Süslü cümleleri bir yana ayırarsak açık ve seçik olarak şöyle
diyebiliriz:
-Yoksullar kentten kovuluyorlar!
Kovulanların en başında da Romanlar geliyor.
Sanki üzerlerinde etiket var: Yangında ilk yakılacaklar!
İkinci Dünya Savaşı"nda Yahudiler"in ardından en fazla
katledilen etnik grup oldular. 1989"da da Doğu Bloku onların üstüne
yıkıldı. Romanya"da çingene köyleri ateşe verildi. Slovakya"da
istemleri dışında çingene kadınları kısırlaştırıldılar. Bu sivil
zulümden kaçıp Batı ülkelerine sığındıklarında ise bu kez de alış
veriş için dahi kent merkezlerine, köylere, marketlere
sokulmadılar.
Türkiye"de de baştacı değillerdi ama sadece etnik kökenleri
yüzünden de başlarına çorap örülmezdi.
AKP iktidarı bunu da yaptı!
Sadece Roman oldukları için evleri başlarına yıkılıyor.
Sulukuleyi görün...
Amerika"nın bombaladığı Bağdat daha iyi durumda.
Bu barbarlığın bir de fiyakalı adı var: Kentsel dönüşüm!
Eski evler yıkılıyor, yerine cici konutlar yapılıyor. Parası
olana da bu yenilerden verilecek sözü veriliyor. Yoksullar içinden
daha ev alana rastlanmadı.
Oysa eski olan her şey yıkılırsa, ne tarih kalır ne de kültür.
Gözlerini dolar bürümüş bu Müslüman Demokratlar (!) nerede para
görürlerse oraya atlıyorlar.
***
Bir de kenti olduğu gibi korumak var.
Onun ismi yok, olsaydı “kentsel kalışım” yakışırdı!
Bir kenti olduğu gibi korumak mümkün olabilir mi?
Bunun kocaman harflerle yazılmış “evet” yanıtı Ankara"nın
Beypazarı ilçesinde dimdik duruyor. MHP'li Belediye Başkanı Mansur
Yavaş bundan iki dönem önce ilk kez aday olduğunda dağıttığı seçim
broşürünü kuyumcu Nurettin Türkoğlu çekmecesinden çıkarıp
gösteriyor:
-Bütün evleri bu fotoğraftaki gibi beyaza boyayacağım dedi.
ANAP, Refah Partisi ve Fazilet Partisi"nden üç dönem seçilmiş
olan eski başkan ise eski evleri boyama projesinin imkansızlığını
anlatmak için şöyle diyor:
-Tekke Dağı"nın bütün kirecini getirse, bu evleri boyayamaz!
Mevlut Yavaş, son derece hızlı biçimde yüzlerce ahşap destekli
eski Osmanlı evini boyamakla kalmayarak yenilemiş.
Beypazarı bir müze olmuş.
Kentsel dönüşümcüler, eskinin nasıl ayağa kaldırılacağını gidip
görsünler.
***
Pazar günü Sulukele Platformu, mahallede bir Hıdırellez
düzenledi. Etkinlikteki partneri olan Sulukule Derneği Başkanı
Şükrü Pündük, “Burada sadece evlerimiz yıkılmıyor, bir kültür
katliamı yapılıyor” dedi.
Hıdırellez kutlaması Çingene Şarkıları gibi gelişti. Hüzünlü
başlayıp neşeli gelişti. Konuşmaların ardından Sulukule Roman
Orkestrası herkesi olduğu yerde hoplatan ritmiyle ağır havayı
dağıttı.
Acı içinde bile neşelerini kaybetmeyen bu çileli insanların
hızını sağnak yağmur bile kesemedi. Yağmurun bereket de
getirdi:
-Sulukule"ye Sezen Aksu geliverdi!
Kimseler inanamadı koskoca Sezen Aksu"nun böyle kendiliğinden
sessiz biçimde gelişine... Zaten o da “Sezen Aksu olarak gelmedim”
dedi:
-Bu ülkenin bir insanı olarak yanınızdayım!
Yani ünlü sanatçı olduğu için değil insan olduğu için
Sulukule"deydi.
Sulukule"nin en çok buna ihtiyacı var: İnsanlık!
Koca yürekli Minik Serçe “insanın aklı almıyor” diye devam
etti:
-İstanbul"a damga vurmuş bu kadar önemli bir kültür yok
ediliyor!
Sezen, mahallede geniş bir tur attı, insanlarla konuştu onlara
hem umut hem de destek verdi:
-Sonuna kadar yanınızdayım!
Pazartesi gecesi Ahırkapı"da devasa bir Hıdırellez kutlaması
vardı. İstanbullular mahşeri bir kalabalık oluşturmuşlardı.
Romanların kültürünü ne kadar çok sevip benimsemişiz meğer!
Roman müzisyenler kalabalıkları coşturdular. Onlar çaldı
İstanbullular oynadılar. Romanların en büyük müzik okulu olan
Sulukule bitirildiğin de turistik Hıdırellez törenlerinde bile
çalacak Roman müzisyen bulamayabiliriz.
Onun için Sulukule"ye karşı, Sezen Aksu (yani insan) olmamız
gerekmiyor mu?