Sultan Vahideddin cevap veriyor!..
Bülent Ecevit’in başlattığı ve günlerdir devam
eden ‘Vahideddin hain miydi, değil miydi?’
tartışmasına, sanki bu konunun bir gün gündeme
geleceğini düşünmüş olan Sultan Vahideddin,
İtalya’nın Sanremo kasabasında 1925 yılında kaleme aldığı yazıyla
bizzat katılıyor ve hakkındaki suçlamalara cevap veriyor.
Murat Bardakçı’nın yıllar önce yazdığı ve
padişahın özel evraklarına dayanan tek belgesel kitap
olan ‘Şahbaba’da, bakın Sultan
Vahideddin neler diyor...
Yorum sizin...
MEMLEKETE PARATONER OLDUM: ‘Karşınızda köklerinden
koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazazede
var. Ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından
habersizim ve bu işin neticesini de sadece Allah biliyor. ...Ne
yapabiliriz ki? Kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol
çizdi.Ben, dindar bir insanım. ...Vazifemi çok karmaşık bir
dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma
bütün yüreğimle ve kat’iyetle inanıyorum.İnsanın zaafları da söz
konusu... ‘Beşer şaşar’ ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum
ama, aşılması zaten imkánsız olan savaş zamanının engellerini ve
daha sonra mütareke ile ortaya çıkan güçlükleri yenemediysem de,
memleketimin iyiliği için yapmam gereken her şeyi yaptığımı iddia
ediyorum.Mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün fácialara ve
olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ama paratoner vazifesi gördüm
ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri de üzerime çektim.
Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Ama gelin görün ki,
bugün yaşayan kurban benim; daha doğrusu fedakárlığın
kurbanı!’
KAÇMADIM, HİCRET ETTİM: ‘Her tarafı istilá eden inkılap ve
ihtiras içerisinde bunaldım. Bana teklif edilen şekildeki hiláfete
ne karşı koyma, ne de başeğme imkánı görmeyerek kamuoyunda sükûn ve
durumda açıklık belirinceye kadar tehlikeli bölgeden geçici olarak
ayrılmaya karar verdim. Gitmekle, vekili olduğum şánı yüce
peygamberin yaptığını yaptım, kaçmadım, hicret ettim.’
İHANET ETMEDİM: ‘Talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı ve
nihayet gurbetlere attı. Allah’ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş.
...Gerçi málum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu
ettiğim kadar hizmete vakit ve imkán bulamadım ise de, asla ihanet
etmedim. Şimdi burada zelil ve sefil bir halde kalmaktansa,
Anadolu’da at sırtında olmalıydık. Ecdádımın sarıkları, aynı
zamanda kefenleriydi. ...Anadolu’ya gidip ordunun başına geçmem
konusunu dünürüm Sadrazam Tevfik Paşa’ya açtığım zaman, büyük bir
muhalefete uğradım. ‘Böyle bir avantüre giremezsiniz. Biz, Mustafa
Kemal Paşa ile haberleştik. Zaferden sonra, size bağlılığını
bildirecek. Onun istemediği, sadece Damad Ferid Paşa’dır. Galip
gelirse zafer sizin, Allah göstermesin yenilirse de bu yenilgi onun
hesabına olacaktır. Vaktiyle Enver ve Talát yenilmişlerdi ve
onların hatalarını düzeltmek için galip devletlerle şimdi siz
mücadele içerisindesiniz. Anadolu’ya gidip mağlup olursanız
vaziyeti kim kurtarır?’ deyip Anadolu’ya gitmeme máni
oldu.’
ÜÇ BÜYÜK HATA YAPTIM: ‘Ben de insanım, hata etmediğim
iddiasında bulunamam ve başlıca üç hatamı itiraf ederim: Birincisi,
rahmetli biraderim Sultan Reşad’dan sonra saltanat makamını kabul
etmem. İkincisi, mütareke hükümetlerine, başta Ferid Paşa olmak
üzere Tevfik, İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi milletin ve
devletin kalbur üstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam.
Üçüncüsü; devleti kuran ve halis muhlis Türk olan Osmanoğulları’nın
memleketten sürgün edilip Hiláfetin ortadan kaldırılacağına asla
inanmak istememem. ...Böyle bir tecrübeden sonra insanın vicdanının
nasıl temizlendiğini, inancının ve tevekkülünün yeniden nasıl
doğduğunu bilemezsiniz.’
PAŞA’YI BEN GÖNDERDİM: ‘Bugün içinde bulunduğum ve hak
etmediğim düşmanlıktan rahatlık ve mutluluk duyuyorum. ...Bu, bana
huzur da getiriyor. Eğer yaşarsam ve mücadeleden muzaffer çıkarsam,
‘bir kötülüğe batıp çıkmıştım’ diye teselli bulacağım. Düşmanlığa
karşı mücadelenin yoğun, acı verici ama dayanılmaz olmadığına
inandığım için kendimi feda ederek çok sevdiğim memleketimi
kurtarmış olmaktan mutluluk duyacağım. Memleket sevgim bana,
İstanbul düşman süngüleri altındayken Mustafa Kemal Paşa’yı
Yunanlıların üzerine göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak iláhi
bir mutluluğun da zevkini tattırdı.’
SEVR’İ İMZALAMAYACAKTIM: ‘O Sevr Andlaşması ki, elime ilk
aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim. ...Sevr
bana göre ne bir andlaşmaydı ne de bir pakttı; kötülüğün baştan
aşağı ta kendisiydi.Bana gelince; mecburi ve geçici imza taktiğiyle
biraz zaman kazanmaya çalıştım. Saltanat Şûrası’nı da zaten her
türlü mes’uliyeti üzerime alarak galipleri ve zaferlerinden sonra
Türkiye’ye karşı aşırı düşmanca bir tavır içine giren bu
memleketlerin kamuoyunu biraz sakinleştirmek için teşkil etmiştim.
Gelişmeleri bu şekilde beklerken biraz zaman kazanmaya çalıştım,
zira olayların gidişatını normale sadece zaman
çevirebilirdi....Eğer işler kötü gider ve bu oyalamakta muvaffak
olamazsam, andlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye
kararlıydım.’
HAZİNEYİ ALMADIM: ‘İstanbul’u terkederken Osmanoğulları’na
ait bulunan ve benim için çok büyük kıymet taşıyan eşyaları yanıma
almayı düşünmedim. Bu sebeple, yabancı bir memlekette şimdi beş
parasız, yüzüstü ve ızdırap içinde kaldık.’