Şükrüye Tutkun türkülere tutunuyor

Abone ol

Türkülerin haketmediği yerde olduğunu belirten sanatçı Şükrüye Tutkun, içini Fügen Ünal Şen'e döktü: Gücüm yetene kadar türküleri hakettiği biçimde söyleyeceğim.

“Bizler işini gerçekten iyi yapmaya çalışanlar, her zaman her yerde her meslekte olduğu gibi hiçbir zaman hak ettikleri yerde olamazlar. Ne yapalım, sağlık olsun... Gücüm yetene kadar türküleri hak ettiği biçimde söyleyeceğim...”

“ İlk türkü müzikalini oynadık. Ama basında gereken yeri almadı. Neden? Çünkü Şükriye sansasyonel bir insan değil. Şimdi bakıyorum yeni müzikallere, neredeyse her gazetede haber var. Üzülüyor insan...”

“TV’deki şarkı yarışmaları para kazanmaya yönelik. Gerçekten yetenekli olanların oralarda ne işi var?”


“Yeni albümde yeni müzik teknikleri de denedik. Türkülerin arasına ailemi sakladım ben...

Böyle de olunabiliyor demek. Yani her akşam bir başka gece kulübünden sevgilinle el-el çıkmadan da, sürekli TV magazin programlarında “ayrıldım, ayrılmadım, seviyeli birlikteliğimiz var” demeçleri vermeden de bu alemde kalınabiliyor demek. Zor da olsa kalınabiliyor...

“Gündemde olacaksam, işimle olmalıyım, sesimle ulaşmalıyım kalplere ve orada kalacaksam eğer, kişiliğimle kalmalıyım...” dediysen taa en başta, bu sözünü senet yaptıysan kendine, arkasında durulabiliyor demek...
Zor ve asıl olan bu.
İyi ki de bu...
Çok zaman önceydi.
Toroslar’a, kardelen hasatına gitmiştik bir minibüs dolusu insan. Asırlık göknarların mavi göğe yasak koyduğu, tepelere yaklaştıkça soğuğu iliklerimizde hissettiğimiz ama aracın orta sırasında, arada biryerlerde oturan sıcak bir sesin türküleriye ısındığımız bir yolculuktu.
Herkesin yolculuğu kendine elbet.

O sıcak sesi, şimdi sizler Şükriye Tutkun olarak tanıyorsunuz... İyi ki de tanıyorsunuz çünkü, laf olsun, kelimeler kafiyeli dursun diye seçmiyorum bakın, o gerçekten türküye tutkun...

Hele her köşe başından bir popçunun fırladığı, her televizyon kanalında “3 ayda popçu yetiştirilir” yarıçmalarının yapıldığı cânım sanat dünyamızda, “Ya türkü söylerim, ya türkü söylerim” diyecek kadar, tutkun türküye.
Belli ki Sonbahar’da çekilmiş fotoğraflarla süslü cd’sini elime aldığımda “Bizim Toroslar’a yaptığımız yolculuk birkaç gün sürmüştü, Şükriye’nin Türkü’yle, Türkü için yaptığı yolculuk bir ömür sürecek anlaşılan” diye geçirdim içimden.

Gücüm yetene kadar...

Son çalışmasının adı bu. Peki bu adı seçişinde gizli bir mesaj var mı?

Cevap Şükriye’de:

“Bizler işini gerçekten iyi yapmaya çalışanlar, her zaman her yerde her meslekte olduğu gibi hiçbir zaman hak ettikleri yerde olamazlar. Bizler bu işin okulunu okumuş gerçekten şarkı söylemek için bu işi yapan insanlar olarak zaten pek azız. Müzikal olarak ayakta kalmakta zorlanıyoruz tabiî ki.
Sağlık olsun.
Elbet birileri bir gün kıymet anlarlar diye avunuyoruz. Gücüm yetene kadar da türkülerimizi düzgün bir şekilde söylemeye devam edeceğim. Her zaman dimdik ayaktayız manevi anlamda. O kadar güzel bir dinleyicim var ki onlarla gurur duyuyorum ve teşekkür ediyorum.”

Biliyorsunuz, ya da bilmeyenleriniz belki de daha fazladır, çünkü basında öyle boy boy ilanları yer almadı, minik birkaç haber dışında hiç bir gazetede okumadınız; geçen yıl Şükriye bir de müzikalde yer aldı; Sultan Gelin... İlk kez yapılan bir türkü müzikaliydi. Suna Pekuysal, Seden Kızıltunç gibi ustalarla birlikte... Bir yandan rolünü yaptı, bir yandan yeni çalışmasıyla ilgilendi. Şimdi söz sırası Şükriye’de:

“Sultan Gelin Müzikali’ni bir yıl boyunca oynadık. Türkiye’de yapılmış ilk türkü müzikaliydi bu. Ama basından yada televizyondan asla görmesi gereken ilgiyi görmedi. Neden, çünkü Şükriye Tutkun sansasyonel bir isim değil, ama şimdi bakıyorum yeni müzikallere. Neredeyse her gazetede okudum haberlerini. Üzülüyor insan.. Ve bu sene oynayamadık Sultan Gelini. Çünkü Şehir Tiyatrolarının zaten kısıtlı bütcesi var, ne yapsınlar. Geçtiğimiz yıl müzikal çalışması sürerken bir yandan da Ali Osman Erbaşı ile albümdeki türküleri seçtik. Beğendiklerimizi hemen her gün birlikte söyledik, yani eski tabiriyle meşk ettik. Sonra sesime en yakışan türküleri belirledik, onların üzerinde yoğunlaştık, onları çalıştık.”

Hazrı gönlünü türkülere vermiş bir sanatçı varken karşımda, sormadan edemeyeceğim bir sorum var dilimin ucunda. “Sahi Şükriye, türkülerde hep gizli kalan öyküler mi vardır? Türküler sahiden canlı mıdır? Peki senin yeni albümünde sana özel ama gizli neler var?”

Cevap hemen geliyor, ben de buraya yazıyorum, türküleri dinlerken siz de bilin ki daha fazla keyif alın:

“Özel hikayeler tabiî ki var, Azamet teyzem var, Hakkı Dayım var, anneannem var. Bu albümdeki şarkıların arasına ben ailemi sakladım. Fırtına’yı söylerken anneannemle yazlık sinemada oturmuş Çamlıca gazozumu içiyordum. Hakkı Reis de Hakkı dayım; akordeonunu eline almış ben de ona Artvin oyunları oynuyordum.”

Şükriye’nin kendine özel bir hayatı, ödün vermediği doğruları var. Belki de ve ne yazık ki hak ettiği yere ulaşmakda bazılarına göre daha fazla çabalaması gerekiyor bu nedenden. Öyle mi Şükriye? Sadece işini yapıp özel hayatınla pek ortalarda görünmediğinden kendini “kaybeden” olarak gördüğün oluyor mu? Aslında cevabını bildiğim bir soru bu. Yine de soruyorum. Yanıt mı?

“Tam tersine kazanan benim. Albüm ortada. Ortalarda görünüp hava atacağıma oturup ülkem için, beni sevenler için müzik yapmak, şarkı söylemeye çalışmak benim için daha önemli. Benim görevim bu sesi en iyi şekilde değerlendirmek. Çünkü bu bana Allah tarafından gönderilmiş bir hediye. Kaç kişiye kısmet oluyor.”

Peki şu şarkıcı yetiştiren yarışma programlarına ne diyorsun?

“ Yarışma programları tamamıyla para kazanmaya yönelik diye düşünüyorum. Gerçekten yetenekli insanların oralardan çıkacağına inanmıyorum.”

Hadi biraz da yeni albümden konuşalım... Müzikkalitesinden, uygulanan yeni tekniklerden...

“Yeni albümde akustik bir çalışma yaptık. Tüm enstrümanları tek tek duyabilirsiniz. Ne ses önde ne de başka bir enstrüman. Ve tamamiyle eskiden dinlediğimiz taş plaklardaki samimiyet hakim bu çalışmada. Ben söylerken hep kendimi o dönemlerdeki bir şarkıcı gibi hissettim… Yepyeni bir deneme..”

Böyle diyor Şükriye... Gücü yetene kadar bildiği yolda yürümeye devam edeceğini söylüyor. Sevin Gayrı, Çiğdem Der ki ve Kumru’dan sonraki yeni çalışmasından, Gücüm yetene kadar’dan bir türkü dinleyeyim istiyorum, cd’nin kapağını karıştırıyorum. “Azamet Arsever Hanımefendinin anısına” yazısını okuyorum.

Bir çay içimi sohbette öğreniyorum Azamet Teyze’nin Şükriye’nin manevi annesi olduğunu, Atatürk’le tanışan, onunla aynı masada oturan, Sabahattin Ali ile aynı odada yıllarca birlikte çalışan, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun arkadaşı olduğunu, hatta Orhan Veli’nin Azamet Teyze’ye büyük hayranlık!... Sohbet bitse de türküler bitmiyor; bir yandan bu yazıyı yazıyorum, sizlerle paylaşmak için bir yandan Trakya, Karadeniz, Diyarbakır, Urfa, Malatya, Selânik dolaşıyorum.
İçten içe “Gücün hiç tükenmesin Şükriye” diye diliyorum

Söyleşi: Fügen Ünal ŞEN
Günün Önemli Haberleri