Sultanın medya ile kavgası
Abone olBaşbakan Erdoğan ile medya arasındaki gerginliğin geleneği Osmanlı'ya kadar uzanıyor. Araştırmacı-yazar Avni Özgürel benzer vakaları örnekleriyle ortaya koydu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la medya arasında yaşanan
gerginlik aslında bugüne özgü değil. Osmanlı döneminden günümüze
kadar ulaşan iktidar-medya sürtüşmelerini Radikal Gazetesi'nin
araştırmacı-yazarı Avni Özgürel'in yazısından okuyalım:
Basın tarihimizin başlangıcındaki fikir 'halkın haber alması' değil
'devletin yönetim sıkıntısı'dır... 1 Kasım 1831'de yayımlanmaya
başlanan Takvim-i Vekai resmi gazete niteliğindeydi. Gazete çıkarma
fikri Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, ardından Rusya bozgunu
üzerine 2. Mahmut'un topladığı 'ıslahat meclisleri'nde gündeme
gelmişti.
Adını padişahın koyduğu Takvimi Vekai, bu işin uzmanı bilinen
Alexandre Balacque'nin İzmir'den İstanbul'a davet edilmesiyle
'kuvveden fiile' çıktı. Türkçe dışında, aynı adla Arapça,
Fransızca, (Le Moniteur Ottoman) imparatorluğun çokuluslu yapısı
dikkate alınarak Farsça, Rumca (Ottomanikos Minitor) ve Ermenice
(Liro Kir) yayımlanıyordu Takvim-i Vekai.
Türkçe nüshalarda, Yeniçeriliğin sebep olduğu rezaletlere dair
dedikodular ve uydurulmuş fıkralar vardı. Tanzimatla tablo
netleşti: Türkçe yayın, 'Batılılaşma'yı seçen devletin
vatandaşlarına 'Batı'nın faziletini' anlatmayı, Fransızca ise
'düvel-i mütehabbe' (dost devletler) sayılan Avrupa'ya ülkenin
tablosuyla reformları anlatmayı amaçlıyordu.
Gerçek gazeteli dönem, 30 yıl sonra Şinasi ve Agah Efendi'nin
girişimiyle başladı.
Rüşvetin adı: Celb ve taltif
Bir yandan gazetelerin sayısı artarken diğer yandan çözülmenin
sancılarını yaşıyordu Osmanlı Devleti. Aleyhte çıkan haberleri
etkisizleştirme çareleri bu dönemde aranmaya başlandı. Sansür
uygulaması, tekzip beyannameleri v.s. Yabancı basını sadaret
kaleminde kurulan 'Matbuatı Hariciye' bürosu takip ediyordu.
Osmanlı hükümetleri başlangıçta Avrupa basınında yer alan olumsuz
haberleri görmezlikten geldi. Ama sızlanmakla sorun çözülemeyince
'biraz masrafa girilmesi' fikri doğdu. Abdülmecit'e bazı
gazetecilerin 'celb ve taltifi' (davet ve ödüllendirme) teklif
edildiğinde padişahın, "Bu diğerlerinin de zararlı şeyler yazıp
aynı neticeyi almaya çalışmalarına sebep olur. O sebeple yalanlama
ve tekziple yetinilmelidir" dediği biliniyor.
Ne var ki Mustafa Reşit Paşa bundan başka çıkar yol görmüyordu,
fikrinde ısrar etti:
"Hepsini değil, birkaçını davet ve taltif edelim. Ayrıca bunlara
abone olup olumlu makalelere yer vermeleri için tazyik edelim."
Sonunda sarayın pes ettiğini biliyoruz. Times'ın Osmanlı aleyhine
yayınları yoğunlaşınca gazetenin sorumlularıyla yapılan görüşmenin
tutanağı, Paris'te bir gazeteciye İstanbul'a gelmesi halinde uygun
ve dolgun maaşlı bir görev vaadini içerek mektup Yıldız Sarayı
arşivinde duruyor.
Ajans Havas ve Reuters
2. Abdülhamit döneminde yerli basın da devlet için 'sorun' oldu.
Bunu aşmak için ödenekler sağlandı, nişanlar verildi. Tercüman-ı
Hakikat, Saadet, Moniteur Oriental gibi gazetelere Hazine'den
30-100 bin kuruş hazine yardımı yapıldığına dair makbuzlar duruyor.
Gazeteciler bir yandan bu paraları alıyorlar, diğer yandan daha
fazlası için yine aynı metotlara başvuruyorlardı. Jön Türk basını
açısından bu 'med-cezir' bir yayın taktiğiydi. Finansman
sıkıntısına giren, muhalefetin dozunu artırır, sonra İstanbul'la
pazarlığa girer, gazeteyi kapatır, sonra elde ettikleri parayla
yeni bir gazete çıkarmaya yönelirdi.
Borçlanma ihtiyacı dolayısıyla Hazine özellikle borsa haberlerine
duyarlı olduğu için, Galata bankerlerinin yönlendirmesiyle yapılan
olumsuz haberlere engel olma çabası yoğundu. O dönemde uluslararası
haber ağının kilit noktasını oluşturan Paris merkezli Ajans Havas
(AFP'ye dönüştü) ve Londra merkezli Reuters'ın haberleri sadece
Osmanlı Devleti'ni değil bütün Avrupa devletlerinin durumunu
etkiliyordu. Açıkçası, kavga bu iki ajans üzerinden verilir hale
gelmişti.
Tekzip sorunu ve abonelik
Osmanlı'ya yaklaşımlarının 'şantaj' boyutuna vardığını gösteren bir
belge arşivlerde yer alıyor. Matbuatı Hariciye Müdürü Esseyid
Abdullah Macit Bey'in imzasını taşıyan ve padişah tarafından da
görüldüğü not edilmiş olan bir belgede şu satırlar yer alıyor:
"Ajansın İstanbul'da bulunan vekil muhabiri müsteşar paşaya şifahen
yazılı olarak birçok defa başvurmuş, ajansın Kayseri olaylarına
ilişkin yayımladığı zararlı yazıların tekzip edilmemesine, ajansa
abone olunmamasının sebep olabileceğini söylemiştir. Bu sebeple iki
adet abone olunması gereklidir. (....) Ancak abonman bedeli olan
yirmialtı bin iki buçuk kuruşun karşılığı yok..." (iki ajansla
ilgili olarak Milli Mücadele döneminde Atatürk'ün de olumsuz
değerlendirmeleri var.)
Ancak bir süre sonra aleyte yayınlar abonelikle, ödüllendirmeyle
önü alınacak gibi olmaktan çıkınca yabancı ajansların müdürleri
maaşa bağlandı. 1899'da Agence Furmeir'in İstanbul temsilcisi Mösyö
Alberti'ye ve Agence Nationale'nın müdürüne Hariciye Nezareti
bütçesinden aylık verildiği kesin.
Aynı dönemde Türk gazeteciler 'havuç-sopa' siyasetinde sürgün,
hapislik ve konak davetlerine sıkışıp kaldılar.
Basiret gazetesinde 1875 yılında yayımlanan bir makalenin tablonun
içe dönük durumunu yansıtması bakımından anlamlı olduğunu
düşünüyorum. Makale Basiret'te yazması teklif edilen bir yazarın
(teklif yapılan kişinin mesleği yazarlık yani) "Ben gazete
muharrirliğine tenezzül edecek noktayı aştım azizim" cevabı
verdiğini konu almış.
Yazı: Avni Özgürel
Kaynak: www.radikal.com.tr