SP'den miting gibi basın açıklaması
Abone olSP Gençlik Kolları'nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde yaptığı 'İstanbul Bu Kadar Sahipsiz Olmamıştı' adlı basın açıklaması bir anda miting havasına büründü.
Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı Gençlik Kolları'nın
İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde 'İstanbul Hiç Bu kadar
Sahipsiz Kalmamıştı' başlıklı basın açıklaması miting atmosferine
birdenbire büründü. İstanbul İl Kolları Başkanı Zafer Emanetoğlu,
burada yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi: Bizler, kıymeti,
dünya nimetleri ile ölçülemeyecek bir şehrin sakinleriyiz. Ecdadın
bir zerresi için can feda ettiği İstanbul’un her taşı tarih, her
karışı misk-ü amber kokmaktadır. Sorsanız, her insaf sahibi,
İstanbul’un dünyanın en güzel şehri olduğunu söyleyecektir. Her
gelen ve her gören İstanbul’a hususi aşkını söylemiş, şiirler ve
nesirler ile sanki bu eşsiz sevgiliyi, bulunduğu makamdan daha
yücelerine taşımak gayretini göstermiş. Bu şehrinde yaşamanın maddi
olmasa da, manevi bir bedeli var. O da mazisi ile olduğu kadar
âtisi ile barış yapmayı ve hem tarihine, hem de geleceğine hakkını
verip sahip çıkmayı icap ettirir. Bugün burada toplanmamızın
sebebi, Dünyanın Başşehri olan İstanbul’umuzun yüzyıllar boyunca
taşımış olduğu tarihi mirasına sahip çıkmak, bu şehrin
yöneticisi(!) makamında bulunanların telafisi mümkün olmayacak
yanlış adımlarına engel olmaktır. Tarihin her döneminde olduğu gibi
bugünde İstanbul üzerinde bir çok kirli hesaplar yapılmaktadır.
Yöneticilerimizin ölçüsüzlüğü artık şuursuzluk boyutuna ulaşmış
durumdadır. İstanbul’un tarihi dokusu hızla bozularak
Konstantinopolis’e çevrilmek istemekte ve üç kuruş için yabancı
sermayeye peşkeş çekilmektedir. Kentleşme ile gelen kültürel
bozulma Bugünlerde güzide şehrimiz İstanbul hızla kentleştiriliyor.
Kentleştikçe değişime uğrayan İstanbul’un, bu değişim sonucunda
tarihi ve kültürel yapısında bozulmalar meydana gelmektedir. Bu
durum, maalesef halkımızın değerlerinden uzaklaştırılarak tarihini
ve kültürünü bilmeden yaşamasını beraberinde getirmektedir. Bunun
sonucu olarak, yöneticilerimiz ne geçmişteki değerlerine sahip
çıkarak kök salmaya, ne de ölçülü hareket etmeye ihtiyaç
duymuyorlar. Bu köksüz hareket etmenin en acı örnekleri III..
Köprüde, Fener- Balatta, Galatportta, Haliçportta, Formula 1
organizasyonunda, açıkça görülmektedir. III. Köprü Yapımı Daha dün
III. köprüye karşı çıkıp şehircilik açısından bir facia olarak
niteleyenler, Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonra bütün söylem
ve eylemlerini değiştirerek tam tersine hareket etseler de buradan
kendilerine sesleniyoruz: sizin şehircilik anlayışınıza ne oldu?
Neden dün ak dediğinize bugün kara demektesiniz? Belli çevrelere
ödenen diyetler yetmedi mi ki, III. köprü ile yeni bir diyet ödeme
telaşına düştünüz? Yılda 300,000-500,000 ağaç diktik diye
övünenler, sermaye sahipleri için yeşil alan statüsündeki bölgeleri
imara açmaktan geri durmuyorlar. Ve imara açtıkları bu bölgelerde
yapılan inşaatların temellerini de bizzat kendileri atıyorlar.
Bizansı ihya ediyorlar İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2010 yılında
“Avrupa Kültür Başkenti” olmak için hazırlık yapıyor ama otoriteler
tarafından başkent seçilebilmesi için İstanbul’a şans tanınmıyor.
Otoriteler şans tanınmamalarının sebebi olarak da Türkiye’nin AB
üyesi olmaması, yani ortak kültüre sahip olmayışımız gerekçe
gösteriliyor. İstanbul’un trafik sorununu çözmekte bu kadar kararlı
olmayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi ise Avrupa Kültür
Başkenti seçilebilmek için bir yandan yurtdışında çabalarını
sürdürüyorken,, diğer yandan da İstanbul’daki Bizans eserlerinin
onarımı için büyük paralar ayırıyor. Doğu Roma ve Bizans’tan kalma
eserlerin hızla restore edilmesi istenirken bu döneme ait saray,
kilise, anıt, heykel ve alanların onarımına hız verildi. AB
fonlarından yararlanılarak ayağa kaldırılacak Bizans eserleri için
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden de trilyonlar çıkıyor.
İşte rakamı rakamına Bizans ihyası Restorasyonu gerçekleştirilen ve
tamamına yakını Doğu Roma ve Bizans’a ait eserlerden oluşan yapılar
şunlar: 1- Tekfur Sarayı (Belediye 2 milyon YTL ayırıyor) 2- Anemas
zindanları (Belediye 2 milyon YTL ayırıyor) 3- Bizans’tan kalan
surların onarımı (Hazırlık aşamasında) 4- Başta Ayasofya olmak
üzere, Bizans’tan kalan kiliselerin onarımı (Hazırlık aşamasında)
5- Sultanahmet’teki arkeolojik parkın bakım ve onarımı 6-
Süleymaniye ve çevresini koruma alanının “kentsel dönüşümü” 7-
Zeyrek’teki kilisenin (Pantokrator) ve çevresini bakım-onarımı (AB
7 milyon Avro veriyor) 8- Saraçhane Parkı’nda bulunan, 524-527
tarihinde inşa edilmiş Aziz Polieuktos kilisesinin yeniden inşası.
(Bu, Ayasofya’dan önceki en büyük kilise) 9- Yerebatan Sarnıcı’nın
yanındaki Million Taşı (ki Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti
olarak İstanbul’un dünyanın başladığı yer olduğunu ilan için
dikilmiştir) 10- 390 yılında Büyük Theodostus tarafından Mısır’dan
İstanbul’a getirilen Dikilitaş. Refah Partisinden bu yana karşı
olduğumuz Marmaray Projesi şüphelerimizi haklı çıkarırcasına
Bizansın kalıntılarını arama çalışmalarına dönüşmüş durumdadır.
Yarın çıkacak kalıntıların dünya mirası olarak adlandırılarak
koruma altına alınmacağını ve bu yolla İstanbul’a yeni Bizans
simgeleri yerleştirilmeyeceğini kim garanti edebilir. Bizim ülkeyi
ve şehri yönetenlerden isteğimiz, İstanbul’u Bizans yapma
projelerine alet olmaları değildir. Biz, Büyük Şehir
Belediyesi’nden bir an önce İstanbul ile ilgili olarak, sivil
toplum kuruluşlarını toplamasını ve İstanbul’daki tarihi ve
kültürel eserleri inceleyip, önce kendi eserlerimizle ilgili
çalışmaların yapılmasını bekliyoruz. Formula 1’in Gerçek Yüzü Bir
yandan Bizans’ı ihya etmekle uğraşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi
diğer yandan da Avrupa’nın bir çok ülkesinde artık istenmeyen
Formula 1 organizasyonunu İstanbul’a getirmekle övünüyor. Basın -
yayın organlarına yalnızca; çok sayıda turist, Türkiye’nin
tanıtılması için bir fırsat ve ekonomik getirileri yüksek olan bir
organizasyon olarak yansıyan Formula 1 organizasyonun, aslında
görünmeyen yüzü bundan çok farklıdır. Her şey bir avuç sermayedar
ve medya patronu için yapılmıştır. Bugüne kadar Avrupalılar
Türkiye’nin menfaatine bir yatırım yapmadıkları gibi Formula 1
organizasyonunda da yapmamışlardır. F1 organizasyonunun ülkemize
hiç bir faydası olmamıştır. Tam tersine, bu yarışmalar dünyadaki
bir çok çevre kuruluşlarından büyük bir tepki almaktadır. Çünkü bu
yarışlar, ciddi çevre kirliliklerine neden olmaktadır. Formula 1
araçlarından çıkan bu duman ve kimyasal yakıtlar etrafa, ormana,
göle, zemine dağılıyor ve yağmur, rüzgâr ve diğer etkilerle etrafa
yayılıyor. Çıkan kirli gazlar etrafta ciddi bir kirlilik
oluşturuyor. Bu nedenle bu yarışları kendi ülkelerinden atma
yolları arıyorlar. Almanya, Fransa ve İtalya da çevre kuruluşları
bunlara çok tepki gösterdiğinden dolayı, bu ülkeler bu yarışmaları
kendi ülkelerinden dışarı atmak zorunda kalıyorlar. Formula 1’in
yapıldığı alan takriben 2250 dönüm yüz ölçüme sahip. Alanın tamamı
Ömerli Barajı su toplama havzası ve orman sınırları içinde olup,
orman kanununa tabi olan vakıf ormanıdır. Ayrıca, Ömerli Barajı’nı
besleyen Değirmen Deresi’nin mutlak koruma alanında, derenin iki
tarafında 50’şer metrelik koruma alanı olmak zorunda. Bu koruma
alanının kamulaştırılması gerekiyor. Formula 1 pisti ise bu koruma
alanı içinde kalıyor. Dere, hem mutlak koruma alanı içinde kalıyor
hem de Ömerli Havzası su koruma alanında. Dolayısıyla bu dere,
mutlak koruma alanı içinde yer aldığı için, buraya hiç bir yapı
yapılamaz ve buranın kamulaştırılması gerekir. Ama böyle bir şey
olmadı. Formula ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir diğer
husus ise şudur: Formula niçin Türkiye’de yapılıyor? Bildiğiniz
gibi Avrupa’da ve dünyanın muhtelif yerlerinde Formula yarışlarının
yapıldığı pistler var. Bilhassa Fransa, Almanya ve İtalya gibi
ülkeler bu işin başını çekiyor. Formula yarışları otomobil üreten
firmaların teknolojilerini yarıştırdıkları ve denedikleri bir
yarış. Tamamen teknolojik bir olay ve sportif boyutu işin
reklâmasyon boyutunu oluşturuyor. Dolayısı ile Formula 1,
uluslararası sermayenin kendi menfaatleri doğrultusunda yaptığı bir
takım çalışmaları parasal kaynağa dönüştürme alanından ibarettir.
İşin çok daha ilginç bir boyutu ise, bu işe öncülük edenlerin
başında bir medya patronun olmasıdır. Bu medya patronun, Formula 1
pistine yakın bir yerde 2000 küsur villa yapmaktan başka bir derdi
de yoktur. Ancak, İSKİ ve Çevre Bakanlığı’nın çıkardığı havza
yönetmeliğine göre belli mesafelerde ve kısıtlı olarak yapılabilir.
İstediğiniz gibi yapı kuramazsınız. Formula’yı ısrarla buraya
getirmek istemelerinin sebebi de havzada yapı yapmaktan ibarettir.
Şimdi soruyoruz: İTO ve Başbakanlık’ın yapması gereken harcamaların
da belediyenin üstüne yıkılmasıyla, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin bu projeye 56 milyon dolar harcamasına sebep olan
medya patronu kimdir? Bölgeyi adeta bir rant bölgesine çevirerek,
İstanbullular için kullanılması gereken para sermayedarlara peşkeş
çeken bir yönetim İstanbul’a ve İstanbullulara ne verebilir? AB
Yolunda Kültürel Değişim Operasyonu Türkiye, Avrupa Birliği yolunda
çeşitli tavizler vererek, yol alırken AB’nin kültürel dayatmalarına
da ses çıkarmıyor. Avrupa’nın önde gelen isimleri ilk ağızdan
Türkiye’den kültürel bir değişim istediğini her fırsatta dile
getiriyor. Topraklarımızda yer alan Hıristiyan kültürüne dair ne
varsa yeniden gün yüzüne çıkarılıyor ve restorasyonu yapılarak,
canlandırılıyor. İslam kültürüne ait eserlerimize ise ne sahip
çıkan nede hatırlayan var. Türkiye’ye AB’ye girme şartı olarak
kültürel değişim şartı koyan Avrupa Birliği, Fener-Balat’ta yer
alan Rum evlerini restore ettirmek için 7 milyon Euro hibe etti.
Balat’ta bulunan, kimsenin yüzüne bakmadığı harabe haline gelmiş
binalar, fahiş rakamlara restore ediliyor. Fener Rum
Patrikhanesi’ni çevreleyen Fener-Balat semtleri Rehabilitasyon
Programı büyük bir hızla devam ediyor. Çok sayıda evde çalışmalar
devam ederken, semt sakinleri ile yapılan anlaşmalarda 5 yıl
satmama şartı getirilmiş. Böylece evlerin kısa sürede el
değiştirmesi engellenerek, emlakçıların önü kesilmeye çalışılıyor.
Ancak, bölge halkı da uygulanan projenin geleceğe yapılan bir
yatırım olduğu konusunda hemfikir olup, içten içe büyük bir
tedirginlik içerisindedir. Avrupa Birliği, UNESCO’nun yürüttüğü
projelerle kültürel varlıklara sahip çıkmak adı altında kredi
veriyor ve sonra da sahipleniyor. Fener’de yapılan çalışma da bu
niyetin ürünüdür ve Patrikhanenin geleceği için açık birer
hazırlıktır. Turizm ve kültür adına bu yapılanlar Patrik’in
ekümenik olması için yapılan hesapların altyapısıdır. Sabahın erken
saatlerinde, sokaklar boşken o bölgede dolaştığınızda, insan
kendisini Bizans’ta hissetmekten kendisini alamıyor. Ancak görünen
o dur ki, Fener-Balat’ta yaşananlar burayla sınırlı kalmayacaktır.
Toplu Konut İdaresi ile anlaşan Fatih ve İstanbul Büyükşehir
Belediyeleri, Fener-Balat’tan sonra, Edirnekapı’daki Sulukule’de de
benzer bir, operasyona hazırlanıyor. Restorasyonlardaki asıl amaç..
Fener-Balat yada Sulukule’deki mesele, sadece kilisenin restore
edilmesi değildir. Burada önemli olan bu işin nereye kadar
gideceğidir. Hatırlayacağınız üzere, Haliçte Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı vardı. Bugün orası boşaltılmış durumda ve Haliçport
yani Haliç’in satılması da gündeme gelecektir. Bölgeyi
incelediğiniz zaman Sütlüce tarafı Fener Patrikhanesi’nin mücavir
alanı gibi gözüküyor. Dolayısıyla Deniz Kuvvetleri de oradan
çıkartıldı. Büyük bir ihtimalle o bölge Haliçport olarak satışa
çıkartılacak ve ABD pasaportu taşıyan bir Yunanlı ya da İsrailli
gelip alacaktır. Bu söylediklerimiz size bir komplo teorisi gibi
geldiyse, yapmanız gereken tek şey Galataport’un kimlere ve hangi
şartlarda satıldığına bakmanızdır. Hatırlayacaınız üzere, İstanbul
Salıpazarı Karaköy Kruvaziyer Liman Turizm Ticaret Kompleksi
(Galataport) ”yap-işlet-devret” modeli çerçevesinde açılan ihalede
3 milyar 538 milyon 449 bin 233 Euro teklif veren Royal Caribbean
Cruises Ltd'nin önderliğindeki konsorsiyuma verildi. Ofer rahat
rahat ödeyebilsin diye 46 yıllık taksit yapılması da ihmal
edilmedi. Yahudi Sermayesine Peşkeş. Bu “Oferleme Olayı”
beraberinde iki büyük skandalı da gözler önüne sermiştir. Bunlardan
birincisi, önce Ofer’i tanımadığını, sonra hiç görüşmediğini
söylediğini ve aynı günün akşamında, hem tanıdığını hem de
görüştüğünü söyleyen Başbakan Erdoğan kamuoyuna açıkça yalan
söylemiştir. Böyle bir Başbakanın bundan sonra hangi dediğine,
hangi sözüne inanılabilir? [Hatırlarsanız, ABD Eski Başkanı
Clinton, bayan Monika’ya yaptıklarından dolayı değil, “yapmadım”
diye yalan söylediğinden dolayı mahkemeye çıkmış ve halkının
tepkisini çekmişti!] “Oferleme Olayı”nın beraberinde getirdiği
ikinci skandal ise “Ülkemizin zenginlikleri Sn. Tayyip Erdoğan
eliyle Yahudi sermayesine peşkeş çekiliyor” olmasıdır. Ülkesini
pazarlamakla görevli bir Başbakana bundan sonra nasıl güvenilir ve
ülkenin yönetimi teslim edilebilir? Galataport ihalesinin kime ve
hangi şartlarla verildiğini gördüğümüzde aklımıza Sevr
Antlaşması’nın 23 ve 27’inci maddeleri gelmektedir. Sevr
Antlaşması’nın 23’üncü maddesinde “Tüm limanlar müttefik
devletlerin egemenliği altında yabancı bir konsorsiyum tarafından
işletilecektir” ifadesi yer alır. Sevr Antlaşması’nın 27’inci
maddesinde ise “başta İstanbul ve İskenderun limanları olmak üzere
tüm limanlar serbest geçiş ilkesi çerçevesinde dünya ekonomisine
açılacaktır” ifadesi yer alır. Şimdi bu maddeler ile Galataport,
Haydarpaşaport, İskenderun Limanı özelleştirmesi ve Ofer Firmasını
yan yana getirince ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Belki de bu
tablo, ülkemizi uyuşturarak adeta esir alan sıcak paranın bedelinin
ne olduğunu anlamamız açısından çok daha detaylı analiz edilmesi
gereken bir tablodur. Tüm bu “Oferleme Olayı” yaşanırken, “Ülke
zenginliklerini Başbakanın eliyle Yahudi sermayesine peşkeş
çekiliyor” suçlamasıyla karşı karşıya kalan Erdoğan, bu görüntünün
kamuoyunda ve özellikle de AKP’ye oy verenlerde meydana getirdiği
sıkıntıyı ortadan kaldırmak için yeni bir hamle arayışına girdi.
Yalan söyleyen ve ülkeyi peşkeş çeken Başbakan görüntüsü kamuoyunda
yerleşmeden, “dostlar” hemen devreye giriverdiler. Dubai’deki üç
büyük holdingden biri “ikna edildi” ve Sn. Erdoğan Dubai’ye giderek
detayları görüştü. Şeyh Maktum, İstanbul’a yatırım yapacaktı.
Böylelikle, trilyon doları bulan yüzer-gezer Arab sermayesi
ülkemize akmaya başlıyor olacaktı. Görüşmeler, randevular,
ziyaretler kısa sürede Türkiye’nin önüne 5 milyar dolarlık “Dubai
Towers” projesini koydu.Projeye tepkiler gelince, “Oferleme
Olayı”nda kaçacak delik arayan Sn. Tayyip Erdoğan birden aslan
kesiliverdi. Çünkü Oferlemenin baskısı atlatılmıştı. Peki Dubai
Şeyhi bu işe nasıl ikna edildi? Bu holdingin gelişen pazarlarda iyi
yatırım yapıyor görüntüsü, onun Dubai borsasındaki hisselerine
tavan yaptırıyor. Nitekim, benzer bir durum Mısır için olmuştur.
Holding Mısır’da, Devlet ile birlikte büyük bir yatırıma
girişmiştir. Bu yatırım haberi, Dubai borsasındaki hisselerin
değerini ikiye katlamıştır. O hisselere yatırım yapanlar (!)
yaklaşık 800 milyon dolarlık bir kazanç elde ederken, Türkiye’deki
yatırım haberi de, holding hisselerine yatırım yapanlara yaklaşık
200 milyon dolarlık bir getiri sağlamış. Şeyhin yaptığı masraflar
ve reklam giderleri ise 5 milyon dolar. 5 milyon dolar masraf
yapacaksınız, yaklaşık 200 milyon dolarlık bir getiri elde
edeceksiniz. Bu arada, Sn. Başbakan Erdoğan’ın üzerinden de
“yalancı” ve “oferlemeci” baskısını da kaldıracaksınız. Nasıl
anlaşma ama Süper değil mi? İstanbul gibi dünyanın en önemli
şehrini yöneten(!) Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise
daha bir trafik sorununu çözmeyi bile başaramamıştır. Radikal
gazetesinden Neşe Düzel’in bir sorusu üzerine “Sokağa çıkma
yasağında ya da uzun tatil günlerinde, kent içindeki araç sayısı
azaldığında trafikte bir rahatlama oluyor. Niçin?” diyerek Topbaş,
“Okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederim.” diyen Haşim
Paşa'nın ruhunu da şad eti doğrusu. Bu tablo karşısında Saadet
Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları olarak inancımız şudur:
Konstantinopolis’in nasıl İstanbul yapıldığını, Türkiye’nin nasıl
yapıldığını bilmeyenler, onu nasıl koruyacaklarını da bilemezler.
İstanbul, sadece tarihi bir şehir değildir. İnsanlığın kadim
birikimini temsil eden az sayıdaki şehirlerin de başıdır. Bu sebep
ile Saadet Partisi İstanbul İl Gençlik Kolları olarak bizler
şehrimize, İstanbul’a sonuna kadar sahip çıkacağız. Dün Sevr’e
süngü ile direnerek bugünkü Türkiye Cumhuriyetimiz’i kuranlar,
bugün, bu narkozlama operasyonlarına karşı Milli Görüş’te
toplanarak Yaşanabilir Bir Türkiye’yi, Yeniden Büyük Türkiye’yi ve
adil temeller üzerine, Yeni Bir Dünya’yı kuracaklardır. Değerli
İstanbullulara ve kamuoyuna saygıyla arz ediyor, milletimizi saygı
ile selamlıyoruz.