Soylu'dan DP ile ilgili çarpıcı sözler
Abone olDemokrat Parti eski Lideri Süleyman Soylu'dan DP'de olan bitenlerle ilgili çarpıcı açıklamalar geldi...
İNTERNETHABER.COM - DP'den ihraç edilmesinin ardından
ilk kez konuşan Süleyman Soylu'dan çarpıcı açıklamalar
geldi.
Haberajanda Dergisi'nden Yavuz Selim'in uzun
soluklu bir söyleşi yaptığı Demokrat Parti eski Genel Başkanı
Süleyman Soylu bazı şeyleri ilk kez kamuoyuyla paylaştı.
Soylu, kendisinin de aday olduğu kongreyi şöyle anlattı:
Orada bizim mutabakatsızlığımız Sayın Demirel’le olmadı. Bizim
mutabakatsızlığımız, Sayın Çiller’le oldu. Yani bunu ilk kez
söylüyorum, tam bir mutabakatsızlık yaşadık. O 15-16 ay
içerisinde... Yoksa biz o kongreye bin defa da girseydik, her
seferinde alırdık. Ama o mutabakatsızlık benden de, Sayın
Çiller’den de kaynaklanabilir. Nereden kaynaklandığını biliyor
değilim, daha doğrusu bu olay, tarihsel bir muhasebedir. O kongrede
aday olmamın tek bir sebebi vardı; kongreyi kazanmak falan değil,
bunu herkesin bilmesini isterim, bir tek sebebi vardı: Parti’yi çok
kirli adamlara elimle teslim etmemek…
Partiler küçüldükçe kavgalar artar ve onun için huzur olmaz
içlerinde
Tarihi bir sorumluluk...
Tarihi bir sorumluluk adına herkes ısrarcı oldu. Sanki bundan
kaçıyormuşum gibi… Ondan sonra da mevcut Ergenekon’la ilgili
yapılan bütün açıklamalarda sorumlu ben olurdum. Yani “İşte bak,
aday olmadınız, partiyi antidemokratik bir sürece taşıdılar, bunun
sorumluluğu sana aittir” diye tarihsel bir sorumluluğun altında
ezilirdim. Kendi prensibimi ve kendi ilkemi sadece ve sadece bir
misyonun tarihsel sorumluluğu altında ezilmemek adına bir şekilde
çiğnemek durumunda kaldım. Yoksa o gün Demokrat Parti’de Genel
Başkan olsam kavgalar yine devam edecekti. Çünkü kavgayı bitirecek
bir kongre olmayacaktı o kongre, kavgayı devam ettiren bir kongre
olacaktı parti içerisinde. Partiler küçüldükçe kavgalar artar ve
onun için huzur olmaz içlerinde. Bunu da en iyi bilenlerden
biriyim.
Beklemediğimiz yerlerle ittifak içinde de
olabilirler
O süreçte Tansu Çiller size destek vermedi
mi?
Ben verdi veya vermedi diye bir şey söylemiyorum. Sadece sürece
gelene kadar oluşan mutabakatsızlığın neticesidir.
Ben toplumsal karşılığı olmayan insanlarla siyaseten bir önemseme
içerisinde olmam. Ha, onlar geçmiş ilişkileriyle beraber ellerinden
geleni yaparlar. Karakter suikastı yapmaya çalışabilirler.
Haksızlıkları ve mağduriyetleri ortaya koymaya çalışabilirler. Dün
bir takım yarar sağladıkları insanlar üzerinden, bizim gibi yeni ve
genç adamlara çamur atmaya çalışabilirler, her türlü ahlâksızlığı
düşünebilirler. Bunu biliyorum, bunu yarın da yapabilirler. Onun
için bugün hiç beklemediğimiz yerlerle ittifak içinde de
olabilirler. Yani bunlar hep siyasetin realiteleridir. Tekrar
söylüyorum, beklemediğimiz yerlerle ittifak içinde de olabilirler.
Bunlar hepimizin beklediği şeylerdi, yakın siyasi tarihi, dünya
siyaset tarihini biraz okuyan insanlar, biraz bu işlerin içerisinde
olanlar, bunu çok rahat bir şekilde görürler. Bunlar beklenmedik
işler değil ama benim o kongrede bunları önemsemediğimi
görmüşlerdir. Çünkü arkalarında bir halk desteği yoktur ama esas
öbür tarafta kendi bulunduğunuz alanda bir ittifaksızlık, bir
mutabakatsızlık söz konusuysa o gelecek adına bir problem
oluşturur. Ve ben o problemi gördüm. Partiyi sürekli bir çatışmanın
ve kavganın içinde tutmak istemedim. Kongreye götürmemin sebebi de
oydu zaten. Bunu okudum. 2011 seçimlerine daha dingin bir yapıda,
daha doğru bir yapıda girilmesi lazımdı. Bir siyasi partinin
rekabet edebilmesi için hele yüzde 47’den yüzde 38’e düşmüş bir
Adalet ve Kalkınma Partisi ile rekabet edilebilmesi için daha
dingin bir yapıda olması lazım.
Ve şunu da gördüm: Yürüyen Ergenekon davasında Türkiye’de yeni bir
ray değişikliği var. Demokratikleşen, özgürleşen, hürriyeti arayan,
dünyayla bütünleşen farklı bir Türkiye’ye doğru yol alınıyor. Ya
yeni Türkiye olacak, ya eski Türkiye olacak. Bizim bir ayağı eski
Türkiye’de, bir ayağı yeni Türkiye’de olan bir siyasi parti olarak
halkın karşısında bir kuvvet bulabilmemiz falan mümkün değil
Demokrat Parti olarak. Onun için bir tercihe zorlamak zorundaydım
partiyi. Ama Demokrat Parti bu tercihe giderken asıl tercihini de
koydu kongrede. Tam ortadan yarıya böldü delegasyonu. Bir ayağı
eski Türkiye’de, bir ayağı yeni Türkiye’de... “Ben eski Türkiye’den
vazgeçmiyorum ve yeni Türkiye’yi reddetmiyorum ama şu anda yeni
Türkiye’ye hazır değilim. Sen iyi bir adamsın. Seni de ezmedik,
ezdirmedik ama biz eski alışkanlıklarımızla bu işe devam etmek
durumundayız” dedi. Bu kongreyi böyle okumak lazım... Onun için
dikkat edin, el bebek gül bebek, partide Genel Başkanlığa
hazırlanan bir kişi CHP’ye gidince partinin yöneticileri
suçlanmıyor. Neredeyse bir sünnet çocuğu gibi elden ele gezdiler
her yerde. “İşte yeni Genel Başkanımız budur” diyen kişi genel
başkan yardımcısı yapılınca partinin merkez yönetimi suçlanmıyor
veya bugün CHP’de milletvekili olan, olabilen bir kişi veya
herhangi bir siyasi partide milletvekili olan bir kişi, sadece
milletvekilidir diye veya başka türlü saiklerden dolayı partiye
yakıştırılabiliyor. Partiye genel başkan olabilir ama partinin
evlatları partiden ihraç ediliyor. Bu, partinin Genel Merkezi’nin,
yöneticilerinin yapabileceği bir cesaret değil.
Partinin en tepesindeki o yöneticilerin önemli bir bölümü
zavallı adamlardır
Nereden geldi bu cesaret?
Bir, biraz partinin tabanının da “eski Türkiyeci ve yeni Türkiyeci”
olmasından cesaretleniyorlar. İki, başka türlü derin ilişkilerden
de kaynaklanıyor. Yani partinin tepesindeki bir grup zavallı adamın
cesaretlenebileceği bir iş değil. Ama zavallılar... Partinin en
tepesindeki o yöneticilerin önemli bir bölümü zavallı
adamlardır.
Derin ilişkiler derken Ergenekon yapısını mı
kastediyorsunuz?
Derin teslimiyet diyelim... İlişki dersek de büyük bir şey atfetmiş
oluruz.
Yani askerden mi bir baskı vardı veya
yargıdan?
Topyekûn, vesayet sisteminin devam etmesine yönelik… Eski sistem
devam etsin, diyenler, Demokrat Parti’yi payanda olarak yanlarına
aldılar. Ben yeni İl Başkanı iken İlahiyat Fakültesi’nin önüne
gidip oradaki başörtülü kızlara destek verdiğimde partinin içindeki
derin yapı o gün, “Ne işin var senin orada?” diyorsa -99 ve
2000’den bahsediyorum- aynı yapı bugün partiyi teslim almış
durumdadır. Ben onlara, “Ben oraya giderim, siz işinize bakın, beni
vicdanım oraya götürüyor” dediğimde o gün DTP’ye geçenler…
Yani 12 Eylül referandumundaki “evet” kararınız ve il il
çalışmalarınız karşı taraf için bardağı taşıran son damla
mıydı?
Yani, “evet” kararım aslında çok önemli bir bahaneydi. Onların
karakterleri bardağı taşırmayı anlayabilecek kadar yüksek
karakterli falan değil...
SOYLU'DAN DEMİREL İLE CİNDORUK'UN TAVRINI NASIL
DEĞERLENDİRDİ?
Okumak için ikinci sayfaya geçiniz
Sizin “Cindoruk son seçimlerde CHP’ye oy verdi” şeklinde
bir beyanatınız olmuştu. Yani bir partinin Genel Başkanı bir başka
partiye, hem de CHP’ye oy mu verdi!?
Doğrudur, hatta orada arkadaşlarımız bir açıklama yaparak partiyi
bir karakter sınavına çağırdılar:“Siz bu parti ile alâkalı
çalışırken, bu partinin aleyhinde oy veren bir Genel Başkan’a
sahipsiniz. Dün sizin beraber çalıştığınız Genel Başkan, bugün
partinin kendi misyonuna ve darbecilere karşı çıkarak ‘evet’
çağrısı yapıyor ve ihraç ediliyor. Dün CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na oy
verdiğini açık ve samimi bir şekilde ortaya koyan bir liderle
yolunuza devam ediyorsunuz. Bu sizin için tarihi bir çelişkidir,
bir karar verin” dediler.
Peki, bir siyasetçi olarak taban bunu nasıl
değerlendirebilir?
Siyasetçiden öte bir insan olarak değerlendirmek lazım. Yani, dönüp
kendi siyasi partisine oy vermeyen bir kişinin, yarım buçuk bir
alâkası olsa o partinin başında olmaması lazım. Bir ahlâk sorunudur
bu…
CHP’ye oy verdiğini Cindoruk’un kendisi mi
açıklamıştı?
Bir sandıktan oy çıkmamıştı, ki kendisi de deklare etti zaten,
televizyon programında deklare etti…
Peki, Demirel de oy vermemiş olabilir mi?
Demirel’in sandığından da oy çıkmadı. Demirel son dakikaya kadar
sandığa gitmeyeceğini söyleyerek farklı bir strateji uyguladı. Bu
da şu demektir, beyan etti bunu: “Ben Demokrat Parti’yi oy verecek
kadar önemsemiyorum.” Bu aslında bir eylemsizlik ve bir
itaatsizliğe çağrıydı. Yani koskoca Cumhurbaşkanlığı yapmış bir
insanın, yetki alanının olmadığı söylenebilir mi? En azından
kendine ait bir yetki alanı var. Bu yetki alanını, eylemsizliğe ve
itaatsizliğe çağrı olarak kullandı.
Sonra Demirel gitti ve oyunu kullandı, o sandıktan da oy
çıkmadı.
Evet, oy çıkmadı…
Hedef kitlesi, konçerto dinleyip de “İşte çağdaş Türkiye
bu!” diye söylenen alan değildir
Peki, böyle bir yapıya, böyle bir üst yönetime sahip olan
bir partide, hukuki süreç eğer müspet karar verirse tavrınız ne
olacak? Partiye geri dönecek misiniz?
Yarım puanlık bir Demokrat Parti’nin kavgası içerisinde olmak
istemem... Dikkat ederseniz, verdiğim bütün mülakatlarda da sadece
geçmişe ait bir durum tespiti ve durum değerlendirmesi yaptım.
Niçin? Demokrat Parti bu noktadadır diye... Demokrat Parti bizim
siyasi vatanımızdır. Benim hâlâ mahallemdir. Şimdi bu mahalleyi
yarım puanla sınırlandırırsak, kendimize de, Menderes’e de
haksızlık yapmış oluruz. Bugün yüzde 58’lik bir oyla hatta yüzde
altmış, altmış beşlik bir çizgidir, Demokrat Parti’nin mahallesi
orasıdır. Hedef kitlesi de orasıdır. Hedef kitlesi, konçerto
dinleyip de “İşte çağdaş Türkiye bu!” diye söylenen alan değildir.
Orası da olabilir ama bu ayrı bir şeydir, esas hedef kitlesi
millettir. Esas hedef kitlesi, Türkiye’de yıllardan beri milletin
değerleriyle buluştuğu andır. Sadece orası değil, dar bir alan
değil, geniş bir kitledir. Buna Gaziantep’in Islahiyesi de
diyebilirsiniz, Edirne’nin Keşan’ı da diyebilirsiniz. Buna
Konya’nın Başköy’ü de diyebilirsiniz, dönüp öbür taraftan Adana’nın
İmamoğlu da diyebilirsiniz. Neresi derseniz deyin, memleketin hangi
çizgisini anlatırsanız anlatın, ama bir tek çizgisi değildir. Bu
vesileyle ne sadece yarım puanlık bir Demokrat Parti’deki kavgaya
girerim, ne de arkadaşlarımı sokarım.
İllâ siyasetin içinde olmak zorunda
değilsiniz
14 yaşından itibaren siyasetin içinde olan bir Süleyman
Soylu, milletin dini ve milli değerlerine sahip olan bir siyasetçi
en verimli çağında, 41 yaşında bundan sonra mücadeleyi bağımsız
olarak mı sürdürecek? Nasıl yapacaksınız?
Hayır! Bakın, söylüyorum: Nasıl bu cennet ülke bizim vatanımızsa,
Demokrat Parti de bizim siyasi vatanımızdır. Bizim ondan kendi
adımıza bir talebimiz mümkün değildir. Arkadaşlarımız mücadele
ederler. Mücadelenin sonunda velev ki bir katkımız olmuştur. Ha
olmadı, o zaman da gönlümde bir Demokrat Parti vardır ama
Menderes’in Demokrat Partisi veya bizim 2009 seçimlerinde, 2008’in
6 Ocak’ı ile 2009’un 15 Mayıs’ına kadar salonda bıraktığımız
Demokrat Parti, bizim gönlümüzün Demokrat Partisi’dir. Yani bütün
demokratik fikirleri ortaya koyan ve bunun daha gelişmesini isteyen
Demokrat Parti’dir. İlla siyasetin içinde olmak zorunda
değilsiniz.
Bir şey daha var, bunu tekrar deklare etmek isterim: Ben, 2011
seçimlerinin sonuna kadar siyaset yapmayacağımı da kamuoyunda altı
kez yineledim ve yine yineliyorum. Çok ekstra şartlar ve ekstra
gelişmeler olmadığı sürece... Onun için bizim öngörümüz 2011
seçimlerinin tamamlanmasıdır. Tamamlansın, ondan sonra Türkiye yeni
bir şekil, yeni bir hâl alır. İlla siyasetin içinde bulunmanız
gerekmez. E yaptık en güzel işi, bütün Türkiye’yi adım adım
gezdik.