Süpriz bir aşk istiyorum
Abone olEkranların sevilen spikeri Ayşegül Yazıcı, zipistanbul dergisine verdiği röportajda İstanbul'da en beğendiği yerleri anlattı.
Ben Ayşenur Yazıcı.13 Eylül 1958 yılında doğdum. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'le aynı gün doğmuşum.. Türkiye'nin her yerini dolaştım.. 45 yaşındayım.. Hayatta ki en büyük idealim Tibet'e gitmek ve döndükten sonra normal bir insan gibi yaşamaya çalışmak. Çünkü aklımın yarısının anormal çalıştığına inanıyorum.. İlk kitabınız ekmek arası hayat, ikinci kitabınız 'BEDRİYE'. Arada geçen zamanda neler değişti Ayşenur Yazıcı'da ? Bir şey değişmedi hayatımda. Sadece, beni çok inciten ve çok ağır olduğunu düşündüğüm çalışma ortamından gönüllü olarak ayrıldım. Günde 12 saat, haftada 7 gün çalışmak insan haklarına aykırı geliyordu... Maalesef haber kanalında çalışmanın limiti yok... Ekmek arası hayat adlı kitabım çıktığında CNN'den ayrıldım. Hayatım da ilk kez 3 ay tatil yapacaktım... Çünkü, 22 yıllık çalışma hayatımda sadece 15'er gün tatil yapmıştım... 3 aylık tatil boyunca, günde 8 saat yazı yazarak, Bedriye kitabımı yazdım... Bu kitap annemin anneannesinin hayatı. Yani fazla bir şey değişmedi. İlk defa uzunca bir süre tatil yaptım.. Bedriye de kendinizden bulduğunuz neler var? Yazarlar, kitaplarında ki ana karakterleri yazarken kendi kimliklerini de yüklerler. Siz de aynı süreci yaşadınız mı? Yok olmadı... O tamamiyle Bedriye. Bu gerçek bir tarihi öykü. Yani biyografi. Annemin anneannesinin 1911 yılında Osmanlı topraklarının Delizor'a ait olduğu zamanlarda 13 yaşında başlamış, 1989 yılında İstanbul'da iki gözü kör, aklını yitirmiş olarak son bulan hayatının öyküsü. En sevdiği insan ben olduğum için torun olarak 20 yıl beraber yaşayıp, anlattıklarının en iyi dinleyicisi bendim.. Bu yüzden onu masal kahramanı yapmam gerekiyordu. O masal kahramanı olmak için doğmuştu. Bu hayatı yazmak sizi hırpaladı mı, zor oldu mu? Çok zor oldu. İkinci dünya savaşı günlerini yakalamak zorundaydım. O devirde Türkiye'nin bazı yerlerinde elektrik var bazı yerlerinde yok diyordu. Anneannemin anlattıkları kronolojik bir sıra izlemiyordu. Mardin'deydik elektrik vardı diyor .Anneme soruyorum hayır yoktu diyor. Bedriye biz Elazığ'a döndüğümüz zaman, İkinci Dünya savaşının ortalarında elektrik vardı ama bizim mahalle de vardı diyor. Tarihi hata yaptığınız anda başınıza kakarlar durmadan. Herkes çok iyi tarih bilir ya. Bu romanı yazdıktan sonra oturup 1911'den 90'lı yıllara kadar Türkiye'nin siyasal ve toplumsal tarihini kronolojik yapısını gözden geçirmek zorundaydım ki, bu öyküyü yazabileyim. Şeyh Sait isyanlarından tutunda, hangi dönemde ekmeğim karneye bağlandığına kadar her konuyu araştırdım.. Bedriye'nin anlattıklarını sıraya koymak benim görevimdi ve zorlanarak yaptım. Çok kızdığım bir konu var. Akşam gazetesi köşe yazarı Sevgi Soysal kitabı okumuş. Yazdıklarım hakkında çok yorum yapıldı ve herkesin beğendiği bir kitap. Zaten beğenilmese iki ayrı kurum tarafından edebiyat ödülüne aday gösterilmez. Ben diyor; kitabı okuduktan sonra kafam karıştı. Hamdi bey Bedriye'yi istemeye gittiğinde 1911 yılında Halep'te limon varmıydı ki, bıyıklarını limonla burmuş. Nasıl sinirlendim anlatamam. 500 yıl önce elma var mı ? sorusu gibi aptalca. Ayrıca lizöz varmıydı diye de sormuş. Bu iki soruyu kendisine aynen iade ediyorum. Ben de 1825 yılına ait bir lizöz var. Neredyse parçalanacak halde. Özel olarak anneannemin halası için dikilmiş. Sevgi Soysal gelsin de göstereyim. CNN'den sonra Kanal D 'de haber spikeri olarak çalışmaya başladınız. Sizin konumuzda ki biri çok hırslı olmalı. Yoksa bu noktaya gelemez.. Hırsınızla nasıl baş ettiniz? Ben de hırs yok... Bu noktada olmamın sebebi çok çalışmak. Burnu büyük insanları sevmediğim gibi, öyle gözükmekten de hep korkmuşumdur. Fazla mütevazilik, insanların gözünde seviyeyi aşağıya çekmek olarak görünüyor. 45 yaşındayım yaşımı hiç göstermem. Etrafıma gösterdiğim özen gibi kendime de bakarım. İki dil biliyorum. Çalıştığım ortamda küçük iş-büyük iş ayırt etmem ne iş verirlerse yaparım. Kaç tane ana haber spikeri perfore okumaya aşağıya iner merak ediyorum. Onlar şahın kardeşleri ya! Her zaman en iyisini yapmak için çalışırım. Ana haber okumak gibi komplekslerim yok.. Kaç tane haber spikeri gazete de köşe yazısı yazdı, iki üniversite bitirdi. Birikimlerim hırs yapmama gerek sağlamadı.. İyi bir spikerim 47 tane ödülüm var. Türk Dil Kurumu Türkçe'yi en iyi yazan ve kullanan ödülünü verdi, özel televizyonlardan ilk defa bu ödülü bana layık gördüler. Bu kadar çok çalışmanın karşılığını alabildiniz mi? Hayır alamadım. Türkiye'de büyük gelir adaletsizliği var. Dünya'da ödül verilirken yanında teşvik amacıyla para da verilir. Sadece kuru ödül vermek bize mahsus. 22 yıllık çalışma hayatımın karşılığında 47 ödülüm varsa, karşılığında güzel bir evim de olmalıydı. Ben fazla ortalarda olmadığım için herhalde. Asla eğlence mekanlarında göbek atarken göremezsiniz. Biriyle polemiğe girmem. Gidersem de oğlumla giderim. Haber spikerleri hep ulaşılmaz gözükürler. Siz daha dışa dönüksünüz. Halkın içindesiniz. Formülünüz var mı? Bunun formülü kendiniz gibi olmak.. Çoğu meslekdaşlarım gibi ekranda oynayamıyorum. Çarşı da, pazarda o kadar çok insanla karşılaşıyorum ki; alışveriş yapamadan eve dönüyorum.. Her üç adımda biriyle sohbet ediyorum. Dertlerini, şikayetlerini anlatıp, beğenilerini dile getiriyorlar. Söz dönüp dolaşıp niçin mankenleri veriyorsunuza geliyor. Onlar mutlu oluyorlar. Siz nasıl deşarj oluyorsunuz? Ben yazarak rahatlıyorum. İnternet siteme girenler kafama nelerin takıldığını görecek.. Her hafta sitemi güncellerim. Milliyet'te köşem vardı, kriz döneminde iptal edildi. Ben de internette yazmaya başladım. İki kitap yazdım, üçüncüsü şiir kitabı olacak. Sponsor bulursam hemen piyasaya çıkacak. Yaşadıklarınız ve sunduğunuz haberler şarkılarınıza yansıyor mu? Birebir olmasa da evet. Kışın kar yağarken sokaktan kömür toplayıp evini ısıtmaya çalışan çocuğun görüntülerinin ardından, bir mankenin çıkıp kazandığımız parayla araba alınmaz lafı sinirlerimi zıplatıyor. Demek ki inişli çıkışlı haberler daha etkili oluyor. Okuduklarım, gördüklerim zaman içinde şarkılara dönüşüyor. 1996 yılında Savaş ve Çocuk klibini hazırladığımda Bosna-Hersek savaşı vardı.. Kanal D'nin arşivinden ne kadar savaşa ait görüntü varsa çıkardım. Şarkının sözlerine uygun olanı bir kasette topladım.. Şarkıyı stüdyoda aranje ettikten sonra tüm radyo ve tv kanallarına yolladım. Hepsi de yayınladı.. Albüm çıkaranlar kervanına katılacak mısınız? Haber spikerliği yaptığım dönemde Zülfü Livaneli'nin vokalistliğini yapıyordum. Bazı insanlar nasıl hobi için tepsi boyuyorsa, ben de vokalistlik yaptım. O insanla şarkı söylemek felsefe kitabı okumak gibi.. Bundan parasal çıkar gözetmedim asla. Zülfü Bey tuttu elimden; senin bu kadar çok şarkın var ve hakikaten güzel, gel albüm yapalım dedi. Stüdyoda çalışırken birden içim tutuldu, vazgeçtim. Bir albüm satmalı ki, yapımcı kâr etsin, maliyetini çıkarabilsin. Promosyon gerekli. Onu da destekleyen sahne... Bu saatten sonra çıkıp göbek atamam. Uzun süre Fransa'da yaşadınız, oradaki yaşantınızdan bahseder misiniz? Babam elçilikte ataşe olduğu için ortaokulu orada okudum. İyi derecede yazıp, konuşurum. Ben kozmotoloğum aynı zamanda. Sabundan ojeye kadar herşeyi üretcek, renklendirecek ve ambalajını yapabilecek bilgiye sahibim. Ayrıca satışını yapacak bilgimde mevcut. 1980 yılında üniversiteden mezun olup yurda döndüğüm gün ihtilal oldu. Hayalim bir çiftlikte ıhlamur, lavanta, ıtır gibi çiçeklerin özlerini kuracağım labaratuarda değerlendirip, göz kremi, losyon gibi ürünler hazırlamaktı. Bütün getirdiğim eşyalar ihtilalden dolayı gümrükte kalınca çürüdü ve hayalleri suya düştü. Ben de TRT'nin sınavlarına girip kennime yeni bir yol çizdim. TRT'den sonra kozmetik progrmı sunmak için ATV'ye görüşmeye gittiğimde sen eğitimlisin, haber merkezinde çalış diyerek işe aldılar. Bugünlere kadar geldi özel tv'lerdeki iş hayatım. Spikerliği ne zaman bırakacaksınız? Vallahi o beni bırakmadan ben onu bırakmam. Aynı formatta tv programları sunabilirim. Ama ben iyi bir spikerim ve bunun farkındayım. İnsanlar bana güven duyuyorlar. Üç günde olacak şey değil. Duygu Dikmenoğlu ile benim okuduğum haber arasında dağ kadar fark vardır. Kültür, iletme, güven farkı... Biraz da aile yaşantınızdan konuşalım? Kendi halinde yaşayan insanlarız. Şu anda oğlum kendi hayatından mutlu.1 yıldır herşey düzene girdi. Artık haftasonları çalışıyorum. Küçükken beni tv de seyrediyordu. Eskiden sabah 3'te evden çıkıyordum; 22.00'de işyerimden çıkıp 23.00'de eve geliyordum. Kerem yataktan kalktığında anneyi görmek için tv'yi açıyordu. Mamasını yerken anne dermiş. Şimdi 17 yaşında bir delikanlı. Üniversite'ye hazırlanıyor. İnanılmaz yetenekli bir çocuk. İlkokuldan beri yazdığı senaryoları arkadaşlarına oynattırıyor. İletişime girip, televizyoncu olmak istediğini söyledi. Ama daha kararsız. Türkiye'de her yıl işsiz kalan 400 iletişimciden olacağına, insani tarafları tatmin olmuş bir doktor olmasını isterim. Çalışma hayatı sevilen işle ilerliyor. İstanbul'da en çok nerelere gidersiniz? Yıldız Parkı'nda Malta Köşkü favori mekanımdır. Kitap yazmaya, ikindi vakti atıştırmaya hep oraya giderim. Çocuk gürültüsü olmayan, sakin bir yerdir. Boğazı şehzade gözüyle görebilirsiniz. Hidiv Kasrını beğenirdim; artık limonatadan başka bir şey yok.. Beykoz'la, çocukken dedemin Aşiyan'da simit ve çay içmek için götürdüğü kahveye hala giderim. Orada ki simit hala bana farklı gelir. Gelecekle ilgili planlarınız neler? Bir tek planım var. Sürpriz bir aşkın gelip beni bulmasını istiyorum. Hayatım da her zaman aşk eksik oldu ya da aşk zannettiğim beni yıprattı. Ne istediysem başıma gelmiştir. Bu insan beni, ben olduğum için sevsin. Aslında çok komik bir kadınım. Benle beraber gülmeyi bilsin, yaşlanmayı bilsin, kendisiyle barışık olsun. Parasının hesabını yapmasın. Hayatla kavgası bitmiş olsun. Ayrıca iki katlı bahçe içinde evim, bahçemde kümesimle pekin ördeklerim olsun. İnternetten yazılarımı yazayım ve domateslerimi yetiştireyim.