce Memed'i, Sadun Bora'nın Kısmet'i. 1965'te denize açılmışsınız. 40 yıl sonra 10,5 metrelik bu tarihi teknenin üzerinde söyleşi yapmak heyecan verici... 'Barbaros'un torunları olmakla' övünüyoruz ama denizci millet olarak Piri Reis'in haritasından başka elde bir şey kalmamış.

Bizim yerimiz atalarımızın Orta Asya'da at üstünde çıktıkları yerler. Orada ne yakacak orman var, ne kirletecek deniz!.. Ne de betona çevirecek koylar var. Bu dünyanın cennet denizleri bizim neyimize?

Deniz tutkusu içinize nasıl düştü? Dünyayı bir yelkenliyle dolaşmak düşüncesi bugünkü teknelerin teknolojiyle kolay olsa da yarım asır önce hayli riskli bir serüvendi.

Caddebostan kıyılarında doğup büyüdük. Sandal, yelkenli tekne derken İngiltere'de tekstil okumaya gittiğim zaman 1952 yılında bir İngiliz'le beraber Amerika'ya ilk açık deniz Atlantik seyahatini yapmıştık. Yeni Zelanda'ya gidiyorduk ama adamcağız Karayipler'de kalmak istedi. Ben de oradan döndüm. O zaman okyanusu geçen tekne sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Şimdi bir ralli yapılıyor 250-300 tekne katılıyor. Sonra Türkiye'de Kısmet'i yaptık. 1965'te eşim Oda'yla dünya seyahatine çıktık. Bu sene 22 Ağustos'ta Kısmet'in okyanusa açılmasının kırkıncı yılıydı.

FELAKETLER DOĞANIN ŞAMARI

Hürriyet tefrika etmişti Kısmet'i...

O zaman hayat şartları değişikti, dışarıya açılmamıştı Türkiye, televizyon yok. Kısmet'in seyahati insanları dünya ile buluşturuyordu. Günlük yazar, yollardım. Onlar gazetede çıkardı. Turist olarak gezmek başka, yazmak gayesiyle gezmek görmek bambaşka.

Kısmet'in serüveninde sizin için hedef neydi; dünyayı tanımak mı, turu tamamlamak mı, 10,5 metrelik yelkenliyle okyanuslar aşan ilk Türk denizci mi olmak? Denizlerde geçen 3 yıl...

Hepsini gerçekleştirmek önemliydi. Çok şükür başardık. Döndük. Deniz doğdu. Kızımı aldık, 8 yaşında Karayipler ve Kuzey Amerika'nın doğu kıyılarını gezdik 2 sene.

Son yıllarda Bodrum'da yaşıyorsunuz, Kısmet ise Okluk'a demirli. Denizcilere dönük hazırladığınız 'Vira Demir' rehberi Türkiye kıyılarını dolaşanlar, koylarda konaklamak isteyenler için pusula niteliğinde. Ancak kirlenme ve betonlaşma bu hızla devam ederse bu doğal hazineyi kaybedeceğiz.

Güzelim koylarda felaket yapılar var. Ruhsat verilmiş ve sit yasağı nedeniyle inşaatı yarım kalmış, harabeye dönmüş inşaatlar. Yıkmak gerekiyor. Ruhsat verilmiş diye ilanihaye öyle durmaz ki, ne hakkın var oraları 8-10 sene, 20 sene öyle bırakmaya. İasos'un tepesinde vardır, 30 senedir durur. Şehirde en kıymetli yerde, burası yeşil alan deyip her türlü inşaat iznini iptal ediyorlar. Bu koylarda 25 yıl önce terk edilmiş, metruk hale gelmiş yapıların müktesep hakkı olur mu? İnşaata göz yumuyorlar, bitiyor kaçak diyorlar. Yapılırken görmüyor musun, birader?

ELDE KALAN SON YERLER

Doğayı tahrip etmenin de bir bedeli oluyor, küresel boyutta çevre sorunları, yıkımları yaşanıyor. Endonezya ve Güney Asya kıyılarını vuran tsunaminin ardından kasırga ve seller New Orleans'ı yuttu.

Doğanın insanoğluna şamarı bunlar. Maalesef hoş değil, büyük can kaybı oluyor. Aynı şekilde bizim geçirdiğimiz Marmara depremi.

Dünyayı dolaştınız, doğanın size fısıldadığı şeyler var mı? Kıyamet...

Doğayla inatlaşılmaz. Patron doğadır. Siz ona ayak uyduracaksınız. Yanında çalışanlarısınız. Barışık yaşayacaksınız. İnatlaşınca şamarı yersiniz. Hiç affetmez.

Bu çevre bir şeyler söylüyor mu? Okluk Koyu'ndan denize, ormana bakınca...

Söylemez olur mu? Bakın dağlara. Her taraf yanık. O kadar perişan ki, karşı tepeler 5-6 sene önce yandı. Gökova Santralı diyoruz, santralın kusacağı zehir buradaki ormana gelecekti. Gelene kadar zaten biz yakıyoruz ormanları. Koruyamıyoruz. Elde kalan son yerler artık buralar. Hâlâ bu koyları turizme tahsis etme, otel yapma kafasıyla gidiyoruz. Bu çok üzücü.

ÖZAL'DAN SONRA İLGİLENEN OLMADI

Sadece betonlaşma değil, balık çiftlikleri de tehdit ediyor, Bodrum, Gökova sahillerini.

O da ayrı bir facia. Deve misali. Ne tarafımız düzgün ki. Bir taraftan marina yapılıyor, yat turizmi ilerlesin diye... Sonra oraya balık çiftliğini sokuyorsun. Gelecek turist o balık havuzunun içinde mi yüzecek! Demiyoruz ki balık çiftliği olmasın. O da lazım ama Mandalya Körfezi'nde üç beş koy var yatçıların geleceği. Onun içini doldurdular. Yat girmiyor. Sular kirlendi. Yunanistan'a gidin, tamamen açıkta izin veriyorlar balık çiftliklerine. Bozburun'da 8 tane oldu ve gidin bakın, maalesef sular bulandı. Gidiyor elden orası da. O zaman vazgeç yat turizminden, milyar dolardan her tarafı çiftlik yap. Böyle akılsızlık olur mu?

Altın yumurtlayan tavuğu kesiyorlar...

Kesiyorsun. Yat turizmine elverişli koylar kapalı olacak, barınaklı olacak. Her yerde olmaz. Bunun içine balık çiftliğini, oteli sokarsan biter.

Sahilleri rant aracı haline dönüştürmenin dışında denizin, bu koyların bir kültürü var. Halikarnas Balıkçısı ile simgeleşen Bodrum, Sadun Boro ile anılan Gökova-Okluk, insanlar bunun farkında değil mi? Her şey yap sat değil ki...

Bütün derdimiz o. Bu kıyılara o gözle bakacaksın. Yoksa müteahhit kafasıyla, nereye hangi tesisi, oteli kurarsam zengin olurum diye bakarsan yok eder gidersin. İstanbul'a, Marmaris'e, Bodrum'a döner. Benim siyasetle hiçbir ilgim yok ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özal gittikten sonra buralarla ilgilenen çıkmadı.

Gençleri denize, yelkene alıştırmanın bir yolu yok mu, o zaman bu koylar sahipsiz kalmaz.

Son senelerde denize dönük hareket var. Yelken kulüpleri kurs açıyor. Yarışlar yapılıyor. Kanunlarımız toplumu denizden soğutmak için ne lazımsa koymuş. Saçma sapan kısıtlamalar var. Zorluk tekne alımından başlıyor. İkinci el tekne alımı yasak. Muazzam vergiler konulmuş. Herkes yabancı bayrağı çekiyor. Vergileri azalt, bu paralar memleketimizde kalsın. 'Ey Türk vatandaşı, sen denize çıkamazsın' denilmiş. Tekne, yelkenli sahibi olmak bir lüks, ayrıcalık sayılıyor. Yerli araba fiyatına ikinci el tekne alıp denize çıkarsın. Lüks motor yatlara bakarak denizciliğe şartlanamazsınız. Bu yaşımıza geldik, tekneyi hâlâ kendimiz boyuyoruz. Bugüne kadar bizi eşkıyalar mı soydu, iki yakamız bir araya gelmedi, bu güzellikleri yaşayabilmek için. Herkes sahillerimizin kıymetini anladı. Gökova'da balık çiftliği olmaz, artık marina da yapmamak gerekiyor. Gökova'ya, Hisarönü'ne inşaat sokmayın artık. Tavşanbükü koyuna oteli diktiler, santralın bacası gibi her yerden görünüyor. Şu sahillere Ugandalıları getirseniz bizden doksan kat daha iyi denizci olurlar ve buraların kıymetini bilirler, korurlardı.

Uzak denizlerde beğendiniz kıyılar, koylar olmadı mı?

Polinezya güzeldir, Endonezya zengindir. Gökova gibisi yok. Dalmaçya sahillerini gezdim. Gidip görün nasıl bakıyorlar. Memleketin üçte biri milli park. Gözü gibi bakıyorlar.

15 BİN KİŞİLİK TURİSTİK ŞEHİR

Gökova için UNESCO devreye sokulamaz mı? Dünya kültür varlıkları arasına Ege ve Akdeniz koyları da alınabilir.

Artık bizim pilimiz bitti. Donkişot gibi 30 senedir didiniyorum. Ümidim kalmadı. Dünya da değişiyor. 40 sene önce Pasifik'te bir adaya gittiğimiz zaman oranın valisi ziyaretimize gelirdi. Senede birkaç teknenin uğradığı okyanusun orta yerindeki adalarda her gün 30-40 tekne demirliyor. O bakir yerler artık turistik mekânlar. Mesela Galapagos Adası ne kadar güzeldi. Akademia Koyu'nda 150-200 kişi yaşardı. Tek bir bakkal vardı. Yerli birkaç balıkçı sandalından başka tekne yoktu. 2001 senesinde bir arkadaşın teknesiyle tekrar gittik. O koyda demir atacak yer bulabilmek için iki üç tur attık. Botu indirmedik, deniz taksisi çalışıyor. Sahilde 15 bin kişilik turistik şehir inşa edilmiş. Alın size Galapagos Adası. Polinezya'yı Fransızlar koruyor ama çok kalabalıklaşmış. Oraları tekrar görünceye kadar Kısmet'i alesta tutmuştum, okyanusa yeniden açılmayı düşlerdim. Artık kırk yıl önceki hatıraları bozmak istemiyorum, o güzellikler kalbimde kalsın. Kırk yıl önce Bodrum'un ismi mi vardı, Marmaris'i kim bilirdi, İstanbul ne kadar güzeldi. Aynı şey.

Okyanusa açılmayacaksınız, karadan yolculuğu da sevmiyorsunuz? Yeni keşifler nasıl olacak?

Araba kullanmasını bilmem. Biraz hızlı gidince ödüm kopar. Liman olan yerlere gidiyoruz. Allah'ın şanslı kuluyum, bugüne kadar denizden ayırmadı.

SADUN BORO KİMDİR?

Sadun Boro 1928'de İstanbul'da doğdu. Denizcilik hayatına sandalla başladı. Galatasaray Lisesi'nde okudu. 1948'de İngiltere'ye gitti. Manchester Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. 1952'de 'LİNG' adlı 11 metrelik yelkenli ile Atlantik'i geçti. Bugünkü yelkenlisi, 10,5 metre boyunda ve keç armalı 'Kısmet', 1963'te Salacak'ta, Athar Beşpınar'ın atölyesinde kızağa kondu. 1965'te Alman asıllı eşi Oda ile birlikte dünya seyahatine çıktı. Onlara, Kanarya Adaları'nda aldıkları ünlü kedileri 'Miço' eşlik etti. Üç yıl süren gezinin anılarını 'Pupa Yelken' adlı eserinde topladı. 2004 yılında 'Bir Hayalin Peşinde' adlı kitabı yayımlandı. 'Vira Demir' adlı son çalışması İstanbul'dan Antalya'ya denizciler için rehber niteliğinde. Denizin çağrısına uyarak geçen bir ömür: 'Rüzgârınız kolayına, deniziniz sakin, neşeniz daim olsun.'

Günün Önemli Haberleri