Sosyolog Mardin'e göre AK Parti
Abone olDerya Sazak'ın Sohbet Odası'na konuk olan sosyolog Şerif Mardin'e göre AK Parti İslamcılıgı unutturmadılar ama yana koydular. İşte Mardin'in penceresinden AK Parti..
Mardin, 'Erdoğan bir sonuç. Nakşibendilik siyasallaştı. Cemaat
ilişkisinde teknokrat arama zamanı pek yoktur. AKP'nin en büyük
zaafı, cemaat dışı kadroya açılma sorunudur' diyor DERYA SAZAK:
TIME dergisi, 'Türbanlı Mona Lisa'yı kapak yaptı ve İslamcı
yükselişi 'Avrupa'nın kimlik krizi' olarak yorumladı. Türkiye'nin
AB üyeliğine karşı bir direnç, AKP'ye bakışta bir tereddüt
gözleniyor. AKP'nin duruşunu nasıl değerlendiyorsunuz? ŞERİF
MARDİN: AKP'nin kendi gelişmesini birtakım katmanlarının sonucu
olarak görmek gerekir. Bu değişim birdenbire olmadı. Örneğin
Cumhuriyet'in getirdiği bilgi sistemine intikal etme, onu kabul
etmekle ilgili değişim uzun yıllar aldı. Daha sonra siyaseti meşru
alan sayma dönemi yaşandı. AKP aynı zamanda Cumhuriyet'in
temellendirdiği meşruluk sistemini benimsedi. Laiklik meselesini
bir tarafa bırakarak, politika yapmaya odaklandı. AKP, burada
akılcı davranıyor, laikliği tartışmak yerine memleketin paylaşılan
pratik değerleri nelerse onların peşinde gidiyor. Doğu - Batı
dergisinde, AKP'yi ve Erdoğan dönemini irdeleyen bir makaleniz
yayımlanacak. Tayyip Erdoğan'ı, Erbakan'dan ve Refah Partisi'nden
ayırıyorsunuz. AKP'nin 'İslamcı' partilerin dünya ekonomisi ve
liberalizm ile daya uyumlu bir duruş sergilediğini belirtiyorsunuz.
Hatta, 'Nakşibendiliği teslim alan' modern yapılanmacı dönüşümden
söz ediyorsunuz. Evet. Bana göre Nakşibendiliğin esas stratejisi
mümkün olduğu kadar taraftar toplamak. Cemaat türünde bir
kollektivite meydana getirmek. Buna karşılık, Osmanlılar,
imparatorluktan gelme bir ivmeyle 19. yüzyıldan beri kurum kurmayı
bir ihtisas sahası olarak benimsemişler. Osmanlı'daki bürokratların
Tanzimat'tan itibaren yaptıkları şey bir kurumlaştırma pratiğidir.
Burada amaç dini esasları devlete, toplum yaşamına egemen kılmak
mıdır? Bana göre tamamen tersi... Tanzimat'ta Batı'dan alınsın
alınmasın, yeni bazı kurumlar oluşturulmuş. Nakşibendiler ise
kurumlarla meşgul olmazlar, amaçları etrafına insan toparlamaktır.
Bu iki ayrı pratiktir. Biri, dost, ahbap, akraba, aynı dini
prensiplere inanan insanları bir topluluk haline getirmek. Öteki,
bir kurum oluşturma kültürüdür. Günlük hayatla uğraşmanın ayrı
stratejileri bunlar. Osmanlı'daki bu kurumlaşma sonuçta seküler bir
alan yaratabilmiş mi? Cumhuriyet öncesine bakış tam öyle değil...
Osmanlı nostaljisi biraz da dini değerlere dönüş özlemi yansıtmaz
mı? Türkiye'de bilinmeyen, üzerinde anlaşılmayan nokta burası.
Osmanlı, sekülerliği gerçekten belirgin olan bir kurumlaştırma
içeriyor. Bürokratların ne kadar 'pozitivist' olduklarını
bilmiyoruz. Bunu anladığımız zaman Atatürk'e kadar gelen çizginin
nasıl bir pozitivist çizgi devamlılığı olduğunu görüyoruz. İslamcı
kesim, Cumhuriyet'i daha çok 'dinden uzaklaşma' olarak
değerlendirmiş, Osmanlı'nın son dönemindeki Batılılaşma hareketleri
de 'İslama karşı' görülmüş. Bugün İslami kökleri olan AKP'nin
Türkiye'yi AB'ye taşıma serüvenini nasıl yorumluyorsunuz? İslami
ses deyince, üç farklı ses çıkıyor: Osmanlı entelektüellerinin
İslamı bir ideoloji olarak ileri sürmeleri. İkincisi,
Nakşibendilerin, mürit ve akraba toplama, cemaat oluşturma
stratejisi. Üçüncüsü, 19. yüzyıldan gelen bürokratların kurumlaşma
pratiği. Bu dönem Atatürk ve Cumhuriyetçilere dek uzanıyor. 1940 -
50'lerde bu üç farklı ses birbirine karışmaya başlıyor. İslamcı
siyasi kümelenme Demokrat Parti, AP geleneğinde sağ partilerde
olurken, 1970'lerde sahneye çıkan Erbakan bunu kırdı ve 1990'larda
Refah'ı birinci parti yaptı. Daha sonra Erdoğan AKP'yi tek başına
iktidara taşıdı. Siz Erdoğan'ı ayrı bir yere oturtuyorsunuz? Tayyip
Erdoğan bir sonuçtur. Erbakan'dan sonra siyasallaşan ve kültürleşen
bir İslami alan var. Siyasallaşan bir Nakşibendilik söz konusu.
Devlet teşkilatında hâkim olmak gibi o kadar geniş alan açıldı ki,
İslamcılıklarını unutuyorlar demeyelim ama biraz yana koyuyorlar
denebilir. İslam bir diskur olarak orada duruyor ama gerçekte
politika yapılıyor. Nakşibendiler Cumhuriyet'ten yararlandı Siyasal
İslamın 1990'larda yükselişi ve 28 Şubat'ta kesintiye uğramasının
ardından Erdoğan iktidara geldi. AKP hareketini 80 yıllık bir
gelişim içinde görmek gerekir. Yavaş yavaş Nakşibendiler değişti.
Türkiye Cumhuriyeti'nde iş yapabilmek, para kazanabilmek ve statü
bakımından yükselebilmek için Cumhuriyet'in ortaya koyduğu
prensiplerden yararlandılar. Anadolu kaplanları aslında bu şekilde
geliştiler. Modernleşme süreci, Nakşibendiliği teslim aldı (!)
diyorsunuz. Evet. Çünkü Nakşibendiler başlangıçta siyasete ellerini
soktukları zaman nasıl oradan çıkamayacaklarını, teslim
olacaklarını anlamadılar. Bize bir üstünlük temin eder diye, eğitim
kurumlarını kurdular, üniversiteye girdiler. Bundan şikâyetçi
gözükmüyorlar, iktidara geldiler. Ancak şöyle bir şey var,
yapılacak olan İslami reformlar geride kaldı. Yarın yaparız!..
Türban meselesi niye çözülmüyor. Üzülmeyin, yarın yaparız. O yarın
ne zaman olacak? Bana öyle geliyor ki, AKP bunları erteleme
politikası güdüyor. Bunu da anlamak gerekiyor. Çünkü AKP'de radikal
uçları temsil eden kimseler var. Onlar baskı yapıyordur. Sözler
tutulmuyor değil. İmam hatipler de çözülemedi. Ne zaman olacak? Bu
durum karşısında ertelemek en akılcı politikası. Gündemden
kalkmayacak. Gelecekte AKP'ye çıkacak herhangi bir İslami rakip,
bilgi, teknoloji, medya ve siyasete dayalı benzer yolları kullanmak
zorunda kalacak diyorsunuz. Köktendinci eğilimler geçmişte ve
marjinal mi kaldı? Marjinal olanı, bu imkânı kullanmayanlardır.
Mesela 'domuz bağı' bağlayanlardır. Domuz bağı kullanmak, o
imkânların karşısında minimal bir davranıştır, eğer terörizm
yapmazlarsa!.. AKP'nin demokrasi içinde yaptığı büyük ilerlemedir.
Uçlarını idare edebilirse başarılı olur. Şimdi uçlarını teşekkül
ettirebilecek odak noktaları ortaya çıkmaya başlıyor. Örneğin Erkan
Mumcu'nun çıkışı. Mumcu diyor ki, türbanı muhakkak çözmeliyiz.
'Çözmememiz riyakârlıktır!' diyor. ABD aceleci AKP şaşırdı ABD'nin
Erdoğan'a ve AKP'ye verdiği büyük desteğin ardındaki 'ılımlı İslam'
projesi ne oldu? Türkiye bir rol modeli değil miydi? ABD düş
kırıklığına mı uğradı? ABD'nin uzun dönemli, Türkiye için iyilikler
düşünen stratejik çıkarlarıyla güncel beklentiler örtüşmüyor. Bush
bastırıyor, 'Ya bizdensin, ya değil.' Türkiye, eskiden beri gelen
bu stratejik ortaklık meselesine çok fazla güveniyor. ABD yönetimi
ise isteklerinde aceleci. AKP bu kısa vadeli talepler nedeniyle
şaşırıverdi. Ankara'da şimdi son birkaç aydır yaşananlar karşısında
bir karar verilmesi, model oluşturulması gerekiyor. NATO gibi eski,
afaki şeylerden söz edilmesiyle Türk - ABD ilişkilerindeki
belirsizlik düzeltilmez. Eziyetten hoşlananlar var Batı da masum
değil... 'Türbanlı Mona Lisa' falan derken yine 'öteki' tarifi
yapılıyor. Avrupa'nın insanlığını, bir üst tabakanın, elit
düşüncenin insanlığı olarak görmek gerekiyor. Türkiye ne yapmalı?
'Bizi almazlar' diye AB üyelik sürecinden mi vazgeçelim? Hayır.
AB'nin iyi tarafları var. Ama kompleks bir problem. Uzun vadede ben
'şer' diye bir şeyin olduğuna inanıyorum, dünyada. İnsanların
başkalarına eziyet etmekten hoşlanmaları bir gerçek. Bir de
dünyanın mekanikleşmesinden korkuyorum. Küresel ısınma en yakın
tehlike. Yaptık, kullandık sonucu bu oldu. İnsanların biraz daha
akıllı düşünmesi gerekiyor. Hümanizm inkârı lidere güç verdi
Osmanlı'nın son dönemini kapsayan Batılılaşma hareketleri, 200 yıl
sonra AB tam üyeliğiyle noktalanacak mı? 1905'ten itibaren
Avrupa'da yabancılara karşı bir tutum var. Barış ortamında
yaşıyorduk dedikleri şey yalan aslında... 19. yüzyılın sonu,
Hitler'in düşüncesinin başlangıcının belirmeye başladığı dönemdir.
Bizimkiler Avrupa'yı örnek aldıkları zaman o başlangıçtan
faydalanıyorlar. Daha önce gelmiş olan bütün felsefelerin yok
edildiği, inkâr edildiği bir zaman. Nietzsche'nin o inkârcı
felsefenin başını çektiği dönem. Lenin, Mao, Batı'nın
hümanizmasından ilham almadan bir şey yapabiliyorsa ve en sonunda
Mustafa Kemal'in de Batı'ya baktığı zaman hümanizmayı değil de bir
mekanizmayı gördüğü zaman anlaşılıyor ki, 'birlikte yaşamak tamam
da, bunun kutuplarından birisinin hâkim olması daha da iyi olur'
fikri oradan alınmıştır. Bütün bu kuvvetli insanlar, çağını
değiştiren liderler aslında güçlerini Batı'nın kendi hümanist
değerlerini inkâr etmiş olmasından alıyor. Ondan sonra yapılacak
şeylerin sınırı olmuyor. Hümanizmden vazgeçtiğiniz zaman 6 milyon
Yahudiyi imha edersiniz. Cemaat ilişkisi çok vakit alıyor Batı'da
Erdoğan'a yönelik ilgiyi yorumlarken, 'AKP olgusunu anlamaya
çalışmaktan çok Türkiye'nin modernliğinin laik düzlemdeki
meşruiyeti için temel bulmak' niyetini vurguluyor ve Erdoğan
analizi eksik diyorsunuz. Erdoğan siyaseti, siyasi manevraların
önemini erken öğrendi. Ama kadrosu yetersiz kaldı. Eskiden beri
dost, akraba, tarikat içinde olanları bir kollektivite haline
getirme pratiğini uygulayan liderin, teknokratları arama zamanı pek
fazla olmaz. Cemaat ilişkileri çok vakit alır. AKP'nin en büyük
zaafı, kendi cemaati dışındaki kadroya açılma sorunudur. İktisadi
bir krizde ayrılıklar çıkar Tarihsel uzlaşma ne ölçüde
sağlanabildi? Gerçi siz, 'Modern Türkiye'nin tarihi, ne
Cumhuriyetçilik ve Saltanat arasındaki bir çatışmanın ne de İslam
ve sekülerizmle çerçevelenen bir kavganın tarihidir' görüşünü
taşıyorsunuz ama bazı kırılmalar yaşandığı da bir gerçek.
Muhafazakâr gelenekle modernliğin buluştuğu bugünkü Türkiye nerede
duruyor? Erdoğan'ın arkasında olan büyük bir kitle var. Bu çoğunluk
tek görüşte olamaz. Gözle görülmeyen ayrılıklardan söz edebiliriz.
İktisadi bir kriz olursa bu ayrılıklar ortaya çıkacaktır. İnsan,
Budizmdeki gibi merkezde mi? 1991'de Nobel ödülü kazanan Burma'lı
San Suu Kyi'nin askeri cuntaya karşı demokrasi mücadelesinde Budist
inançlarından aldığı güce değinmiştiniz. Neden? Ben Müslümanım ama
şunu söylemek zorundayım, kalbinde daha kapsamlı bir insanlık
anlayışını taşıyan Budizme inanmış kişinin spontane olarak
'demokrasi vardır' diye düşündüğünde, onları demokrasiyle
birleştiriyor. İslamda Budizmde olduğu kadar insanın savlarını
merkez alan bir düşünce var mı? Var ama çok eskiden İbni Arabi'den
gelen bir düşünceyi bugüne getirip demokrasiyle birleştirebilir
miyiz, bilmiyorum. Kimdir? 1927'de doğdu. Stanford Üniversitesi ve
John Hopkins Üniversitesi'nde öğrenim gördü. 1954'te asistan,
1964'te doçent, 1969'da profesör oldu. Halen Washington D.C.'deki
American University Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim
üyesi. Aynı üniversitedeki İslami Araştırmalar Merkezi'nin başkanı.
Mardin, Sabancı Üniversitesi'nde de öğretim üyesi. milliyet