Susurluğun karakutusundan itiraflar...
Abone olEski özel harekatçı Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerin işlendiği dönemde öldürdüğü dört kişinin adını açıkladı
Susurluk'un kara kutusu olarak bilinen,
eski özel harekatçı Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerin
işlendiği dönemde öldürdüğü dört kişinin adını
açıkladı.
Ayhan Çarkın, hemen her gün faili meçhul cinayetlerin işlendiği o
karanlık yıllarda öldürdükleri dört kişinin adını açıkladı.
İçlerinden biri Yılmaz Erdoğan'ın adına "Kayıp Kentin
Yakışıklısı" şiirini yazdığı amcası Namık Erdoğan'dı.
Namık Erdoğan'ın ailesi kapanan dava dosyasını tekrar
açtıracaklarını, suçluların yıllar sonra bile olsa cezalarını
çekmeleri için ellerinden geleni yapacaklarını açıkladı. Peki Namık
Erdoğan'la aynı kaderi paylaşan, kayıp kentin diğer yakışıklıları
Mecit Baskın, Yusuf Ekinci ve Faik Candan'ın aileleri ne yapacak?
Dahası bu üç isim kimdi, neden ve nasıl öldürülmüşlerdi? Aktüel'den
Özgül Apaçe o isimlerin ailelerine ulaştı.
MECİT BASKIN OFİSİNDEN ALINDI, EVİNE
DÖNMEDİ
1994 yılıydı. Ayhan Çarkın'ın da aralarında bulunduğu üç özel
harekatçıya. Ankara'nın Altındağ İlçesi Nüfus Müdürü Mecit Baskın'ı
emniyete getirmeleri emri verildi. Özel Harekat Daire Başkanlığı,
Mecit Baskın'ın bilgisine başvurmak istiyordu. Özel harekatçılar
Mecit Baskın'ı ofisinden alarak yola çıktılar. Ancak istikamet Özel
Harekât Daire Başkanlığı değil, Gölbaşı'ydı. Gölbaşı o dönem faili
meçhul cinayetlerin ilk adresiydi. Muhtemelen Mecit Baskın daha
yolda giderken başına gelecekleri anlamıştı. Mecit Baskın, bir daha
evine dönemedi. Yıllar sonra Yüksekova çetesini soruşturan emekli
astsubay Hüseyin Oğuz'a, Mecit Baskın'ın neden öldürülmüş
olabileceği sorulacak ve Oğuz da, Mecit Baskın hakkında PKK
mensuplarına nüfus cüzdanı çıkardığına dair söylentiler olduğunu
söyleyecekti. Hakkari doğumlu bir Kürt olan Mecit Baskın'ın oğlu,
babası öldürüldüğünde altı yaşındaydı. Bugün 23'ünde bir
delikanlı…
Ayhan Çarkın'ın ifadelerini duyunca ne
hissettiniz?
Ona silah doğrultan elleri hiç bilemedik, bilmeyi çok istedik ama
başaramadık. Bir sabah gazeteyi elime aldığımda, 17 senedir
yokluğunu çok acı bir şekilde hissettiğim babamın bir piyon
tarafından öldürüldüğünü okumak, kimsenin tarif edemeyeceği bir
acı. Elim ayağım çekildi. Resimdeki katilin yüzünü görünce, bu
mudur yani onu bizden koparan diye sordum, gözlerim doldu.
Babanızı hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorum, çünkü unutmamak için çok çaba sarf ettim. Ailem her
zaman onun gibi biri olmamı bekledi benden. Sadece ona benze, bize
onu hatırlat derdi büyüklerim. O çok sevecen bir insandı,
çocuklarına tapardı, işine bağlı, başarılı, Kürt kimliğiyle gurur
duyan biriydi. Kahramanımdı. Öldürüldüğü günü çok net
hatırlıyordum. O gün gelebilseydi, ertesi sabah spora gidecektik,
ben atlayıp zıplayacaktım, o da arkadaşlarıyla zaman
geçirecekti.
Babanızın katillerinin yıllarca bulunmaması size ne
hissettirdi?
Katilin bulunmamış olması aslında ne kadar yalnız olduğumuzu
gösteriyordu bize. Bugün katil ortaya çıkınca hiç şaşırmadım.
Aslında herkesin bildiği gerçeği öğrenmiş olduk. "Babamın 'Kürt' ve
'başarılı' olduğu için öldürüldüğünü düşünüyorum. O tarihlerdeki
zihin yapısı bu iki kelimenin yan yana gelemeyeceği kadar
dardı.
Aile olarak nasıl bir mücadele verdiniz? Hukuk mücadeleniz
hani noktalarda tıkandı?
Soruşturma herhangi bir aşamaya gelemiyordu ki. Başvurduğumuz ilk
mercide kapılar yüzümüze kapandı. Gereken tüm mercilere başvurduk
aslında ama bizim gibi yakınlarını kaybetmiş onlarca kişinin
dosyaları zaten tozlu raflarda duruyordu.
Bu itiraftan sonra şimdi bir şeyler değişir mi?
Mücadelenizi nereye kadar sürdüreceksiniz?
Biraz ümitlendik diyebilirim. Bundan sonra Tansu Çiller ve Mehmet
Ağar olmak üzere tüm suçluların yargılanması için korkusuzca bu
işin üzerine gideceğiz. Yakınlarını Kaybetmiş Aileler Derneği
altındaki girişimiz zaman aşımı sonucu düştü. Yetersiz delil
durumundan açacağımız davanın netice alamayacağı da ortada. Şimdi
AİHM'e başvuruyoruz.
FAİK CANDAN İŞKENCE GÖRÜP KURŞUNA
DİZİLDİ
1994 yılının soğuk bir kış günüydü. Ankara Sıhhiye'deki bir
lokantada arkadaşlarıyla yemek yiyen avukat Faik Candan,
Küçükesat'taki Türk Ticaret Bankası'na gitmek için arkadaşlarının
yanından ayrıldı. Farkında değildi ama arkasındaki dört araç onu
takip ediyordu. Faik Candan bankada işlerini halledip çıktıktan
sonra bir daha evine dönemedi. Arkasındaki dört araçtan birine
bindirilerek, malum yere Gölbaşı'na götürüldü. Cesedi 10 gün sonra
çobanlar tarafından bulundu. Faik Candan işkence yapıldıktan sonra
kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Hakkari kökenli bir ailenin oğlu
olan Faik Candan, öldürüldüğünde 49 yaşındaydı. Faik Candan, tıpkı
kendisi gibi faili meçhul bir cinayete kurban giden Prof. Dr.
Muammer Aksoy ile çalışan başarılı bir avukattı. Hatta birkaç
avukat arkadaşı ile beraber hocasının öldürülme nedenini
araştırıyordu.
Ancak yakınlarının söylediğine göre, onun sonunu 2000'e Doğru
dergisine verdiği bir röportaj hazırladı. Röportajın konusu
Candan'ın askerde yaşadıklarıydı. Faik Candan, askerde Kürt
köylülerinin sebepsiz yere öldürülmelerine, sonra da köylerin
boşaltılıp yakılmasına tanıklık etmişti. "Bu sırrı vicdanımda
taşıyamam" diyerek gördüklerini anlatınca ona PKK sempatizanı
damgası vurulmuştu. Aynı zamanda Halkın Emek Partisi'nin
avukatlığını üstlenmişti. Hatta faili meçhul bir cinayete kurban
giden HEP Diyarbakır İl başkanı Vedat Aydın'ın cenaze törenlerinde
yaşananlardan dolayı devlet aleyhine tazminat davası açmıştı. Son
günahı ise HEP'in Ankara İl Başkanlığı'na seçilmesi oldu. Aslında
öldürüleceği fısıltı gazetesinde konuşuluyordu, akrabaları
yurtdışına çıkmasını istiyordu ama o dayatmalara boğun eğmeyeceğini
söylemişti. Evli ve iki çocuk babası olan Faik Candan'ın
katillerinin bulunması için yıllardır uğraşan isim, amcası İbrahim
Candan. Amca Candan, "Kürt kökenli olduğu için, siyasi
düşüncelerinden dolayı öldürüldüğünü zaten tahmin ediyorduk. O
kimseye kin gütmeyen, çağdaş ve sosyalist görüşlü bir aydındı"
diyor.
Açılan dava hangi aşamada kaldı?
Avukat Kazım Genç, elinden geleni yaptı ama netice alamadı tabii.
Dava savsaklandı, bizi insan yerine bile koymadılar. Sonra kendi
imkânlarımla çeşitli kurum ve kuruluşlara her ölüm yıldönümünde
müracaat ettim. Cevap aldığım da oldu, alamadığım da. En son TBMM
Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'na yaptığım müracaata
cevap geldi. "15 sene oldu, arıyoruz, herhangi bir neticeye
ulaşmadık" diyorlardı. Yazık…
Ayhan Çarkın'ın itirafları size ne düşündürdü?
Hem sevinçliyiz hem de üzüntülü. Ben bunun 17, 18 senede değil, 30
senede bile çözüleceğini sanmıyordum. Ama oldu. Devletin
şeffaflaşmasını, adaletin yerine gelmesini ve bundan sonra böyle
şeyler yaşanmamasını umut ediyoruz.
Tekrar dava açacak mısınız?
Ailemizde korkanlar vardı, hâlâ da var. Ama ben bir insan olarak
peşini bırakamazdım. Geçen hafta avukatımızla konuştum, yeniden
dava açıyoruz. Umutluyum, bu kez inşallah bir sonuç alacağız.
YUSUF EKİNCİ VÜCUDUNDAN 15 KURŞUN
ÇIKARILDI
1994 kışında Ankara Gölbaşı'nda bir ceset daha bulunmuştu. O ceset
de Kürt kökenli bir avukata aitti. Yusuf Ziya Ekinci'ye... Yusuf
Ziya, bürosuna gelen bir komiser tarafından güpegündüz alınmıştı.
Sonrası malum Gölbaşı... Ayhan Çarkın'ın ifadesine göre bir başka
özel harekatçı Ayhan Akça, Uzi marka tabancasıyla daha yolda
kurşunları sıkmıştı. Her gece aynı saatte evine gelen Yusuf Ziya o
gün evine dönemedi. Pencerenin kenarında eşinin eve gelmesini
bekleyen Ülkü Ekinci'ye sabaha karşı iki telefon geldi. Telefondaki
ses "Cehennemin dibine git, yarın kim olduğumu
öğrenirsin" diyordu. Telefondaki sesin kime ait olduğunu
değil yarın, yıllarca öğrenemediler. Ertesi sabah bir telefon daha
geldi.
Yusuf Ziya'nın cesedi bulunmuştu. Vücudundan tam 15 kurşun
çıkartıldı. Yusuf Ziya Ekinci'nin ölümünün ardından başta amcası
siyaset adamı ve yazar Tarık Ziya Ekinci olmak üzere bütün aile
ellerinden geleni yaptılar. Tarık Ziya Ekinci, o dönemi şöyle
anlatıyor: "Hemen gerekli başvuruları yaptık tabii. Bu olay
için özel bir ekip tayin ettiler. Ekibin başında da emniyet müdürü
rütbesinde bir polis vardı. Usulen, biçimsel bir araştırma yaptı.
Baktık ki bu soruşturmadan bir şey çıkmıyor, Cumhurbaşkanı'na,
Başbakan'a, İçişleri Bakanlığı'na dilekçeler yazdık. Yine ses
çıkmadı. Olay gecesi eşine gelen telefonların soruşturulmasını
istedik. Emniyetten 'kayıtlar silinmiştir' diye cevap geldi. Akşam
işten çıkıp eve giderken izlediği yoldaki kayıtların incelenmesini
istedik. Hiçbiri yapılmadı. Dosyanın Gölbaşı'ndan Ankara DGM
Başsavcılığı'na alınması isteğim de reddedildi. Dosyanın kapatılmak
istendiği apaçıktı. AİHM'e başvurduk, kazandık. Ama ne çare,
suçlular dışarıdaydı."
Bu aşamadan sonra devreye babası öldürüldüğünde küçük bir çocuk
olan Sertaç Ekinci girdi. Sertaç Ekinci büyümüş ve tıpkı babası
gibi bir avukat olmuştu. Ayhan Çarkın'ın itirafları ortalığa
saçılmadan birkaç ay önce de davanın özel yetkili mahkemede
görülmesi için başvuruda bulundu: "Ergenekon davaları
açılınca İbrahim Şahin tutuklanmıştı. Şahin'in sorgusu yapılırken,
Yusuf Ekinci cinayetinin de sorulmasını istedik.Savcı kabul etmek
istemedi. Dosyanın Gölbaşı'ndan alınarak Ankara'daki özel yetkili
mahkemeye intikal ettirilmesi konusunda ise olumlu yanıt aldık.
Kısa bir süre sonra da Çarkın'ın ifadeleri geldi. Çarkın'ın tanık
olarak dinlenmesini istedik. İnceleme başlatıldı." Sertaç
Ergin babası siyasi değil adi bir cinayete kurban gitse faillerinin
çoktan yakalanacağına inanıyor: "Ortada basit bir suç
olsaydı telefon kayıtları incelenir, Susurluk'un akabinde ele
geçirilen Uzi marka silahların balistik incelemesi yapılır ve
sonuca gidilebilirdi, gidilmedi. Halbuki Şahin, Meclis Araştırma
Komisyonu'nda bu kayıp silahların sadece güvenlik görevlilerinde
olduğu beyan etmişti. Ardından Fikri Sağlar 'Yusuf Ekinci Uzi marka
silahla öldürüldü, buna ne diyorsunuz' diye sorunca, 'başkalarında
da olabilir' diye ifade değiştirmişti. Susurluk sonrası bulunan
silahların balistik inceleme yapılmasını talep etmiştik.
Savcılıktan herhangi bir inceleme yapılmadı."