Sosyal medyayla ilgili ezberiniz bozulacak!
Abone olProf. Dr. Erol Göka sosyal medya ile ilgili bilinen tüm kalıpları yıktı. Twit-ül Havadis'e konuşan Göka "internet haberciliği tekellerin canına okuyacak" diyor!
Hatice Kübra
TWİT-ÜL HAVADİS- Prof. Dr. Erol Göka ile biraz yeni kitabı "Gerçek
İnsanın Yüzünde Yazar mı?"yı biraz da sosyal medyanın
bireyler ve toplum üzerindeki etkisini konuşmak üzere buluştuk.
Aslında yüzden kişilik okuma ilgili bu zamana kadar ki tüm
kalıpları yıkan, ezber bozan bir adamın sosyal medya ile ilgili
düşünülen tüm klişeleri de darma dağın edeceğini tahmin etmem
gerekiyordu. Ama edemedim... Benim gibi sosyal medyanın hızıyla,
yapısıyla hem medyayı hem de ilişkileri nasıl dönüştürdüğünü
heyecanla izleyen ve karşısında deyim yerindeyse şapka çıkaran biri
bile meğer hala muhalefet aşamasını tam anlamıyla aşamamış...
İletişim fakültesinde ben sosyal medyayı heyecanla anlatırken
yüzüme "ne zırvalıyor bu kız" diye bakan bazı hocalarımın Erol
Göka'yı dinleselerdi yüzlerinin alacağı o ifadeyi gerçekten görmek
isterdim. İtiraf etmeliyim ki Erol Göka'nın söyledikleri ufkumun da
ötesine geçti. Düşündüğüm de ise hala "sanal" olanın "gerçek"
dediğimiz her ne ise onun yerini almış olduğunu hem hazmetmeye
çalışıyorum hem de Baudrillard gibi Erol Hoca'nın da önünde
saygıyla eğiliyorum.
Şimdi diyeceksiniz ki "bu adam ne demiş de bu kız bu kadar şaşırmış?" Aslında zaten bildiğimiz şeyleri bu kadar net bir kabulle ifade etmesiydi beni şaşırtan. Bunu yaparken de fazlasıyla eğlenmesi... Biz daha bir çok akademisyene "sosyal medya"nın ne olduğunu anlatmaya çalışırken o çoktan bambaşka boyutlara geçmişti bile. Şimdi dilerseniz bu güzel söyleşiyi okuyun ve sosyal medyanın olumsuzluğu üzerine yapılan onca araştırmayla birlikte bir de olayın bu yönünden bakın...
Yeni kitabınız "Gerçek insanın yüzünde yazar mı?" yüzden kişilik okuma iddialarını yerle bir ediyor. Bu konuyla ilgili hem batıda hem de İslam dünyasında yüzyıllardır süregelen söylemlere bir reddiye gibi. "Ne yani bu kadar adam yalan mı söylemiş?" gibi bir tepki aldınız mı? Ya da böyle bir tepkiyle karşılaşmaktan çekinmediniz mi?
Evet, çok haklısınız “Gerçek İnsanın Yüzünde Yazar mı?” kitabımız, özellikle batıda çok uzun ve köklü bir tarihsel geçmişe sahip olan, İslam dünyasına ise 10. Yüzyıldan sonra çeviri hareketiyle birlikte girmiş bulunan kişiliğimizin yüzümüzdeki anatomik özelliklerden tanınarak bilinebileceği iddialarına karşı yepyeni bir bakış getiriyor. Yüzdeki anatomik işaretlerden kişiliğin okunabileceği anlayışı, bizde çok köklü değil; bugün bu iddiayı sürdüren hemen hemen hiç kimse yok, sadece bazı Tasavvuf çevrelerinde sanki İslami ilimlerden birisiymiş gibi ele alınıyor ama neden böyle olduğu pek sorgulanmadan, “hikmetinden sual olunmaz” kabilinden kabullenilmiş. Galiba bu yüzden, tarihsel ve bilimsel gerçekler ortaya konunca itiraz edilmeden kabul görüyor yeni yaklaşımımız. Ama belki henüz konuşmak için erken, zaman geçtikçe bugün hesapta olmayan tepkiler alabiliriz.
YÜZDEN KİŞİLİK OKUMAK BU
KADAR KOLAY MI?
Yüzden kişilik okumak, beden dili gibi konular neden bu kadar
rağbet görüyor?
Beden dilini, günümüz ruhiyatçıları olarak bizler de ruhsal durum muayenesinde, insanın haleti ruhiyesini, kişilik özelliklerini anlamak için çok önemsiyor ve kullanıyoruz. Kendilerine “kişisel gelişimci” diyen bazıları bu konuyu popülerleştirmeye, bu konuda yazdıklarından gelir elde etmeye çalışsalar da beden dili çok zor bir konu… İlk anda karşısındakinin beden dilini anlayacağım ve hakikatte ne söylemek istediğini çözeceğim diye ileri atılan, piyasadaki derme-çatma yazılan kitaplara sarılan hevesliler, o işin pek de öyle kolay olmadığını görünce hemen vazgeçiyorlar…
Yüzden kişilik okumaya olan ilgi ise, falla, büyüyle,
astrolojiyle aynı kaynaktan besleniyor: Kolay yoldan,
kestirmeden giderek kendisinin ve karşısındaki insanın
psikolojisini saatler içinde tanıyabilme arzusundan kaynaklanıyor.
Nasıl kolay yoldan para kazanmak için piyango biletlerine, şans
oyunlarına hücum ediliyorsa aynen öyle… Keşke bu kadar
kolay olsaydı… İnsanın psikolojisini anlamak için sağlam bir tıp
bilgisine ve ondan da zor olan, yıllar süren ruhiyat eğitimine
ihtiyaç var, hatta bunların bile yetmediğini her geçen gün daha iyi
anlıyoruz…
BURASI HİPER-GERÇEKLİK BURDAN ÇIKIŞ
YOK!
Sosyal medyayla birlikte ilişkilerin gerçekliği de sorgulanır oldu. Sosyal medyadaki ilişkiler ne kadar gerçek?
Ne kadar istersen o kadar, diye cevap verirsem bana
kızmazsınız değil mi? Ama öyle, artık gerçeklik bile
tamamen teknomedyatik dünyadaki yaşantımıza, bize sunulan algı
kanallarına bağlı. Biz istediğimiz kadar bu dünyayı “sanal” diye
reddedelim, ona düşman olup kurtulmaya çalışalım artık iş işten
geçmiştir.
Teknomedyatik dünyada "sanal"lık koyun koyuna
olduğumuz sözüm ona düşmandır; onu koynumuz ilgilendirir,
düşmanlığımızı zerre miskal umursamaz! “Sanal” gibi görünen
bu dünya, artık gerçek dünyadır, üstelik insanlık tarihinde hiç
olmadık düzeyde gerçektir. O yüzden Baudrillard gibi düşünürler,
hiper-gerçeklikten bahsediyorlar. Hiper-gerçek; teknoloji,
özellikle enformasyon, ulaşım ve tıbbi teknolojiler sayesinde
gerçekliğin bize daha büyütülmüş ve hızlandırılmış olarak
gelmesidir… İnsanlık tarihinde bizim gördüklerimizi,
insanları, coğrafyaları, şeyleri, boyutları hiç kimse görüp
işitmedi. Fotoğraflardan, sinemadan, internetten bize öyle çok
bilgi akıyor, ulaşım teknolojileri sayesinde istediğimiz yere o
kadar hızlı ulaşabiliyoruz ki… Dilersek, bırakın eski büyük
sultanları, daha 100 yıl öncesinin en güçlü iktidar sahiplerinden
bile daha çok şeyi bir anda görebiliriz…
SANAL DİYE GERÇEK DEĞİL
DİYEMEZSİN!
Sosyal medya, bu yeni algı dünyasının, teknomedyatik dünya dediğim
yeni dünya halinin bir parçası. Önce e-mail, msn
vs. yollarla tanımadığımız insanlarla internet üzerinden bir
iletişim mekanizması işlemeye başladı. Daha bunu anlamadan bu kez
sonra sosyal medyayla birlikte sanal iletişim kendi cemaatlerini
oluşturmaya koyuldu ve adeta eski toplumsallık, sanal ortamda
yeniden kuruluyor, bir başka deyişle sanal ortam biraz daha gerçek
bir topluma benziyordu. Yepyeni bir sanal toplumsallık, yeni
cemaatleşme… Aralarında gerçek hayatta tanıdığın insanlar
var, yüz yüze görüştüklerin var, ama hiç yüz yüze görüşmediğin,
sosyal medya sayesinde tanıştığın, oradan haberleştiğin var...
Sanal diye bu yeni iletişim ağına gerçek değil
diyemezsin. Ortada tam cemaat demeye uygun bir oluşum ve
bir söylem var. Biz adamın kendisini değil, takma adını biliyoruz
belki ama ne dediğinden kim olduğunu anlayabiliyoruz
artık.
BİLİM TEKNOLOJİNİN HIZINA YETİŞEMİYOR
10 yıl önceki msn dönemine göre bir devrim yaşanıyor, yeni bir toplum yeni bir ortam var. "Medium", ortam; “medya”, ortamlar demek zaten. Teknomedyatik dünya bizim iletişim ve algılama tarzımızı belirliyor ve bunu inanılmaz bir hızla yapıyor. Komik bir söz edeceğim şimdi: Bilim teknolojinin hızına yetişemiyor. Biz sosyolojik ve psikolojik olarak ne olduğunu anlamadan, teknoloji birdenbire ortamı değiştiriveriyor. Bu ortamı iyi tanımak zorundayız. Bilmediğimiz yer burası, kimse bilmiyor burayı. Bilmiyorsak susmalı, ahkam kesmemeliyiz. 10 yıl önce internet iletişimi hakkında birçok şey düşündüm yazdım, daha şimdiden onların geçerliliklerini yitirdiklerini görüyorum, yeniden düşünüyorum. Biz bu denizin balığıyız artık, ilk anlamamız gereken bu. Oysa birçok gariban bunu anlamıyor, balığın denize isyanı gibi teknomedyatik dünyanın sunduğu yeni iletişim ortamına isyan ediyorlar, daha doğrusu ettiklerini sanıyorlar.
İNTERNET HABERCİLİĞİ VE SOSYAL MEDYA TEKELLERİN CANINA OKUYACAK!
Ben bu denizin balığı olduğumuzu ve bu işin içine girip artık çıkamayacağımızı fark ettiğimde olumlu yanlarını da görmeye çalıştım ve gördüm de. Mesela sosyal medya sayesinde tekelci medyanın elinden kurtulma şansımız beliriyor. Bugün yazdığınız bir tweet ile bir gazetenin haberini değiştirebiliyorsunuz. İnternet haberciliği, sosyal medya, geleneksel medya tekellerinin canına okuyacak. Onlar sosyal medyaya duhul edebilecekleri yeni bir biçim bulamazlarsa, ki bunu arıyorlar sabah akşam, sonları çok yakın. Takdir edersiniz ki, yıllarca medya tekellerine karşı savaşmış birisi olarak bu durum, benim için tadından yenmiyor.
Sosyal medyanın ikinci olumlu yanı, demokrasi bilincimizi derinleştirip hızlandırması. Ruşen Çakır 25 sene önce bir soru sormuştu. Yeni yeni bilgisayarların hayatımıza girmeye başladığı, bilginin yaygınlaşmasının sorgulandığı bir dönemdi. Benim de çok ilgimi çekiyordu. İşte o dönemde Ruşen Çakır, gazeteci olarak birçok kimseye ve bu arada bana da sordu: "Sen kimden yanasın, bilginin allamelerin elinde toplanmasından mı, yoksa yaygınlaşıp demokratikleşmesinden yana mı?" diye. Ben de İskenderiye ekolünden yanayım dedim yani bilginin demokratikleşeceğine inanmadığımı bildirdim. O zaman en yüksek hayal gücü olanlarımız dahi, ancak her sokak başına dev bir bilgisayar konulmasını hayal edebiliyordu. İnterneti, enformasyon teknolojilerinin bugün geldiği boyutu hiç ama hiç kimse düşünemiyordu. Şimdi geldiğimiz noktayı, inanılmaz teknolojik sıçramayı görünce aklım almıyor. Peki, bunu görmeyeyim mi, hala İskenderiye ekolünden yanayım mı diyeyim.
GÜCÜ ELİNDE BULUNDURANLAR AVAL AVAL BAKIYORLAR
Demokratik paylaşım ve çok seslilik açısından şimdi, 25 yıl öncesinde yaşayan bir sosyalistin hayal bile edemeyeceği bir noktayız. Yazdığınız bir şeyi, aynı anda yüz binlerce insan görebiliyor. Bu durum bütün benlik algımızı değiştiren bir içeriği de sahiptir, birçok psikolojik yansıması vardır henüz bilmediğimiz. Sosyal medyanın Arap Baharı'nda insanlar üzerindeki etkisini de düşününce, yeni bir binanın, yeni bir toplumsallığın temelleri atılıyor diye düşünüyorum, ne düşünmesi bunu görüyorum. Demokrasi açısından da, dünya açısından da... Medyatik tekel yıkılıp yerine yepyeni bir şey gelebilir; eski despotik yönetme teknolojilerini uygulamak artık imkansız. Gücü elinde bulunduranlar şüphesiz buna bir çare arayacaklardır ama şimdilik onlar da yeni dünyaya çok yabancılar, aval aval bakınıyorlar.
Bayan Clinton, Hilary bir rapor yayınladı, yeni Amerikan dış politikasıyla ilgili, yeni bir dünya var artık diyor; uluslar arası ilişkilerin tamamen değişeceğinden, sosyal medya üzerinden muhalifleri, kadınları, azınlıkları desteklemekten bahsediyor... Sanki ABD görüyor bu yeni dünya binasının iskeletini ama onun da tamamını görebildiğini sanmıyorum. O yüzden ben bu denizin balığıyız, bu dünyayı öğrenmeye çalışalım diyorum ve kendimi yeni dünyanın çalışkan bir öğrencisi olarak görüyorum.
Siz bir hiper-gerçeklikten söz ediyorsunuz ve "buradan çıkış yok" diyorsunuz. Bu hiper-gerçeklikle daha tanışmamış milyonlarca insan var. Tanışmış insanlar için bile bu söylem çok fazla değil mi? Bu sanallığın aslında bir çeşit gerçeklik olduğunu kabul etmek rahatsız etmiyor mu sizi?
Ediyor, etmez olur mu, nasıl kıvrandığımı, gördüklerimi anlatmak için neler çektiğimi görmüyor musunuz?
SOSYAL MEDYADA DENSİZLİĞİN
TEDAVİSİ
[PAGE]
Demokrasi gelişiyor diyorsunuz ama aynı zamanda bununla birlikte bir linç kültürü de oluşmuyor mu? Hiç beklemediğiniz bir anda bu lincin içinde bulabilirsiniz kendinizi, örneklerini görüyoruz.
Hepimiz bu yeni dünyanın acemisiyiz, tanımıyor, bilmiyoruz. Önce bu tespiti yapalım ve buna göre bakmaya çalışalım. Neler görüyorum anlatayım.
Twitter'a iki yıl önce ilk girdiğimde buradan
çıkıp gideyim ben diye düşündüm. İnternet iletişimi ile ilgili
bütün söylediklerim başıma geldi. Herkes, hayal dünyasına göre,
bilinçdışı arzu akışına göre iletişim kuruyor, birbirine
saldırıyordu, bana da saldırdılar. Ne yazarsam yazayım saldıran
birileri çıkıyordu; herkes herkese saldırıyordu. İnsanlar
denilenleri kendine göre algılıyor, ne dersen karşı çıkan biri
oluyordu. Fikrimi söylemekten başka ne yaptım yahu ben
size? diye kalakalıyordunuz.
Ama sonra ne oldu, ilişkiler nasıl gelişti biliyor musun? Söylemler
kendine göre kümeleşmeler yapmaya, sosyal medya cemaatleri oluşmaya
başladı. Hukuk araya girdi, birkaç dava da olunca, onların da
etkisi olduğunu sanıyorum, sosyal medyada insanlar birbirlerine
daha saygılı hale gelmeye başladılar. Şimdi ben twitter’da
birçok insanın saygı duyduğu bir hocayım. Kırk yılda bir kendini
bilmez birisi çıkarsa hemen rt ediyorum, arkadaş topluluğuma
bildiriyorum hakaretlerini. Çünkü ben grup terapistiyim, topluluk
içindeki edepsizliklerle nasıl baş edileceğinden biraz anlarım.
Saldırgana karşı alttan almalarımı da rt ediyorum. Sonra millet ona
vurmaya başlıyor, gruptan püskürtüyor. Grup
dinamikleri, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi işliyor sosyal
medyada da. Densizliğin tedavisi budur, ortaya atıverirsin sonra
grup edepsizi ya ehlileştirir ya da içinden atar.
EHLİYETİNİ YENİ ALMIŞ SÜRÜCÜLER GİBİYİZ
İki yıldır gördüğüm şu ki, bırakın linç kültürünün normlaşmasını sanki sosyal medya kendi kendisini ehlileştiriyor, daha demokratik hale getiriyor gibi. Tabi ki bu kadar acemi olduğumuz bir dönemde birçok istenmeyen olaylar da olacak. Düşünsenize cıvıl cıvıl bir trafik var ama herkes ehliyetini çok yeni almış… Mesela benim takipçilerim arasında ülkücü gençler de var, solcular, İslamcılar da var, psikoloji meraklısı, siyasete yabancı hanımlar da var, çeşitli partilerin fanatik taraftarları da, tanıdıklarım var içlerinde, hiç tanımadıklarım da. Onların hal ve hareketlerine baktığımda demokrasi ve ufuk genişlemesi konusunda her geçen gün daha da iyiye gittiklerini, birbirlerine hoşgörülerinin çok arttığını görebiliyorum. İletişimin demokratlaşması, insanın hem kendini sunma imkanları hem de başkalarından faydalanma imkanları anlamında çok elverişli bir zeminde şimdi sosyal medya. O sözünü ettiğiniz terslikler geçiyor diyemesek de giderek yatışıyor artık.
SOSYAL MEDYA NARSİST YAPMIYOR AKSİNE NARSİSTLERİ KAÇIRIYOR!
Sosyal paylaşım ağlarında egoların hep ön
planda olduğunu görüyoruz. Hatta bir çok araştırma bunun bireyleri
daha narsist yaptığını söylüyor. Sürekli bir "beğenilme, kendini
beğendirme" dürtüsüyle hareket ediyor insanlar. Siz bunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Şimdi bir şey diyeceğim, belki kızacaksınız bana:
"Ne var bunda? Niye hemen psikolojik baltaları aldınız
elinize, insanları doğruyorsunuz?" Bu sözüm ona sosyal
medya eleştiriniz bana kadının kamusal alana ilk çıkış zamanlarını
hatırlattı. Kadınları kamusal hayatta istemeyenler,
"kadınlar evde paspal, pespeya halde, ama bunlar dışarı çıkarken
süslenip püsleniyorlar, gerçek kadın bunlar değil" diye
kendilerince bir eleştiri yapıyorlardı. Şimdi ben size diyorum ki,
benim bilmediğim, sizin bilmediğiniz, kimsenin bilmediği, yepyeni
bir toplumsallık hali ortaya çıkıyor. Bütün sosyalliklerde
kendimize bir çeki düzen veririz, kendimizi bir biçimde sunarız. Bu
sosyalliğin A-B-C sidir. iyiki de böyledir. “Kültür”
dediğimiz şey de budur, insan olarak bizim hayata kattığımız,
topluluk olarak kendimizi örgütleme biçimimizdir.
Burada, sosyal medyada yepyeni bir kültür ortaya çıkıyor ve ben
bunun özelliklerini henüz tam bilmiyorum. İnsanlar hızla
acemiliklerini atıyor, birbirlerine özenli davranmaya başlıyorlar.
Gerçekten de münferit durumlar haricinde insanların buradaki
özenine hayranım. Haa insanlar burada oldukları gibi değil de en
iyi halleriyle kendilerini sunmaya çalışıyorlar eleştirinize
gelince. Bunda da kötü bir şey yok. Ben kimseyi burada,
tam ev halindeki gibi, pijamalı görmek istemezdim. Kendini en iyi
biçimde sunmasının nesi kötü? Allahtan en kötü biçimde sunmuyor,
çeki düzen vererek geliyor karşımıza.
SOSYAL MEDYA YENİ TİP BİR LİDERLİK OLUŞTURUYOR
Üstelik eleştirinizin tam aksine bir durum görüyorum
ben sosyal medyada. Burada narsisizm artmıyor, tam tersine sosyal
medya narsistik kişilikleri ya bir parça onarıyor ya da tahammül
edemiyor bu tipler, kaçıyorlar. Sosyal medyada bırakın
kendini pazarlamayı, herhangi bir ürünün markacılığını bile
savunamazsın. Bir marka savun bakalım ne yapıyorlar seni!
Paramparça ederler. İstersen iddiaya girelim. ( Gülüyor ) "Şu
markanın çantasını aldım çok güzeldi" de bakalım. Çünkü
kimseye orda reklam yaptırmazlar. Orda durduk yerde kasım
kasım kasılamazsın. Varsa bir marifetin, zekan ancak onu
ön plana çıkarabilirsin. Sosyal medyada yepyeni liderlik biçimleri
görüyoruz, bana sorarsanız bunlar gerçek hayattakinden daha gerçek
liderler, zira hak etmediğin payeyi vermez sana insanlar burada.
Sosyal medyada bazı ünlüleri bilmem kaç yüz bin kişi izliyormuş
gibi yalan dolanları kastetmiyorum tabii. Kaldı ki koftidense
izlese ne olur izlemese ne olur.
Gerçek izleyicisi olan, izleyicilerini dişiyle tırnağıyla,
söylediği etkili sözle, zekasıyla toplamış kadınlara ve adamlara
bakalım. Kesinlikle bunlar yeni tip lider özellikteki
insanlardır. Bu liderlik sosyal hayattakinden farklı bir
koreografiye mi sahip acaba ona bakmak lazım. Sosyal
medyada çok takip edilen, beğenilen, liderlik özelliği gösteren
birisi, sosyal hayatta da böyle midir? Olmama ihtimali çok yüksek.
Demek ki yeni bir liderlik tipi gelişiyor. Zekanın yeni
bir gösterim alanı ortaya çıkıyor. Bir anlama geliyor mu
anlattıklarım, boşa mı konuşuyorum, uçuyor muyum?
TWİTTER'DAN KAÇ TANE GAZETECİ KAÇTI
GİTTİ!
Geliyor tabiki, haklı buluyorum ama bir yandan da bu yanlışmış gibi de geliyor...
Gelmesin, sen daha inşa olunan yeni toplumsallık binasını ve yaşadığımız acemilik dönemini anlayamamışlardansın, muhalefet aşamasındasın... ( deyip patlatıyor kahkahayı )
İnsanın kendini sunmasının yeni bir biçimiyle karşı karşıyayız. Liderlikler de değişecek. Varsa bir marifetin 140 karakterlik vuruşla ya da bir resimle göster ve insanları peşinden sürükle. Bunu bir seferlik de yapma üstelik. Bu marifet değil mi? Bu müthiş bir şey. O yüzden gelin şurada anlaşalım yeni bir sosyallik biçimi gelişiyor ve biz bunu bilmiyoruz. Ben saygıyla izliyorum.
Sosyal medyadaki eleştirdiğimiz hiper-gerçekliğin de etkisiyle herkesin pulları dökülüyor orda. Kaç tane gazeteci kaçtı gitti. Birçok insan, bazı yazarların yazılarını kendilerinin yazmadığına inanmaya başladı. Cümle kurmayı bilmeyen, çok hızlı düşünemeyen bu insan yazar olamaz diye düşünülüyor. O yüzden narsisizmi de bir nevi tedavi ediyor sosyal medya. Ya düzeliyorsun ya da kaçıp gidiyorsun. Kaçıp gidenlere bir bakın bakalım.
BU DÜNYA RAHATSIZ EDİCİ DÜZEYDE GERÇEK
Televizyondan daha mı gerçek sosyal medya?
Rahatsız edici düzeyde gerçek, hiper-gerçek. Televizyonun da öyle bir yanı var ama çok ilkel, çok kandırıcı, hayata aykırı, tamamen kurmaca ve ayara bağlı. Televizyonda programa çıkarken şunu öğrendim: 3 tane cümlen olsun çarpıcı, bir de duruş; yeter… Yıllarca birçok programa çıktıktan sonra öğrendiğim bu. Televizyondaki adamlar, canlı tartışma programları dahil, gerçek falan değil. Benim sosyal medyam öyle mi ya? Giderek daha çok gerçek hayata benziyor…
SOSYAL MEDYA BENİ DEMOKRAT YAPTI
Sosyal medyanın hiç mi zararı yok?
Bilmiyorum, şüphesiz vardır olmaz olur mu, giderek
hayata benziyorsa en azından hayattaki tüm olumsuz şeyler sosyal
medyada da kendisini gösterecektir. Ben şimdilik kendimi
değiştirmeye, içinde yaşadığımız bu yeni denizi, eleştirmeden önce
tanımaya ve olumlu yanlarını görmeye çalışıyorum ve benim gördüğüm
yerden ortaya çıkan zararları nasıl onarabiliriz diye
düşünüyorum. Sosyal medya sayesinde benim demokrasiye olan
inancım arttı. Çünkü bu açık iletişimin, Habermas’ın demokrasi için
şart koştuğu “ideal iletişim ortamı”na çok benzer imkanlar
sunduğunu görüyorum. Sosyal medya beni demokrat yaptı.
SOSYAL MEDYA ASOSYAL YAPIYOR
MU?
Sosyal medyanın insanları internet üzerinden sosyalleşirken çevrelerinden kopardığı ve asosyal yaptığı yönünde eleştiriler var. Gençlerin çevrelerine karşı daha az duyarlı hale geldiği tartışılıyor. Muhtemelen bu eleştirilere katılmıyorsunuz:) ama cevabınız ne olur böyle bir eleştiriye?
Ben yeni bir dünya kuruluyor diyorum siz ne soruyorsunuz? Kast ettiğiniz bu yeni dünyada yaşamaya başlayan gençlerle bu yeni dünyanın farkında bile olmayanlar arasındaki gerilimse, haklısınız, bu gerilim, herkes bu denizin balığı olduğunu anlayana kadar, sanıyorum bir nesil daha sürer ve biz de ruhiyatçılar olarak ortaya çıkan iletişim problemlerini yatıştırmaya çalışırız. Şaka bir yana, internet teknolojilerinin, hiçbir işe yaramayan, bırakın eğlence olmayı, vakit öldürme aracı bile olmayan “online oyun”lar dışında bir tehlikesi ve yan etkisi olduğunu düşünmüyorum. “Online oyun”larda, belki ileride daha ayrıntılı konuşabileceğimiz tehlike potansiyelleri var gibi görünüyor.
Facebook da kullanıyor musunuz?
Kullanıyorum ama aynı derecede değil. İyi bir Facebook kullanıcısı değilim. Ben daha ziyade Twittercıyım.