Köşe yazmaya başladığım günden bu yana,
ortalama iki günde bir, sözleşmeli öğretmenlerden mail
alırdım.
“Ben ….. Şu kadar yıldır sözleşmeli
öğretmen olarak çalışıyorum…” şeklinde başlayan ve uzun
uzun sorunlarını anlatan elektronik mektuplardı
bunlar.
Devletten istediklerini alınca, mailleri gelmez
oldu.
Bugünlerde de Sözleşmeli Mahalli
İdareler ve İl Özel idaresi Çalışanlarının “yoğun baskısı”
altındayım.
Fakat bu arkadaşlar öğretmenlere göre daha
cevval.
Yolumu çeviren onlar, mail kutularımda onlar,
twitter’ da onlar, Facebook’ta
onlar…
Rüyalarıma girmelerine az kaldı!
Seslerinin bu kadar çok çıkması,
acılarının büyüklüğünden.
Dertliler; haksızlığa uğradıklarını
düşünüyorlar.
Sözleşmeli Mahalli İdareler ve İl Özel
idaresi Çalışanları.
Kimdir bu insanlar, ne iş yaparlar?
Anlaşılır bir ifadeyle; belediye ve
bazı devlet dairesi çalışanları.
“Şu kanun, bu madde, şu fıkra, bu
bend” gibi boğucu ve ağır bir literatüre girmeden, konuyu
sadeleştirerek anlatmaya çalışacağım.
Efendim…
Bu insanlar mimar, mühendis, avukat, programcı
gibi, çoğunluğu teknik personellerden oluşan yaklaşık 16.500
kişi civarındaki bir insan evladı topluluğu.
Aileleriyle birlikte hesapladığınızda yaklaşık
elli bin küsur kişi ediyorlar.
Dedim ya…
Bu insanlar sağlık bakanlığında, milli eğitim
bakanlığında ve daha pek çok değişik devlet kurumlarında
çalışıyorlar, sözleşmeli personel olarak.
Bakanlar Kurulu geçtiğimiz Haziran ayının
ikisinde yaptığı toplantıda, Sözleşmeli Mahalli İdareler ve
İl Özel idaresi Çalışanları hariç, diğer bütün sözleşmeli
devlet personelini kadroya alıyor.
Sağlıkçılara ve öğretmenlere düğün
bayram; belediye ve özel idare çalışanlarına yas,
matem.
Seçim arifesinde Sayın Başbakan’a katıldığı
programlarda bu durum soruluyor; Başbakan seçimin hemen sonrasında
bu insanların da bir an önce kadroya alınacağı sözünü
veriyor.
(10 Mayıs 2011,Kanal 7
televizyonu, Başkent Kulisi programı; 29 Mayıs 2011,Samanyolu
Tv,Özel Gündem programı)
(Şimdi hatırlıyorum; dönemin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer’i ağırladığım bir programda da bu
soruyu yönelt(tiril)miştim.)
Seçimin üstünden dört ay geçmesine rağmen
kimseden ses yok.
Yine bu
insanların "sağı-solu ayaklandırmasıyla" Devlet
Personel Daire Başkanlığı’ndan bir açıklama yapılıyor ve bu
personelin KPSS sınavına girerek kadroya alınabileceği açıklanıyor;
diğer kurumlardaki insanlara neden böyle bir şart öne
sürülmediğini izaha gerek duymadan üstelik.
Bu açıklamanın üstünden kısa bir süre sonra da,
Diyanet İşleri’nde çalışan bin sözleşmeli
personel, KPSS şartı koşulmadan kadroya alınıyor; şaka
gibi.
Bu insanlarda haklı olarak şu soruyu soruyor:
Bizim başımız kel mi?
Belediyelerde ve il özel idaresinde çalışanlar
korunaksız.
Siyasal bir değişiklilikte, anında kapının
önündeler.
Üstelik bu insanlar trilyonluk ihalelerde
şartname hazırlıyor, komisyonlarda yetkili veya uygulayıcı
oluyor.
İhale kazanmış bir belediye meclis üyesini, bir
siyasetçi yakınını gel de denetle bakim!
Ne tayin, ne terfi; hiçbir hakka da sahip
değiller.
Kısaca; yetkili ama
etkisizler.
Şimdi koyalım kendimizi onların yerine, hem
düşünelim hem soralım:
*Sağlık ve eğitim çalışanı kadroya alınırken,
ben neden dışarıda tutuluyorum?
*Sadece belli alan personelleri kadroya
alınacak idiyse seçim öncesi neden bu istisnalar belirtilmedi ve
bizim ümitlerimizle oynandı?
*Yerel seçimler öncesi bir “lütuf” olarak bu
kadrolar verilecekse o zamana kadar çekilen stresin hesabı kimden
sorulacak? Ayrıca bu adalet “geciken bir adalet” olmayacak
mı?
Ne dersiniz; bu sorular, haklı sorular
değil mi?